TurcoPundit
G-ABD 29 Eylül 2004
Enerji ve ABD Seçimleri
Amerikan seçimlerinin en önemli konuları olan terörle mücadele, Irak ve ekonomi, değişik şekillerde de olsa enerji faktörü ile ilişkilidir. Ancak petrol fiyatlarının 50 dolara ulaşmasına ve halkın yarısını aşkın kısmının bu artıştan etkilendiğini belirtmesine rağmen, beklenenin aksine enerjinin Amerikan seçim kampanyasında hala çok fazla önemli bir yer tutmadığı görülmektedir. Siyasi tercihlerinde adayların enerji konusundaki pozisyonlarını öncelikli olarak değerlendiren seçmenlerin oranı hala çok düşüktür. Demokrat aday John Kerry, rakibi Bush-Cheney ekibi genel olarak “petrol lobisinin” destekçi ve hatta temsilcisi olarak kabul edilmesine rağmen halkın zihninde petrol fiyatlarındaki artış ile Bush’un politikaları arasında bir ilişki olduğu şeklinde bir inanış oluşmasını sağlayamamıştır.
İki aday da ABD’nin dış ve güvenlik politikalarını “sağlıksız şekilde” etki eden
dış enerji kaynaklarına olan bağımlılığı azaltma konusunda birleşmektedir.
Kerry’nin enerji politikasının en önemli ayakları olarak tasarrufu teşvik etmek, tüketimi azaltmak, petrol üzerindeki vergiyi arttırmak ve toplanan parayı “Suudiler’e vermektense” tasarruf sağlayacak yeni teknolojiler ve yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesine harcamak, tasarruflu taşıtları özendirmek için vergi indirimleri sunmak, alternatif enerji kaynaklarını teşvik etmek, çevre faktörüne önem vermek gibi maddeler sayılabilir. Bush ise ülke içindeki petrol üretimini arttırmayı, Alaska gibi koruma altındaki yerleri arama ve üretim faaliyetlerine açmayı, Alaska’dan ülkeye boru hattı inşa etmeyi savunmaktadır.
Aslında yabancı enerji kaynaklarına olan bağımlılığı sona erdirmek çok da gerçekçi bir hedef değildir.
Amerika’nın genelde yabancı ve özelde ise Orta Doğu enerji kaynaklarına olan bağımlılığı hem oran ve hem de miktar olarak giderek artacaktır. Amerikalılar tüketim alışkanlıklarında radikal değişikliklere gitmedikleri takdirde – ve hatta bu olsa bile- ABD’nin Orta Doğu petrolüne olan stratejik ilgisi ve bağımlılığı artarak devam edecektir. Yine bilindiği gibi bu bölgenin ABD için tek önemi kendi tüketimi ile sınırlı da değildir. Orta Doğu petrolüne hakim olmak ya da en azından bu bölgedeki olaylar üzerinde etkin olmak ABD’ye önemli bir güç vermektedir. Bu iddia bazen küçümsense de, Rusya dışında hepsi önemli oranda petrol ithalatçısı olan diğer büyük devletlerin bağımlı olduğu bir bölgeyi kontrol etmek ABD’ye bir çok stratejik imkanlar sunabilir. ABD’nin bu gücü kullanıp kullanmadığı tartışılabilir ama potansiyelin orada olduğu ve bunun giderek daha önemli olacağı açıktır. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 28 Eylül 2004
CIA, Dış Politika ve Seçimler
Bush Yönetimi ile genel olarak istihbarat profesyonellerinin arasının çok iyi olmadığı biliniyordu. Son dönemde bu çevrelerden medyaya arka arkaya sızan üç haber potansiyel olarak Başkan Bush’un yeniden seçilme şansına önemsiz olmayan bir derecede zarar verebilir. Önce New York Times gazetesine sızan bir haberde, geçtiğimiz Temmuz ayında, Bush yaptığı konuşmalarda her şeyin iyi gittiğini söylediği zamanlarda,
Irak’ta kaos ve parçalanmanın ciddi bir ihtimal olduğunu belirten üst düzey bir istihbarat raporunun Başkan’a sunulduğu belirtildi. Daha sonra, Irak’ın geleceği ile ilgili kötümser tahminlerin yapıldığı raporları geçtiğimiz günlerde basına sızdırılan CIA çatısı altındaki
Ulusal İstihbaat Konseyi’nin savaştan önce de Başkan’ı uyardığı ortaya çıktı. Birimin 2003 Ocak’ında sunduğu raporda işgalin siyasi İslamı tırmandıracağı ve Irak toplumunu bölerek şiddete eğilimli hale getireceği tahminlerinde bulunduğu belirtildi. En sonunda da, CIA ve pentagon’daki kariyer bürokratların Yönetim’in Irak ile ilgili çizdikleri
pembe tabloyu paylaşmadıklarını net ifadelerle yansıtan haberler yayınlanmaya başladı. Önde gelen Robert Novak CIA’nin Başkan Bush’a hizmet etmesi gerekirken onu eleştirmeye başlamasını yanlış ve tehlikeli bulduğunu yazdı ve
“CIA Bush’a Savaş mı Açtı?” diye sordu. Türkiye’de çok tartışılmayan
“Plame olayı” da Amerikan istihbaratının Buush Yönetimi’ne bakışını olumsuz olarak etkiledi.
Basına yapılan bu sızdırmaların sadece Demokrat Parti yanlısı kişilerde geldiğini düşünmek doğru olmayabilir. Başkan Bush kamuoyu yoklamalarında önde görünmesine rağmen Cumhuriyetçi Parti’den azımsanmayacak sayı, pozisyon ve tecrübede kişi de başta Irak olmak üzere ülkenin güvenlik politikalarının gidişatından ve daha önemlisi Başkan’ın bu olumsuz gidişatı kabul etmemesinden ve hatta bazılarına göre farkında dahi olmamasından rahatsızlık duymaktadır. Adaylar arasında Perşembe günü yapılacak ve televizyonlardan 50 milyonun üzerinde kişinin izlemesi beklenen dış politika ile ilgili tartışmanın seçimin kaderini belirlemede belirleyici olabileceği belirtilmektedir. Bush Yönetimi’nin Karl Rove’un orkestrasyonunda gösterdiği gündemi belirleme ve şekillendirme becerisine Kerry ekibi aynı şekilde karşılık verememiş ve lehinde olan onca faktör ve avantaja rağmen yarışta geride kalmıştır. Amerikan istihbaratı içinden bazı kişiler bu duruma müdahale etmek ve Amerikan halkına Bush’un eksiklik, kusur ve başarısızlıklarını direk olarak anlatmaya karar vermiş gibi görünmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-24 Eylül 2004
Irak’taki Direniş
Irak’taki direniş ile ilgili değerlendirme yaparken birden fazla kategoride düşünmek doğru olabilir. Direnişin gücü, etkinliği ve etkisi birbirinden farklı kavramlardır ve aralarında bir ilişki olmakla beraber bu her zaman direk ve birebir olmayabilir. Burada belki bir parça subjektif olarak direnişin gücünden kastedilen kendi kendini üretme kapasitesi, halk nezdindeki desteği ve eylemlerini siyasi sermayeye dönüştürme başarısıdır. Iraklılar direnişçilere belli bir sempati duyup aynı zamanda onlar tarafından yönetilmek istemiyor olabilirler.Direnişin etkinliğinden bahsedilirken ise askeri eylemlerin sıklığı, dağılımı, çapı, teknik anlamda sofistike olup olmaması, verdirdiği kayıp ve katılımın boyutu kastedilmektedir. Direnişin etkisi ise ülkenin içinde ve dışındaki olaylarda yarattığı değişim veya fark olarak görülebilir. Bu sınıflandırmadan sonra denebilir ki direnişin etkinliği son dönemde azımsanamayacak derecede artmıştır. İstatistikler özellikle kontesktle beraber verilmediğinde bazen gerçekten yanıltıcı olabilir veya “altta” yaşanan bazı temel süreçleri gizleyebilir ama son birkaç aylık dönemde günlük askeri eylem sayısının 20 küsurlardan 80 küsurlara yükselmiş olması, bizzat sahadaki Amerikalı subayların direnişe katılanların resmi rakamlarda 4-5 bin ile ifade edilmesine rağmen aslında bunun nüfusun yüzde biri ile bunun yarısı arasında olduğunu belirtmeleri, Amerikan kuvvetlerinin üslerini çok daha az terk etmelerine rağmen verdiği kayıplardaki artışlar gibi göz ardı edilecek gibi değildir. Direnişin coğrafi olarak çok büyük değilse de gözle görülebilir bir gelişme içinde olduğu da kabul edilmelidir.
Nihayet direnişin etkisini değerlendirirken bunun yeniden yapılandırma çabalarına çok ciddi derecede ket vurması, seçimlerin tamamen veya kısmen ertelenmesini gündeme getirmesi, Amerikan kamuoyunda Irak’tan çekilmenin ciddi ciddi tartışılmaya başlanması ve doğruluğu bir parça şüpheli olmakla beraber bu tartışmanın Bush Yönetimi’nin içinde de yaşandığının ifade edilmesi, John Kerry’nin Irak Savaşı’nı kampanyasının merkezine koymaya karar vermesi ve eğer seçilirse bunun büyük ölçüde Irak sayesinde olacağının ortaya çıkması direnişin etkisini ortaya daha açık koymaktadır. Irak halkının Amerikalılara verdiği kredinin ilk başlardaki yüzde 60’ları aşan oranlardan yüzde dörtlere düşmesi de kısmen ve dolaylı olarak direnişin etkisi olarak görülmelidir. Irak’ta direniş olmasa ya da bu kadar etkinlikte bulunmasa idi ABD son 18 aylık dönemde olduğu gibi planlarında, yol haritasında ve siyasi takvimde bu kadar değişikliğe muhtemelen gitmeyecekti. Daha düşük bir ihtimal olmakla beraber, eğer direniş bu kadar etkili olmasa Fransız ve Alman askerleri hem de belki de kendi istek ve hatta ısrarlarıyla Irak’ta yer alabilirlerdi. Son olarak denebilir ki direnişin etkinliğinde ve etkisinde bariz bir arış vardır. Direnişin gücünün arttığını söylemek ise kısmen daha zordur. Direniş Irak’taki olayların en önemli şekillendiricilerin biridir ama bu tespit otomatik olarak onun güçlü olduğu ya da gücünün arttığı anlamına gelmemektedir ve Iraklılar bir süre sonra direnişin kendisinden de bıkmaya başlayabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 23 Eylül 2004
Amerikan Seçimleri ve Irak
Amerikan seçimlerine kırk gün kala kamuoyu yoklamalarında Bush’un on puanı aşan üstünlüğünün azaldığı ve hatta bazı yoklamalarda tamamen kaybolduğu görülmektedir. John Kerry girdiği yarışlarda sonradan açılan ve genelde iyi bitiriş yapan bir siyasetçi olarak tanınmaktadır. Bush’a oy vereceğini söyleyen seçmenlerin azımsanmayacak bir kısmının ülkenin gidişatından memnun olmadıklarını ve Bush’un önemli bazı konulardaki performansını başarılı bulmadıklarını söylemesi Kerry’nin doğru mesajları doğru kişilere ulaştırabilirse hala en az Bush kadar şansı olduğunu düşündürtmektedir. Kerry son dönemde takımına Clinton’un ekibinden önemli isimleri dahil ederek,
Irak konusunu kampanyanın merkezine getirerek ve bu konuda riskli olmasına rağmen tamamen olmasa da bir parça net bir pozisyon alarak ve karşı ekibin kendi kişisel geçmişi ile ilgili negatif kampanyasına aynı şekilde karşılık vererek bu düzelmede önemli bir rol oynamış olabilir.
Kabul etmek gerekir ki Kerry’nin Irak konusunda aldığı pozisyonlar değişken değilse bile belki biraz fazla sofistike ve Bush ekibi tarafından kolaylıkla karikatürize edilebilir olmuştur. Kerry savaş öncesinde Senato’da Bush’a savaş yetkisi verilmesini onaylamasının savaşı onaylamak değil Başkan’a Saddam karşısında inandırıcılık kazandırmak için verildiğini ve ayrıca Irak’ta bulunamayan kitle imha silahları ve Irak-El Kaide arasında olmayan ilişki hakkında şimdi bildiklerini o zaman bilseydi savaşa karşı çıkacağını söylemektedir. Ancak savaş sonrasında Bush’un Kongre’den istediği 87 milyar dolarlık isteğin aleyhinde oy kullanmasını izah etmekte ise bir parça daha güçlük çekmektedir. Eğer Bin Laden ya da üst düzey bir terör liderinin yakalanması veya büyük çaplı bir terör saldırısı düzenlenmesi gibi çok dramatik bir gelişme olmazsa önümüzdeki dönemde seçimin sonucunu etkileyecek faktörler arasında en önemlileri adayların televizyon önünde gerçekleştirecekleri münazaralardaki performansları ve kararsız seçmene cezbetmede gösterecekleri beceri olacaktır. Eğer Bush kamuoyu yoklamalarında geri düşseydi/düşerse Irak’taki Sünni üçgenindeki ceplere yönelik büyük çaplı askeri harekat beklenilen aksine Amerikan seçimlerinden önce gerçekleşebilir. Ancak Bush önde gitmeye devam ederse bu tür riskli ve halkın ilgisini Irak’a yoğunlaştıracak harekatlardan kaçınacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 22 Eylül
Yahudiler ve Amerikan Seçimleri – Çin ve Ortadoğu Petrolü
Bir kamuoyu yoklamasına göre ABD seçimleri bugün yapılsa
Kerry, Bush ve Nader Yahudi seçmenlerin sırasıyla yüzde 69, 24 ve 3’ünün oylarını alacak. Aynı yoklama geçtiğimiz Aralık ayında yapıldığında Kerry’nin oyu yüzde 59 idi. Başkan Bush son dönemde Yahudi seçmenlerin desteğini bir parça kaybetmiş olsa da, hala 2000 seçimlerinde oylarının sadece yüzde 19’unu aldığı Yahudi seçmenler nezninde yüzde 5’lik bir ilerleme kaydetmiş durumda. Yahudiler ABD nüfusunun sadece yüzde 2’sini oluşturmalarına rağmen Florida, Ohio ve Pennsylvania gibi seçimde ortada görünen eyaletlerde önemli bir grup halindeler. Yahudiler ayrıca Demokrat Parti’nin bağış tabanının önemli bir kısmını oluşturuyorlar. Bir görüşe göre Yahudi seçmenlerin son dönemde Kerry’e artan teveccühlerinin en önemli nedeni Irak savaşı. ABD’dekiYahudilerin yüzde 66’sı bu savaşı onaylamıyor. Bu rakam Aralık ayında yüzde 57 idi. Ayrıca kürtaj, kök hücre araştırmaları, eçcinsellerin hakları, ateşli silahların kontrolü, din-devlet ilişkisi gibi konularda muhafazakar destekçilerini memnun etmek isteyen Başkan Bush’un kendisine daha olumlu bakabilecek bazı merkez Yahudi seçmeni kendisinden uzaklaştırdığı iddia edilmektedir.
Çin’in petrol ithalatı geçtiğimiz yıla göre yüzde 40 oranında arttı. Enerji konusunda Orta Doğu’ya olan bağımlılığı artan Çin’in bölgeye olan ilgisi de artıyor. Çin ve Suudi Arabistan ilişkilerini geliştiriyorlar ve görüşme ve danışmalarını düzenli hale getirmeye karar verdiler. Çin petol ithalatının yaklaşık yarısını Orta Doğu’dan karşılarken S. Arabistan Çin’in ithalatının yüzde 17’sini tek başına karşılıyor. Çin dünya petrol rezervlerinin sadece 2.1’ine sahip. Bu rakam ABD için ise 2.7. Geçytiğimiz on yılda ortalama yüzde 9 büyüyen Çin’de araba satışları da yüzde 70 oranında arttı. Çin 2003 yılında Japoya’yı geçerek ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci petrol ürünleri ithalatçısı haline geldi. Önümüzdeki yürmi yıl içinde Çin’in petrol ihtiyacının ikiye, ithalatının ise dörde katlanacağı tahmin ediliyor ki bu ithalat dünyanın en önemli petrol ihracatçısı Suudi Arabistan’ın ihracatına eşit miktara ulaşmış olacak. Çin son dönemde İran, Venezeulla, Kazakistan, Sudan ve Saddam dönemi İrak’ı gibi değişik coğrafyalarda petrol arama ve üretim konusunda girişimlerde bulundu. S. Arabistan’ın uzun yıllar süren müzakerelere rağmen ABD şirketleri ile gaz arama konusunda anlaşamadıktan sonra Çin petrol şirketi ile aynı konuda önemli anlaşmalar imzalamış olması dikkate değer. S. Arabistan’ın önümüzdeki dönemde Çin’de devlete ait bir rafineriye ortak olması bekleniyor. Çin’in Orta Doğu’ya yönelik stratejisinde silah satışları da önemli bir rol oynuyor. Pekin geçmişte İran ve S. Arabistan’a İsrail ve ABD’yi kaygılandıran füze satışlarında bulunmuştu. Çin’in Orta Doğu’ya olan artan ilgisi ve ihtiyacı ABD’yi endişelendiriyor. Bölgede ABD ile problemli olan ülkeler giderek daha fazla oranda Çin’e bakmaya başlayabilirler. Ancak Çin ABD ile bölgede direk bir rekabete girmeye henüz çok hazır ve istekli değil gibi görünüyor. Ama bu durumun uzun süre daha böyle devam edeceğinden emin olunamaz. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 21 Eylül 2004
ABD, İran ve Türkiye – Kerry ve Irak
İran'ın nükleer programı önümüzdeki dönemin en önemli konusu olmaya adaydır. Türkiye’nin bu konunun diplomatik, stratejik ve teknik yönünü çok yakından takip etmesi gerekir. Konu Türkiye'yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Önce Türkiye'nin kapısının bu programı askeri önlemlerle durdurma girişiminin bir parçası olması için çalınması gündeme gelebilecektir. İran'ın nükleer güç olması halinde ise Türkiye’nin nükleer bir komşu ile yaşamayı öğrenmesi gerekecektir. İran'ın nükleer güce sahip olması Orta Doğu'daki dengelerde önemli olacağı kesin ama şekli belli olmayan etkiler yaratacaktır. İran'ın nükleer güce sahip olması Türkiye'yi benzer arayışlara itebilir. Hava kuvvetlerini daha da güçlendirmek yolu ile İran'a karşı bir caydırıcılık sağlamanın yeterli olacağını iddia edenler de bulunmaktadır. Bu yol İran tarafında Türkiye için gerekli bir caydırıcı etkiyi yaratsa da İran’ın nükleer güce ulaşmasının üçüncü tarafların -özellikle Güney ve Doğu komşularımızın- gözünde İran'ın etkinliği ve prestijinin Türkiye'nin önüne geçmesini engellemeye yetmeyebilir.
Demokrat aday John
Kerry şimdiye kadar Irak ile ilgili yaptığı en kapsamlı değerlendirmesinde Bush Yönetimi’nin Irak ile ilgili olarak Amerikan halkını aldattığını, Saddam’ın savaştan önce ABD için ivedi bir tehdit olmadığını, savaştan sonra Irak’ın teröristler için bir eğitim alanı haline geldiğini, Bush’un çok büyük bilgilendirme, hesap, değerlendirme ve yönetim hataları yaptığını ve “beceriksizlikte ısrar” ederek Amerika’nın güvenliğini zayıflattığını iddia etmiştir. Kerry ayrıca Irak ile ilgili olarak Irak güvenlik güçlerinin eğitimi konusunda ciddi olmak, uluslararası destek toplamak, yeniden yapılanma konusunda daha çok çaba harcamak ve seçimlerin mutlaka gerçekleşmesini sağlamak gibi bazı önerilerde de bulunmuştur. Demokrat aday eğer kendi fikirleri hemen uygulanmaya başlanırsa önümüzdeki yazdan itibaren Irak’tan asker çekmeye başlanılabileceğini ve dört yıl içinde de tüm askerlerin çekilmiş olacağını iddia etmektedir. Bush ekibi ise Kerry’nin planının “yenilgiyi kabul etmek ve çekilmek” olduğunu iddia etmektedir. Kerry’nin hedeflerinin genelde olumlu olmakla beraber
pek detaylı, gerçekçi ve yeni olmadığı yorumları yapılmaktadır. Ancak bu eleştiri yaparken son dönemde Bush’un Irak ile ilgili söylemi değilse bile eylemlerinin Kerry’ye yaklaştığı ve
Bush’un yaptığı hatalarla geriye ABD için pek de iyi seçenekler bırakmadığı da unutulmamalıdır. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 20 Eylül 2004
ABD, İran ve Türkiye
Önümüzdeki dört yılın Amerikan dış politika gündeminde çok önde bir yer tutmaya aday olmasına rağmen İran ABD seçim kampanyasında şaşılacak kadar
az yer tutmaktadır. İki adayın da İran konusunda ne yapacakları konusunda ikna edici bir planının olduğu söylemek güçtür. ABD’nin Irak harekatının amaçlarından birinin İran’a karşı somut bir caydırıcılık sağlamak olduğu ifade edilmekteydi. Ancak bunun istenilen sonucu verdiğini söylemek şu an için zordur. Belki önümüzdeki yıl iyice tırmanması beklenebilecek gerginlikte “Irak emsali” İran rejimini bazı ekonomik ve askeri garantiler almak karşılığında geri adım atmaya itecek faktörlerden olabilir. Ama şu an görünen, Irak harekatının, 1) İran rejiminin nükleer silah sahibi olma konusundaki tereddütlerini ortadan kaldırdığı, 2) ABD’yi, derecesi kolayca abartılmaya müsait olsa da, Irak’ta İran ile bir tür karşılıklı bağımlılık ilişkisine soktuğu ve opsiyonlarını kısıtladığıdır. ABD bir yandan Irak’taki askeri varlığı ile İran’a coğrafi olarak yaklaşmıştır ama öte yandan da Irak’ta İran’ın karşı darbelerine açık hale gelmiştir. ABD’nin Kasım ayında seçilecek Başkanını en çok meşgul edecek sorulardan biri, eğer ABD İran’a karşı tek başına veya İsrail ile bir askeri harekat düzenlerse ya da kendi sınırlı desteği ile İsrail’in buna yapmasına izin verirse, bunun sonucunda başta Irak olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde İran destekli terör dalgasına hedef olmaktan ne derece çekinilmesi gerektiği olacaktır. İran’ın özelikle Irak’ı ABD için tahammül edilemez bir cehenneme çevirebileceği iddiaları ne ölçüde gerçeği yansıtmaktadır? Yeni Başkanın ayrıca askeri bir harekatın tamamen başarılı olmaması, ABD ile Avrupalı müttefikleri ile tekrar karşı karşıya getirmesi ve İsrail’in harekata dahil olması durumunda bunun Orta Doğu’da yaratacağı karmaşa gibi ihtimalleri de değerlendirmesi gerekecektir.
Türkiye açısından bakılacak olursa, İran’a askeri müdahale konusunda neredeyse kesin olarak Ankara’nın kapısının çalınacağını, ortak harekat önerileceğini, bu olmazsa da üslerini açmasını ya da en azından hava sahasından geçiş izni istenmesini bekleyebiliriz. Şu anda görülen Türkiye’nin bu tür taleplere olumlu cevap vermesinin çok uzak olduğu şeklindedir. AB süreci Türkiye’nin bu tür konulardaki tercihlerini muhtemelen “eski” Avrupa’nınkine daha çok yaklaştıracaktır. Müzakerelerin başlaması durumunda Türkiye’nin bölgesel konularda yaşanacak transatlantik tartışmalarda istese dahi çok fazla ABD yanlısı pozisyonlar alamayacak olması beklenmelidir ki bu durum
ABD’nin gerçekten Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini inanmayı güçleştirmektedir. Bu arada Yasemin Çongar’ın seçim kampanyasında etkili olan ama Bush’un mu yoksa Kerry’nin ekibinde olduğu belli olmayan birinin ağzından Alman Büyükelçisi aracılığıyla dolaylı olarak aktardığı
aşağıdaki sözler anlamlıdır: “AB'den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye'yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak'a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz.” Acaba Türkiye’nin AB üyeliği süreci ABD için Türkiye’yi K. Irak’tan uzakta tutmak gibi önemli ama geçici bazı faydalar sağlamakta olabilir ve tahminen önümüzdeki bir-iki yıl içinde bu gereklilik ortadan kalktıktan sonra ABD Türkiye’nin AB sürecini engelleme işini kaldığı yerden devam etmeyi planlıyor olabilir mi? (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 17 Eylül 2004
Amerikan Seçimleri Üzerine
Başkan Bush’un bizzat kendisinin “terörle savaşta” ana cephe ilan ettiği Irak’ta işler gerek Iraklılar gerekse ABD açısından her geçen gün daha kötüye gitmektedir ve gelecekle ilgili olumsuz beklentiler içine girenlere
Amerikan istihbaratının en üst düzey analitik birimi de dahildir. Bush Yönetimi’nin, savaşa giden dönemde Amerikan halkını ve dünya kamuoyunu yanılttığı, savaş sonrası için gerekli planlamayı yapmadığı, bir çok müttefikini karşısına aldığı ve ittifak ilişkilerinde kalıcı olabilecek bir tahribat yarattığı, uluslararası kurumları zayıflattığı, nükleer silah edinmeye çok daha yakın olan İran ve K. Kore’nin oluşan karmaşayı kendi lehlerine kullandığı, kaynakların teröristleri takip için kullanılması gerekirken Irak’ta harcandığı, İslam coğrafyasında gerçek büyüklüğünü tespit etmek çok kolay olmasa da belirgin bir Amerikan aleyhtarı dalga yarattığı iddia edilmektedir. Demokrat aday John Kerry aile bağlantılarını kullanarak bundan kaçabileceği halde Vietnam’da savaşmış, birden fazla kez yaralanmış, sonra da Amerikan halkının çoğu gibi bu savaşa karşı cephe almış iken, Başkan Bush hem bu savaşı desteklemiş hem de savaşa gitmekten kaçınmıştır. Rezerv pilot olduğu dönemde de birliğine gerektiği kadar gidip gitmediği netleşmemiştir ve bu dönemle ilgili resmi kayıtların şüphe uyandırıcı eksiklikler ve uyumsuzluklar bulunmaktadır. Amerikan halkının yarısından fazlası ekonomik gidişattan memnun değildir ve genelde Demokratların ekonomi, eğitim, sağlık gibi konularda daha bilgili, ilgili ve başarılı olduğu düşünülmektedir. Tüm bunlara rağmen Bush’un hala kamuoyu yoklamalarında önde görünmesini anlamak dışarıdan bakanlar için güçleşmektedir.
John Kerry bir
aday olarak fazla başarılı olamayabilir, önemli konularda aldığı pozisyonlarla Bush’un kiler arasında fazla bir fark olmayabilir ama bu durum bizi Kerry’nin seçilmesi ile Bush’un seçilmesi arasında bir fark olmadığını düşündürtmemelidir. Denebilir ki, Kerry aslında olduğundan daha şahin, Bush ise –en azından son dönemde- aslında olduğundan daha yumuşak görünmeye çalışmaktadır. Bush, düz konuşan, düşündüğünü söyleyen, inandığı şeyler için risk alan ve başkalarının hele Amerikalı olmayanların ne dediği ile fazla ilgilenmeyen bir
lider portresi çiziyor. Bush kampanyası Kerry’yi seçkinci, kararsız, kendisiyle, geçmişiyle, “Amerikan değerleri” ile çelişkili, yaptıkları ile söyledikleri ve söyledikleri ile gerçekler arasında ciddi çelişkiler olan, teröre karşı yumuşak, Amerika’nın çıkarlarını düşünmek yerine yurt dışında popüler olmaya önem veren bir “politikacı” olarak göstermek istemektedir. Bush bir kez daha seçimi kazanırsa o zaman Amerikan halkının “yetişkinliğinden” şüphe etmek gerekebilir. Kerry’nin bir kısmı bariz şekilde gözüken, bir kısmını şimdi henüz bilmediğimiz kusur ve yetersizlikleri olabilir ama Bush’un Amerikası ile Kerry’ninki arasında bir fark olmadığını iddia etmek doğru olmayacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G- ABD 15 Eylül 2004
Tel Afer, ABD ve Türkiye
Eğer gerçekten Tel Afer büyüklüğünde bir yerleşim merkezine
güvenilirliği bu denli tartışılır bir istihbaratla bu şekilde saldırarak terörle mücadele edileceği düşünülüyorsa ABD’nin Irak’ta niye
başarısız olduğuna şaşmamak gerekir. Öte yandan olaya Türkiye açısından bakarsak yapılan ve kısmen
Abdullah Gül’ün de yansıttığı aşağıdaki tahmin, değerlendirme ve iddialar eğer
doğru değilse bile makul ve anlaşılmaz olmayan vehimleri yansıtmaktadır: 1) Türkiye’nin ikinci gümrük kapısını açma girişimini engellemeye ya da zorlaştırmaya yönelik bir adım olduğu 2) Kerkük’te uygulanan ve muhtemelen hızlandırılması planlanan salam politikasının bir provası olduğu, 3) Türkmenleri sindirmek ve Türkiye’nin Irak’ın içindeki gelişmelere etki edemediğini göstermenin amaçlandığı, 4) Ankara’ya, Kürtlerin bağımsızlık ilanı ve/veya Kerkük’te demografik yapıyı değiştirme konularında radikal adımlar atması halinde müdahale etmeyi aklından bile geçirmemesi mesajı olduğu. Burada daha önce ifade edildiği gibi Türkiye içinde PKK terörünün tırmanması da bu listeye eklenebilir. Kürt-Amerikan ve hatta belki de İsrail tarafının Türkiye’yi Irak’a etki ve müdahale edemez hale getirmeye çalıştıkları iddiası belki kesin olarak kanıtlanabilir değildir ama inandırıcıdır.
Bu tür olayların önüne geçmek için Ankara tarafından Washington’a üst düzeyde danışmalar yapılması gerekliliği ortaya konmalıdır. Telafer’deki askeri harekat gibi sadece Türkmenlerin yaşadığı şehirde vebazı rakamlara göre 100 bin – 100 bin!- kişinin şehri terk etmesine neden olmuş büyüklükte ve Ankara’yı direk olarak ilgilendirdiği açık olan böyle bir harekat yapılmadan önce
haber vermenin ötesinde üst düzey danışmalar yapılmış olmalıydı. Aksi takdirde hala telaffuz edilmeye devam eden “stratejik ortaklık” gibi kavramlar yanlış olmanın ötesinde acıklı bir içerik kazanabilirler. Yapılan üst düzey ziyaretlerin Türk-Amerikan ilişkilerini belki yoğun bakımdan çıkardıysa da tamamen tedavi ettiğini söylemek mümkün değildir. Irak harekâtı öncesi yaşanan sert pazarlıklar, 1 Mart olayı, “kırmızı çizgilerin” aşılması ya da yıpratılması, Süleymaniye krizi, Irak’a asker gönderme tartışmaları ve ABD’nin bu talebini geri alması ve Washington’un PKK konusundaki tavrı Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi tahribata neden olmuştur. Tel Afer olayı son iki yılda Türk tarafının incindiği yukarıdaki olaylar listesine yeni bir halka olarak eklenmiştir: (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 13 Eylül
ABD, Irak ve İran
Newsweek dergisinin uluslararası baskısının editörü ve son dönemde ABD’deki en saygın dış politika yorumcularından olan
Fareed Zakaria ABD’nin Irak’ta Sünnileri dışlayan bir dizayn kurmaya çalışmasının risklerini ortaya koyduğu yazısında, geçmişte İngilizlerin de benzer bir şekilde tek bir etnik grubu kayırdıklarını ama bunun sonuçlarının hep olumsuz olduğunu belirtiyor. Yazar yetki devrinin şiddeti azaltacağını beklenilmesine rağmen tam tersinin olduğunu ve eylemlerin şiddet, çeşitlilik ve coğrafi dağılım olarak arttığını, ama ülkenin her tarafını kapsamadığını ve muhtemelen de kapsamayacağını belirttikten sonra, Sünnileri dışlamanın Irak’ta kutuplaşmayı arttıracağını yazıyor. Geçici Irak Yönetimi’nin ve Irak güvenlik güçlerinin ülkedeki güvenlik problemi ile başa çıkmak için güce ve meşruiyete sahip olmadıkları açıkça görülmektedir.
ABD’nin özellikle Bush kazanırsa Amerikan seçimleri ile Irak’ta seçimlerin yapılmasının planlandığı Ocak ayı sonu arasında Sünni Üçgeni’nde büyük çaplı askeri harekatlara girişmesi beklenebilir. Kerry’nin kazanması halinde ise Irak’taki güvenlik durumu ile baş etmek için Bush’tan farklı ne yapacağını bilmek için elimizde bir bilgi bulunmuyor. Amerikan halkı ise Irak konusunu seçimin önde gelen konusu olarak görmüyor gibi görünmektedir. Özellikle son dönemde Irak’ta yaşanan olumsuz gelişmeler Başkan Bush’un kamuoyu yoklamalarındaki durumuna çok fazla etki etmemektedir. Bunun nedenleri olarak Kerry ve ekibinin Irak konusunu yeterince gündemde tutmayı başaramayışı dışında, Amerikalıların gelen olumsuz haberlere karşı bir tür kayıtsızlık ve bağışıklık kazanmaları ve hatta belki de Kerry’nin Irak’ta Bush’tan farklı ve etkin bir formülü olduğuna inanmaları da olabilir. ABD Irak’ta başlangıçta koyduğu hedeflerin çok uzağın düşmüştür. Bu sonuçta koyduğu – ya da vazettiği- hedeflerin gerçekçilikten uzak olması kadar uygulamadaki yanlışları etkili olmuştur. Ne yazık ki, Türkiye’de bir çok kişi tarafından ifade edilenin aksine, ABD bir süre sonra bu başarısızlıkla her gün yüzleşmekten bıkarak ülkeyi kendi haline bırakmayı tartışmaya başlayabilir. Burada daha önce de belirtildiği gibi nasıl Bush’un dört yıllık iktidarının başlıca konusu Irak olduysa önümüzdeki dönemin baş konusunun da İran olması yüksek bir ihtimal gibi görünmektedir. İran ile Irak sorununun çözümleri arasında önemli bir ilişki olmasa idi ABD’nin Irak’tan bıkarak ağırlığını İran’a vereceğini söylenmek daha kolay olabilirdi. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 10 Eylül 2004
Türkiye, ABD ve AB - Dünya Ekonomisi
The Economist dergisi son sayısında,
tersi görüşler hala
sık sık ifade edilmesine rağmen, Türkiye’nin AB üyeliğinin
gerçekten Washington’un çıkarına olup olmadığını sorguluyor. Dergi üyeliğin gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin beklenenin aksine AB içinde ABD yanlısı bloğu güçlendirmeyebileceğini belirtiyor. Dergi,
son yapılan kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan resmin Türk kamuoyunun ABD ve İsrail’e yönelik eleştirel yaklaşımının AB ülkelerinden de ileri olduğunu gösterdiğini belirtirken öte yandan da Türkiye’nin güç kullanma gibi konulardaki refleksinin AB ülkelerinden epey farklı olduğunun altını çiziyor. Türkiye’nin üyeliğinin Ankara’yı Batı’ya demirleyeceği iddiası doğru ise bile eğer bu arada Batı tek parça olmaktan çıkarsa bunun Türkiye’yi Washington’dan nisbi olarak uzaklaştırması ihtimali önümüzdeki dönemde Amerikan Yönetimlerini şimdiye kadar olandan daha çok düşündürecek bir konu olabilir.
Derginin aynı sayısında ünlü uluslararası ekonomi uzmanı
Fred Bergsten tarafından kaleme alınan yazıda dünya ekonomisinin önündeki en önemli problemler tartışılıyor. Bergsten Amerikan ekonomisinin dış ticaret ve bütçe açıklarının yaratığı dengesizliklerin çok ciddi olduğunu söyledikten sonra eski Fed Başkanı Paul Volcker’ın önümüzdeki beş yıllık dönemde doların değerinde ciddi bir düşme olma ihtimalinin yüzde 75 olduğu yönündeki sözlerine de yer veriyor. Bergsten dünya ekonomisinin önündeki diğer problemleri sayarken önlem alınmazsa gelebilecek korumacı bir dalgayı, Çin ekonomisinin “sert iniş” yapma ihtimalini ve 60-70 dolar seviyesine yükselebilecek petrol fiyatlarını gösteriyor. Yazara göre bu riskler birbirleri ile etkileşim halindeler ve hepsi değilse bir kısmı dahi aynı anda geçekleşirse hem Amerika hem de dünya için ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlar arasında yüksek enflasyon, yüksek faiz hadleri, büyümenim yavaşlaması ve hatta durgunluk, işsizlik, rezerv paralar arasında çatışma ve korumacılık geliyor. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 07 Eylül
Irak ve Amerikan Seçimler
Irak’taki kayıpları 1000’i aşarken Washington’un Orta Irak’taki bazı
bölgelerin kontrolünü açıkça direnişçilere bırakmış olduğu görülüyor. Bu noktada akla iki soru geliyor: 1) ABD bu bölgelerde kontrolü ele geçirmek için Amerikan seçimlerinden önce yada sonra, Iraklı güvenlik güçleriyle beraber ya da tek başına büyük çaplı askeri harekatlara sırayla ya da her bölgede aynı anda girişecek mi? 2) Bu olmazsa ya da denenir de başarısız olursa Ocak ayındaki seçimler bu bölgelerde yapılabilir mi? Irak’taki iki numaralı Amerikalı komutan olan
General Metz bu bölgelerde seçimin yapılamayacağını belirtmektedir. Ancak nüfusu 3 milyona yaklaşan Sadr şehri de bunlara dahil olursa seçimlerin pratik ve demokratik değeri oldukça azalacaktır. Amerikan Yönetimi’nin Nisan ve Ağustos’da iki defa denedikten sonra başarısız olduğu sert taktikleri Amerikan seçimlerinden önce denemesi Beyaz Saray için bazı riskler yaratabilir. Bu girişimlerin kanlı olacağı neredeyse kesin olmakla beraber askeri ve siyasi olarak sonuç vereceği şüphelidir. Bu noktadaki bir başarısızlık ise Başkan Bush’un Irak ile ilgili başarısızlığını seçim öncesinde ortaya koyacağı için iç politika açısından riskidir.
Bu arada geçen hafta sonunda yağılan son kamuoyu yoklamalarında Bush’un 10 puan önde görünmesine rağmen daha sonra yapılanlar bu farkın
daha mütevazi düzeylerde olduğunu göstermektedir. Siyasi analist Ron Brownstein Bush’un bu
avantajı koruyup koruyamayacağını sorguladığı yazısında seçimin kaderini ekonomi ve Irak’taki gelişmelerin belirleyeceğini ama iki tarafında bunlar üzerinde çok az etkisi olduğunu ama Kerry’nin bazı kampanya tercihlerinin Ağustos ayında ibrenin ters dönmesinde etkili olduğu belirtiyor. Kerry Vietnam geçmişi ile ilgili iddialara yeterince hızlı cevap veremedi ve Bush ile arasındaki farkı yeterince etkili vurgulayamadı. Bush küçük de olsa bir avantaj yakalamış olmakla beraber seçimin hala ortada olduğu söylenebilir. Bundan sonra iki aday da ağırlığı televizyon tartışmalarına vereceklerdir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 03 Eylül 2004
Seçimler ve Terör
Amerikan seçimlerinden önce yeni bir terör saldırısı olmasının adaylardan
hangisinin işine yarayacağını tahmin etmek hala güçtür. El Kaide ya da benzeri bir terör örgütü, İspanya’da olduğu gibi sadece Amerikan seçimlerinin sonucunu etkileyebileceğini göstermek için bile seçim öncesinde ABD’de bir terör eylemi düzenlemek isteyebilir. Ancak bu tür bir eylemi gerçekleştirme güçleri olup olmadığının ötesinde eylemin istedikleri türden bir etki yapacağından emin olmak güçtür. Denebilir ki Bush’un dış politika konusundaki en zayıf yönü Irak olmaya devam etmektedir. Teröristler Irak ya da Afganistan’da 1968’deki Tet Saldırısı’na benzer bir büyük bir dalga ile saldırırlarsa bunun Bush’u zor durumda bırakabileceği ama saldırıların ABD’nin içinde ya da son Çeçen eyleminde olduğu gibi Amerika dışı hedeflere olmasının ise Başkan’a yarayacağı söylenebilir.
ABD’nin içindeki bir saldırıda Yönetim’in ihmali olup olmadığı konusu ancak seçimlerle saldırı arasında belli bir süre olursa tartışılabilir ve Bush’a zarar verebilir. Bu sürenin az olması halinde muhtemelen yeni bir saldırı ya da “son anda önlenen” büyük çaplı bir saldırı planından Bush avantajlı çıkabilir. Bu arada Başkan Bush’un son dönemde El Kaide ya da Osama Bin Laden isimlerini fazla telaffuz etmemesi dikkat çekmektedir. Bin Laden ya da üst düzey başka bir El Kaide liderinin
yakalanmasının Bush’un seçilme şansını arttıracağı düşünmek zor değildir. Ancak bu yakalanmanın seçimlere çok yakın gerçekleşmesi kafalarda bazı soruların oluşmasına da neden olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)
G-ABD 01 Eylül 2004
Pentagon'da İsrail Casusu İddiaları – Senatör McCain
Pentagon görevlisi Larry Franklin hakkındaki ABD’nin İran politikasıyla ilgili gizlilik derecesi yüksek resmi bir dokümanı AIPAC görevlileri vasıtası ile İsrail'li diplomatlara verdiği yolundaki casusluk iddialarının basına yansımasının üzerinden beş gün geçtikten sonra bile olay
muamma olmaya devam etmektedir. Olayın espiyonaj dışında Pentagon’un Amerikan dış politikası ve Beyaz Saray’ın bilgisi ve onayı olmadan
İran’da rejim değişikliği planını uygulaması, Ahmet Çelebi’ye sonradan İran’ın eline geçtiği iddia edilen gizli bilgilerin verilmesi, savaş öncesinde Irak’la ilgili istihbaratın bilerek abartılması gibi olaylarla ilişkili boyutları da olabilir. Bu konuda akla gelen ilk soru, İsrail'in Bush Yönetimindeki en üst düzey şahinler vasıtası ile hemen her türlü bilgiye ulaşması mümkünken niye orta düzey bir yetkiliden bu tür bir bilgi alma yolun gittiği ve bunu neden bu kadar dikkatsizce yaptığıdır. Acaba Franklin yakın olduğu üst düzey yetkililer tarafından bir tür ulak olarak kullanılıyor olabilir mi? Cumhuriyetçiler olayın büyütülmesine Bush'a zarar verebileceği nedeniyle karşı çıkmaktadırlar. Kerry ise belki de Yahudi lobisini ürkütmemek için konuyla ilgili net ifadeler kurmaktan kaçınmaktadır. Konunun basına sızma şekli de gariptir. Bunun
soruşturmanın hedefi olanlar tarafından yapılmış olması ihtimali vardır. Hala bir tutuklama olmaması nedeniyle bazı yorumcular FBI'ın elinde yeterince kanıt olmadığı şeklinde yorumlar yapmaktadır. Franklin’in
buzdağının sadece görüne kısmı olduğu da iddia edilmektedir. Douglas Feith, Michael Ledeen ve Harold Rhode ve hatta Paul Wolfowitz gibi Türkiye ile bağlantıları olan bazı kişilerin de olaya karışmış olma ihtimali Türkiye açısından ilave bir ilgi yaratabilir.
Cumhuriyetçi Senatör John McCain Başkanlık seçimlerinde
önemli bir aktör olarak öne çıkmaktadır.
Düşündüğünü söylemekten ve gerektiğinde kendi Partisi ile ters düşmekten çekinmeyen Vietnam Gazisi McCain uzun süre John Kerry tarafından da yardımcısı olması için ikna edilemeye çalışılmıştı. 2000 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olmak için George Bush ile yarışan McCain’in tamamen politikanın üzerinde olduğu da söylenemez. Bazı yorumcular McCain’in Bush’u desteklemesinin arkasında
2008 seçimlerinde partisinden aday olma isteğinin olduğunu belirtiyorlar. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 31 Ağustos 2004
Irak Direnişi – Amerikan Seçimi
Irak’ta Haziran ayında 42, Temmuz ayında 54, Ağustos ayında ise 63 Amerikan askeri
ölmüştür. Bu rakam Nisan ve Mayıs aylarında ise 135 ve 80 idi.Yetki devrinden bu yana ölen Amerikan askeri sayısı 110’a ulaştı. Irak’ta ölen Amerikan askeri sayısı toplamı 1000’e yaklaşırken resmi rakamlara göre yaralananların da 6500 olduğu belirtiliyor. Saldırıların, saldıranların ve verdirdikleri kaybın arttığı söylenebilir. Günlük saldırı sayısının 60 ulaştığı belirtilmektedir ki bu yetki devrinden önceki döneme göre yüzde 20’lik bir artışı ifade ediyor. Direnişin aktif üyelerinin nüfusun yüzde birinin yarısı kadar olduğu belirtiliyor ki bu 120 bine tekabül ediyor. Son dönemde dikkatler Necef’te yoğunlaşmış olmasına rağmen saldırıların çok büyük bir bölümünün hala Sünni üçgeninde olduğu görülmektedir. Sayıları 240 bine ulaşmış olmasına rağmen Irak güvenlik güçleri hala eğitim sürecindeler ve baskınların çoğunu hala Amerikan askerleri yapıyor. Hükümet üyelerine, Irak güvenlik güçlerine yönelik saldırılar ve yabancıların rehin alınma olayları da devam ediyor. Bu trendlerin seçimlerin yapılması beklenen Ocak ayına kadar ne ölçüde değişeceği belisizliğini koruyor.
New York’taki Cumhuriyetçi Parti Kongresi öncesinde Başkan Bush’un Kerry’e göre birkaç puanlık bir avantaj kazandığı görülmektedir. Aradaki fark hala kamuoyu yoklamalarının hata marjı içindeyse de Kerry’nin Vietnam geçmişi ile ilgili yapılan negatif kampanyanın direk ya da gündemi değiştirdiği için dolaylı bir etkisi olduğu dile getirilmektedir. Cumhuriyetçi Parti Kongresinde daha çok merkez mesajlar verilmesi beklenmektedir. Bush’un Kongre’den sınırlı da olsa belli bir avantajla çıkması beklenebilir ama seçimin sonucunda iki liderin televizyonda gerçekleştireceği tartışmaların önemli olacağı söylenebilir. Yorumcular iki liderin de direk ve dürüst bir vizyon ortaya koyamadıklarını belirtiyorlar. Kerry’nin vizyonunun netlikten uzak olduğu Bush’unkininse fazla net olduğu ve gerçeklerle uyumsuz olduğu eleştirileri yapılıyor. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)