<$BlogRSDURL$>
TurcoPundit
30 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 29 Nisan 2004
Amerikan Seçimleri Üzerine Notlar

Mevcut başkanın çok büyük bir başarısızlık göstermezse genelde yeniden seçilmesi geleneği olan ABD’de son 70 yıldır seçime Başkan olarak girip de kaydeden sadece iki aday olmuştur (Carter ve Baba Bush). Aynı şekilde, rakibinden belirgin olarak daha büyük bir bütçeyle kampanya yapıp kaybeden aday olmamıştır. 11 Eylül’den sonra milliyetçilik, kararlılık, sertlik gibi Başkan Bush’un sahip olduğuna bir çok kişiyi inandırdığı özelliklerin siyaset piyasasındaki değerini artmıştır. Ayrıca Bush’un rakibi John Kerry’nin son üç demokrat Başkan’dan (Clinton, Carter ve Johnson) farklı olarak Güneyli değil Kuzeyli olması kendisi için önemli bir handikaptır. Ancak ekonomide en azından rakamlar düzeyinde yaşanan düzelmeyi de dikkate alınsa bile Bush’un seçimi kazanma ihtimali John Kerry’ninkinden fazla değildir. Son yapılan kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının özellikle Irak ile ilgili görüşlerinin olumsuz yönde değiştiğini göstermektedir. Amerikan halkı savaşın gidişatın olumsuz olduğunu, Irak’ta başarılı olma ihtimalinin azaldığını, Bush’un savaş konusunda tamamen dürüst olmadığını, Irak’ın aslında ivedi – ve hatta bazılarına göre gerçek- bir tehdit olmadığını düşünmeye başlamaktadır. 11 Eylül’den bu yana Amerika’da önemli başka bir terör saldırısı olmamasına rağmen Amerikalılar kendilerini hala güvensiz hissetmektedir.

Bu arada ekonomideki büyüme ancak sınırlı bir istihdam yaratmaktadır. Örneğin son ay 300 bin yeni iş yaratılmasına rağmen bunların yüzde yetmişten fazlası sosyal güvenlik açısından sınırlı faydaları olan geçici ya da part-time işler olmuştur. Ayrıca Bush Başkan olduğundan beri yaklaşık 3 milyon kişi işini kaybetmiştir ve hey ay 150 bin civarında kişi iş piyasasına girmektedir. Toplam bir trilyon dolara ulaşan Bütçe ve dış ticaret açıklarının Amerikan halkının yaşantısına ve bilincine etki etmesi zaman alacaksa da, Bush’un bu konularda da “sorumsuz” denebilecek uygulamalar içinde olduğu bilinmektedir. Başkan Bush seçilmeden önce ülkeyi birleştirme sözü vermiş olmasına rağmen içeride “şefkatli muhafazakarlık” ne de dışarıda “mütevazi” olma yönünde verdiği sözleri tutmuştur. Bu arada ABD’nin siyasi olarak yarıya yarıya yakın ve giderek coğrafi olarak netleşen bir şekilde Kırmızı (Cumhuriyetçi) ve Mavi (Demokrat) olarak ikiye bölündüğü şeklinde yapılan değerlendirmeler artmaktadır. Benzer siyasi görüşlere ve hayat tarzına sahip Amerikalılar giderek artan oranda kendileri gibi olan insanların yaşadığı bölgelerde yaşamaktadır. Bir partinin baskın olduğu ve seçim sonuçlarının şimdiden neredeyse kesin olduğu bölgelerin ve burada yaşayanların oranı artmaktadır. Seçime katılım oranının yüzde 50 civarında olması beklenmektedir. Ama kimin kazanacağının şimdiden belli olduğu eyaletlerdeki seçmenlerin oranı yüzde 70 olduğu hesaplanmaktadır. Oyunu belirlemeyenlerin oranı ise yüzde 25 civarındadır. Bazı analistler önümüzdeki yaklaşık altı aylık dönemde seçimi etkileyecek oyların belki de sadece yüzde 4 kadar olduğu tahminini yapmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
28 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 27 Nisan 2004
Bush, Kerry ve Dış Politika

Hemen herkesin çok yakın geçmesini beklediği Kasım seçimlerinde ekonomi ve genel olarak terörle mücadelenin yanında Irak’ın en önemli konulardan biri olacağı düşünülmektedir. Bush Yönetimi Irak’ın terörle mücadelenin bir parçası olduğunda ısrar etmektedir. John Kerry ise bir yandan Demokratların ulusal güvenlik konusunda Cumhuriyetçilere göre daha yumuşak ve başarısız oldukları konusunda oluşmuş önyargıyı kırmak için sert ve kararlı bir görüntü vermek, öte yandan da Bush’tan farkının “Cola ile Pepsi” arasındakinden daha fazla olduğunu göstermenin zorluğunu yaşamaktadır. Bu farkın belirgin olmaması durumunda Kerry bir parça oyu Ralph Nader’ kaybetmek ve normalde Demokrat eğilimli olan bazı seçmenleri sandığa çekememek gibi risklerle karşı karşıya kalabilir. Kerry, geleneksel olarak Demokratlar’a oy veren ama Bush’un İsrail’e yönelik yumuşak politikaları nedeniyle kısmen de olsa Cumhuriyetçiler’e kayma işaretleri veren Amerikalı Yahudileri kaybetmemek için Bush’un Sharon’a verdiği desteğe karşı eleştirel bir yaklaşıma da girememiştir. Bilindiği gibi Yahudiler’in organize olmaları, sandığa gitme oranlarının yüksekliği, ekonomik güçleri, Florida gibi kilit eyaletlerdeki sayıları, siyaset sistemi ve medyadaki kilit konumları gibi nedenlerle sayılarının çok ötesinde önemi bulunmaktadır.

Kerry ayrıca Senato’da savaş için Başkan’a yetki verilmesini desteklemiş olması ama Irak için bütçeye ek para konmasına karşı çıkması gibi bazılarına çelişkili gelen geçmiş hareketlerini açıklamakta da zorlanmaktadır. Artık Weekly Standard gibi yeni muhafazakar yayınların da kabul ettiği Irak’ta başarısız olma ihtimalinin belirmesi bile kamuoyu yoklamalarında Demokrat aday Kerry’e henüz çok fazla yarar sağlamamış görünmektedir. Savaşta işler kötü giderse bunun paradoksal bir şekilde halkın Bush’un etrafında kenetlenmesine neden olacağını iddia edenlerin görüşleri ilgi ve şüpheyle karşılanmalıdır. Bazıları Irak’ın Bush üzerindeki olumsuz etkisinin birikerek yavaş yavaş ortaya çıkabileceğini iddia etmektedir. Ayrıca Bush sanki Kerry’nin Irak’ta BM’yi işin içine katmak gibi fikirlerini kendisi uygulayarak son dönemde yumuşak karnı olacak gibi gözüken ulusal güvenlik konusunda rakibinden çok farklı olmadığını göstermek ister gibidir. Bunu başarırsa, seçimin kaderini belirleyecek merkez seçmenler arasında, “eğer ikisi arasında fazla bir fark yoksa o zaman neden yeni birini Beyaz Saray’a gönderip onun da işi öğrenmesini bekleyelim” şeklinde bir düşünce oluşabilir. Bu durumda Kerry’ye sadece Bush’unkine benzer politikaları daha başarılı bir şekilde uygulayabileceği iddiası kalmaktadır ki bunun seçmen üzerindeki etkisinin sınırlı olacağı söylenebilir. Bu noktada Kerry’nin ulusal güvenlik ekibinde halkın tanıdığı ve saygı duyduğu yüksek profilli “rüya takım” isimlerin olması ihtimali artabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
27 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 26 Nisan 2004
Irak’ta Hatadan Dönmek

30 Haziran ve Amerikan seçimleri yaklaşırken Irak’ta manevra alanı daralan ABD bazı esneme, geri adım atama ve hatadan dönme örnekleri vermektedir. Baas’tan arındırma politikasından geri dönüş, Felluce ve Necef’te kontrolsüz bir harekattan –en azından şimdilik- kaçınma ve müzakerelere devam etme, BM’den karar çıkarmak için artan çabalar, geçici anayasa konusunda Sistani’nin eleştirilerini de dikkate alan bir değişiklik arayışları, Geçici Konsey’in Çelebi gibi üyelerinin büyük kısmının yeni yönetimin dışında kalacak olmaları gibi adımlar bunlara örnek gösterilebilir. Ancak bu adımların geç ve yetersiz olup olmadığını, arkasının gelip gelmeyeceğini, ABD’nin insiyatifi tekrar kazanmasına yetip yetmeyeceğini ve hangi olumsuz yan etkileri olduğunu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Örneğin eski Baasçıların güvenlik dahil devlet kurumlarına dönmesi bunların orta ve uzun vadede bir darbe yapma ihtimalini beraberinde getirebilir. Ayrıca ABD Necef ve Felluce’de çok yüksek perdeden tehditler ve ültimatomlar savurduktan sonra uzun süre sonuç almadan beklerse bunun inandırıcılığı üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.

Yeni Yönetimin kurulması ile ilgili insiyatifin Brahimi ve BM’ye teslim edilmesi ABD’nin Irak’taki politikaları üzerinde ciddi bir yumuşatıcı etki yapmasktadır. Başka şeylerin yanında Felluce ve Necef’te askeri harekata geçileceği açıklanmasına rağmen bunun sürekli ertelenmesi aslında ABD’nin Irak’taki manevra alanının ve sorunları askeri yöntemle çözme inancının zayıfladığının işareti olarak kabul edilebilir. Başkan Bush seçime giderken Irak’ta BM’yi olabildiğince resmen içine sokmaya çalışmaktadır. ABD Felluce’de direnişi kırmak için yüksek dozda güç kullanırsa bunun işe yarayıp yaramayacağı belli olmadığı gibi Brahimi’nin istifa etmesi ve BM kapısının tamamen kapanması gibi risklerle de karşı karşıya kalabilir. Bu arada Brahimi’nin İsrail aleyhtarı söyleminin Iraklıların güvenini kazanmak için bilinçli bir taktik olduğu da iddia edilmektedir. Sünni bir Arap milliyetçisi olan Brahimi Irak’taki Sünnilerle işgal yönetiminin kuramadığı türden bir ilişki kurmaya çalışmaktadır. 30 Haziran’an sonra “yetkinin devredileceği” söylenen ama pratikte üzerindeki işgal gölgesi sadece biraz aralanmış olacak geçici yönetimin hangi siyasi dengelere göre kurulacağı henüz netleşmemiştir. Bu yönetimin siyasi olmaktan çok teknokrat ağırlıklı olması da mümkündür. Yasa çıkarma yetkisi bile olmayacak bu yönetimin Irak güvenlik kuvvetleri üzerindeki kontrolü bile çok sınırlı olacaktır. Bu arada Washington Irak’taki Amerikan askeri varlığının statüsü ve geleceğini belirleyecek anlaşmanın yetkinin devrinden önce mi yapılacağı yoksa sonraya mı kalacağı da önemlidir.(Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
20 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 19 Nisan 2004
Irak’ta Güvenlik Durumu

Irak’ta son ay içinde artan şiddet, Washington Post’un da yazdığı gibi, yeniden inşa faaliyetlerini çok ciddi ölçüde sekteye uğratmış görünmektedir. Yeniden inşa faaliyetlerinde çalışan yerli ve yabancılar, taşeronlar, çevirmenler ve diğer destek personeli güvenlik endişesi ile görevlerini aksatmaktadır. Bu trend devam ederse ABD’nin işi ciddi anlamda zorlaşacaktır. Güvenlik yeniden inşa sürecinin en önemli unsurudur ve ABD bir kısmı zamanında belli olan bir kısmı ise zamanla ortaya çıkan hatalar, yanlış tercihler ve kaçırılan fırsatlar nedeniyle bu konuda insiyatifi tamamen kaybetmek üzeredir. Felluce’de olanlar ve Sadr’la yaşanan askeri gerginliğin Irak’ın başka yerlerinde de etki yarattığı görülmektedir. Bu arada Sünni-Şii dayanışması yaşanabileceğine dair emareler artarken, ABD’nin Felluce’de Kürt peşmergeleri kullanma gibi “dahiyane” uygulamalarının da etkisiyle Arap-Kürt gerginliği yükselmektedir. Newsweek’in detaylı olarak gösterdiği ve Bremer’in de itiraf etmek zorunda kaldığı gibi, Irak güvenlik güçlerinin düzeni tesis etmede ciddi bir rol oynamaya teknik, zihinsel ve moral nedenlerle hazır olmadıkları iyice ortaya çıkarken, koalisyon içindeki çözülme İspanya’dan sonra hızlanabilir. Necef’te atılacak yanlış adımlardan sonra Şiilerin direnişe geniş ölçüde dahil olması halinde İngiltere’nin bile çekilmesi gündeme gelebilir. Şiddetin artması ve yaygınlaşması ile Amerikan ordusunun operasyon düzenlemesi gereken alan önemli ölçüde genişlemiştir. Geri dönmesi planlanan bazı askerlerin görev süresinin uzatılması bu konuda ancak geçici bir çözüm olabilir.

Rumsfeld’in Shinseki gibi generallerin çağrılarına kulak asmayarak işgali küçük bir kuvvetle gerçekleştirmekte ısrar etmesi, “işler iyi giderken” operasyonun uluslararası bir çehreye kavuşturulmaması, Türkiye’nin bin bir güçlükle aldığı asker gönderme kararının geri çevrilmesi, General Sanchez’in sekiz ay önce Amerikan ordusundaki bir generalin yapabileceği kadar açık bir şekilde dile getirdiği asker talebine Pentagon’dan cevap verilmemesi bu noktaya gelinmesinde etkili olmuştur. Askeri direniş eylemleri çeşitlilik ve etkinlik açısından gelişme gösterirken direnişçilerin demografik olarak da genişlediği şeklinde haberler gelmektedir. Tırmanan şiddet, bazı üyeleri hariç Irak Yönetici Konseyi’nin ciddi bir gücü ve etkisi olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Konsey’in genişletilerek 30 Haziran’dan sonra da konumunu belli ölçüde koruması fikri artık kimse tarafından telaffuz edilmezken, önümüzdeki dönemde üyelerin çok küçük bir kısmı Irak siyasetinde ciddi bir rol oynayabilecektir. ABD’nin BM’nin de yardımı ile, kendisine karşı dostça olmayabilecek ama bir süre daha varlığını hareket özgürlüğünü kısıtlayarak da olsa kabul edebilecek türden bir Yönetimi oluşturup oluşturamayacağı yazın bu ülkede yaşanacaklara birinci derecede etki edecektir. ABD’nin kararlılığını ve gücünü gösterirken Necef ve Felluce’de ne ölçüde şiddet kullanacağı bir diğer önemli konudur. Haklı olarak sık sık tekrarlandığı gibi fazla ileri gidilmesi direnişe yeni üyeler kazandırırken geri adım atmak da ABD’nin prestijine darbe vurabilir. ABD’nin özellikle Necef’te dikkatli olması gerektiği açıktır. Bu arada İsrail’den gelen haberler de Bremer ve halefi Negroponte’nin işini kolaylaştırmamaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
16 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 15 Nisan 2004
Sharon, Bush, Kerry ve Sadr Üzerine Notlar

1) Şaron, kendi takviminin gereklerinin yanında, Amerikan Başkanı’nın Irak’ta ve kamuoyu yoklamalarında yaşadığı zorlukları da kullanarak ve belki de Bush’un önümüzdeki yıl artık Beyaz Saray’da olmayabileceğini görerek hamlesini yapmış ve planı hakkında Washington’dan istediği desteği almıştır. 1967’de işgal edilen topraklarla ile ilgili olarak, sonradan başka bir Amerikan Başkanı’nın da kolay kolay değiştiremeyeceği böyle bir desteği hem de Filistinliler’in olmadığı bir ortamda verdikten sonra, Bush’un ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ ile ilgili olarak ciddi ve samimi olduğuna inanmak daha da güçleşmektedir. Batı Şeria’nın özellikle Ürdün’le sınır olan kısmı sürpriz ve kolektif bir Arap saldırısını caydırmak, İsrail sınırları dışında karşılamak, ve yenilgiye uğratmak için vazgeçilmez olarak görülmektedir. İsrail burayı kontrol etmezse “Filistinliler Ürdün’deki yönetimi tehdit edebilirler, dışarıdan askeri destek alabilirler” diye korkulmaktadır. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra İsrail için Irak belli bir süre için tehdit olmaktan çıkmış ve görünür bir gelecekte İsrail’e karşı ortak bir Doğu cephesi oluşması ihtimali ortadan kalkmıştır. Ancak bu durumun barış konusunda İsrail’in daha önce kabul etmeyeceği bazı riskleri almaya ikna edebileceği beklentisi henüz gerçekleşmemiştir. İsrail, Irak’ın içindeki belirsizlikten bir süre sonra Saddam dönemindekine yakın derecede İsrail karşıtı bir rejim çıkabileceği endişesini öne sürmektedir. Şaron bu netleşmeden İsrail’in Batı Şeria’nın kontrolünü Filistinliler’e vermesinin söz konusu olmayacağını düşünmektedir. İsrail başbakanı muhtemelen bu rejimin İsrail düşmanı olmayacağı ortaya çıksa bile başka bahaneler bulacaktır ama yine de ortaya koyduğu argümanı bu kadar “kötü niyetli” olmayan İsrailliler de paylaşabilir. İsrail’in ordusunun büyük ölçüde rezerve askerlerden olması sürpriz bir saldırıya karşı koymak için ona çok fazla zaman tanımamaktadır. İsrail Irak’ta durumun belirsiz olmasını, yakın gelecekte olumsuz değişebileceğini, Irak’ın tekrar İsrail için tehdit hale gelebileceğini neden göstererek Filistin sorununda vermek istemediği bazı ödünlerden kaçınabilir. İsrail, ABD’nin bir kez bölgeye girmişken burada kalıcı bir düzenleme yapmasını ve bunu yapmadan gitmemesini istemektedir. Bölgedeki Amerikan varlığının ve etkisinin şekli ve kalıcılığı belli olmadan Şaron dışındaki bir çok başka İsrailli liderin de Filistinlilerin istediği türden bir devlete razı olmaları zor gözükmektedir. 2) ABD’nin tutuklama emri çıkardığı Sadr ile müzakereye girmesi “taktik bir duraklama” mıdır, yoksa acaba ABD başlangıçta Sadr’ın taraftarlarının sayısını ve dirençlerini doğru tahmin edememiştir de şimdi “saygın bir geri çekilmenin” mi peşindedir? Bu arada müzakere sürecine Tahran’ın da dahil olması, Irak’ta en önemli rolü oynayacak komşunun İran olduğunu bir kez daha göstermektedir. İran, Irak’ta Washington’un işini zorlaştırabilecek ya da kolaylaştırabilecek güce sahip olduğunu kanıtlayarak kendisine bir manevra alanı yaratmaktadır.

3) Son dönemde dünyaya büyük endişe veren ve tepki toplayan Amerikan dış politikasını şekillendiren kabaca beş önemli faktörden bahsedilebilir. Bunlar: Bush’un içgüdüleri, yeni muhafazakarların dünya görüşü, 11 Eylül’ün etkisi, ABD’nin ihtiyaçları ve ABD’nin gücüdür. Kerry’nin seçilmesi yukarıdakilerin ilk ikisini önemsiz hale getirip üçüncüsünün etkisini azaltacaktır ama son iki faktör ABD dış politikasını yönlendirmeye ve dünya siyasetini etkilemeye devam edecektir. Ama, Amerikan dış politikasının dünyadaki gerçekleri yaratma, etkileme ve değiştirme gücü o kadar fazladır ki, burada sınırlı bir değişim ve tarz yeniliğinin bile dünya siyaseti için önemli sonuçları olacağı söylenebilir. Amerika, seçimi kim kazanırsa kazansın ne dünyanın en güçlü ülkesi olmaktan ne de diğer “ölümlü” devletlerin dışında kendine ait bir kategoride olmaktan vazgeçmeyecektir. Ama, Demokratlar’ın bu amacı bu kadar karışıklık yaratmadan gerçekleştirme ihtimali daha yüksektir. 4) Önünde yazılı metin olmadığı zaman, ne sorulursa sorulsun hep, yaklaşık 30 kadar cümleden oluşan repertuarından, bir kısmı makul ve haklı olsa bile giderek gerçeklerle alakası zayıflayan şeyler söyleyen Bush, son basın toplantısında da yeni bir şey söylemeyi başaramamıştır. Bush Yönetimi, sadece üç yıldır iktidarda olmasına rağmen daha şimdiden yorgunluk ve bıkkınlık işaretleri göstermektedir. Gerçekler değiştiğinde bile elindeki stok metne sadık kalan Bush, 11 Eylül’le ilgili olarak sorumluluğu üstlenmekten kaçınmaya devam etmekte, kendisi ve Yönetimi’nin performansı ile ilgili olarak eleştirel bir yaklaşımdan kaçınmakta ve Irak’ta sözde bir kararlılık” dışında bir plana sahip olmamaya devam etmektedir. Bush, gerekir ve generaller isterse Irak’a yeni asker gönderilebileceğini ve 30 Haziran tarihinde kararlı olduğunu belirttiği konuşmasında ayrıca Irak’ta BM’ye yetki ve sorumluluk vermeye çok istekli bir görüntü vermektedir. Ancak ne BM’nin ne de önde gelen ülkelerin Bush’u rahatlatacak türden bir sorumluluğu üstlenmeye istekli oldukları görülmektedir. Türkiye, eğer bunun sonuçlarından kendi de ciddi bir şekilde etkilenme riskiyle karşı karşıya olmasa idi, Bush’un büyük ölçüde kendi tercihlerinden kaynaklanan başarısızlığıyla yüzleşmesinden, Avrupa’daki bazı devletlerinkine benzer bir şekilde yarı-gizli bir zevk duyabilirdi. Ne var ki, coğrafya Türkiye’ye böyle bir lüksü tanımamaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
14 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 13 Nisan 2004
Bush ve Irak

11 Eylül Komisyonuna verdiği ifadede Sandy Berger’ın da ifade ettiği gibi, tarih “arka aynaya bakarak” yazılırken, karar alıcılar belirsizlik içinde, veriler genelde eksik ya da birbiriyle çelişkili iken ve zaman baskısı altında karar vermek zorundadır. Ama bütün bunları kabul etsek bile, Bush Yönetiminin Robin Wright tarafından ustaca özetlenen hatalarının kataloğu o kadar büyük bir yekün tutmaya başlamıştır ki, Washington’un kontrolü hala kaybetmemiş olması şaşırtıcıdır. ABD’nin Irak’ta yaşadığı zorluklar Amerikan kamuoyunda işgalin demokrat ve yekpare bir devlet çıkaracağına dair duyulan umutları zayıflatmaktadır. Bu durumda ABD’nin 30 Haziran’da yetkiyi devredeceği yapının, temsil gücü olan, işgal güçlerinden bağımsız ve kendi içinde uyumlu olup olmayacağı sorusunun cevabı önem kazanmaktadır. Irak’ta durum ABD açısından hala kurtarılamayacak kadar umutsuz olmamakla beraber, zamanın daraldığı da açıktır.

ABD, askeri olarak hem Felluce’de hem de Sadr’a karşı üstün gelebilir, ama eğer işgalin “meşruiyet açığını” kapatmakta şimdiye kadar olduğu gibi düşük bir performans sergilerse; güvenliği sağlamak için yeni asker göndermenin de dahil olduğu ama ondan ibaret olmayan cesur ve yaratıcı adımlar atamazsa; Sünni ve Şiilerin kısmen birbirleriyle ama asıl işgalle ilgili endişelerini savuşturamazsa; günlük hayatın kolaylaşması konusunda ciddi başarılar elde edemezse ve işgalin içine ucundan da olsa BM’yi katmayı başaramazsa, yaz aylarından itibaren durumun kontrolden çıkması ciddi bir olasılıktır. Bu durumda ABD'nin Irak’taki ihtiraslı amacının daha mütevazı bir düzeye çekilerek demokratik ve üniter Irak hedeflerinden vazgeçilmesi gündeme gelebilir. ABD, Irak’a belki bu ülkeyi bölmek için gelmemiştir ama olaylar onu pekala o yöne doğru çevirebilir. Bu arada Irak konusunda Bush’tan farklı pek iyi bir alternatif fikri olmadığı eleştirileri yapılmaya başlanan Demokrat aday Kerry’nin başlıca farkı siyasi sorumluluğun BM’ye bırakılmasını ve Bremer’in Brahimi ile değiştirilmesini istemesidir. Hatta Kerry, Brahimi’nin bulacağı formülü baştan kabul etmek yanlısı olduğunu açıklamaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)



 
13 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 12 Nisan 2004
Bush’un 11 Eylül Hataları

11 Eylül Soruşturma Komisyonu Beyaz Saray’ın Bush döneminde nasıl çalıştığını anlamak için gerekli olan ama Yönetimin kapalı ve disiplinli yapısı nedeniyle önceden pek bilinmeyen bir çok noktayı açığa çıkarmaktadır. Başkan Bush’un ayrıntılara ve işlerin günlük gidişatına fazla ilgili ve hakim olmadığı şeklindeki imajının kötü bir karikatür değil pekala gerçeğin yakın bir ifadesi olduğu söylenebilir. Bush’un 6 Ağustos’ta aldığı CIA brifinginin normal bir lideri heyecanlandırması gerekirdi. Yönetimin kendilerine gelen istihbaratın net olmadığı şeklindeki savunması muhtemelen Amerikan kamuoyunu tatmin etmeyecektir. Josh Marshall’ın da işaret ettiği gibi zaten istihbarat çok net olsaydı Beyaz Saray’ın bir şey yapmasına gerek kalmadan saldırılar önlenebilirdi. Önemli olan her şeyin açık olmadığı bir ortamda dünyanın en büyük ulusal güvenlik bürokrasisini harekete geçirecek adımlar atmaktı. Böyle bir durumda ulusal güvenlik konusunda becerikli olduğu iddiasında olan, terörizmi ciddiye alan, dünyayı bir parça tanıyan, liderlik sorumluluğu taşıyan bir Başkan’ın yapması gereken şey, Amerikan bürokrasisinin ilgili kurumlarını bir araya getirerek onları, ABD içinde gerçekleşebilecek bir El Kaide terör eyleminin ne şekillerde gerçekleşebileceği, bunu açığa çıkarmak ve önlemek için ne tür adımlar atılması gerektiği konusunda tartıştırmak, onları bilgilerini paylaşamaya yöneltmek, sorular sormak, cevap talep etmek, kararlar almak, emirler vermek ve bunların uygulanışını takip etmek olmalıydı.

11 Eylül konusunda sorumluluğu Clinton ile Bush arasında üleştirirken gözden kaçırılmaması gereken nokta, ilkinin de çok başarılı olmamasına rağmen çabaladığı, diğerininse bir Amerikan Başkanı için meraksızlığıdır. Bush sanki ulusal güvenlik konularında güçlü liderlik etmenin yegane yolu savaşa karar vermek olduğunu düşünür gibidir. 11 Eylül’ün oluş şeklini tam olarak tahmin etmek ve onu önlemek belki de mümkün değildi ama yine de başta Bush ve Rice’ın bu konuda gösterdiği ilgi, merak ve ciddiyetten uzak yaklaşım seçmenler tarafından dikkat çekmeyecek gibi değildir. Bush aradaki kritik beş haftanın önemli bir bölümünü golf oynayarak ya da Başkanlığı süresince 33 defa ziyaret ettiği ve 8 ayını geçirdiği çiftliğinde dinlenerek geçirmiştir. 11 Eylül öncesinde Bush’un performansının düşük oluşu, son dönemde Irak’ta yaşanan zorluklar ve Amerikan medyasının giderek daha çok işlediği, savaşın başlangıcından bu yana yapılan hata, beceriksizlik, hesap hatası ve kaçırılan fırsatlar kataloğu ile birleşince, Bush’un en güçlü yönü olduğu iddia edilen ulusal güvenlik Yönetim için riskli bir konu haline gelmektedir. David Broder ve George Will gibi tecrübeli ve ağırlığı olan Cumhuriyetçi köşe yazarları bile artık Bush’u savunmakta güçlük çekmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
9 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 08 Mart 2004
Irak’ta ABD’nin Zorlukları - 3

Sadr, kendi silahlı adamları, sempatizanları, potansiyel olarak etkileyebileceği kitle, kendisine özel bir muhabbet beslemeyen ama söylediklerine katılanlarla beraber Irak denkleminde göz ardı edilemez bir figür olarak ortaya çıkmıştır. Bu tür konularda “uzaktan” yorum yapmanın riskli olduğunu unutmamak gerekir ama, Pulitzer ödülü kazanan Washingon Post’un çok başarılı muhabiri Anthony Shadid’in de gösterdiği gibi, Sadr’ın arkasındaki destek muhtemelen ABD’nin göstermek istediği kadar az değildir ve Şiilerin çoğunluğunun sesi değilse de önemli bir azınlığın (Şiilerin yüzde 10-20 si?) sempati duyduğu bir lider olabilir. Irak’ta yakın zamanda hepsi tamamen olgunlaşmamış, mutlak olmayan ve bir kısmı pekala tersine çevrilebilecek ama yine de kendini giderek daha çok hissettiren gelişmeler şunlardır: Şii-Sünni yakınlaşması yaşanabileceği yönünde bazı işaretler, şehir savaşı ortamının belirginleşmesi, direnişçilerle sivil halk arasındaki ayrımın bulanıklaşması, direnişin coğrafi olarak genişlemesi, koalisyondaki bazı ülkelerin Irak’ta kalma isteklerinde açıkça görülen azalma, ABD’de Irak savaşı ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin ve kamuoyunun önemli ölçüde olumsuz yöne kayması. Cumhuriyetçi Parti’nin içindeki önemli sesler de dahil olmak üzere Bush’un Irak politikası giderek daha fazla tepki görmektedir. 30 Haziran tarihinin gözden geçirilmesi ve daha fazla asker gönderilmesini savunanlar Bush’un Partisi’nde de seslerini yükseltmektedir. Yetki devrinin gerçekleşmesi halinde bunun büyük ölçüde sembolik olacağı belli olmasına rağmen, yine de işgalin boğuculuğu ve onur kırıcılığı bir nebze olsun azalabilir. Ancak bu durum yeni kurulacak yönetimin temsil gücü ile de ilişkilidir.

Arada bazı bariz farklılıklar olmakla beraber, asker sayısını azaltırken tekrar arttırmak zorunda kalmak kaçınılmaz olarak Vietnam’la benzerlik kurulmasına neden olacaktır. ABD’nin Irak’ta sürdürdüğü emek-yoğun bir mücadele olmasına rağmen, Bush Yönetimi bunun farkına varmamış görünmektedir. Özellikle savaş sırasında büyük şehirlerin pas geçilerek direk Bağdat’a yürünmesi o zaman için parlak bir başarı olarak kabul edilmişse de, bu durumun direnişe toplanmak için zaman tanıdığı da ortaya çıkmaktadır. Savunma Bakanı Rumsfeld, her ne kadar kendini pragmatik bir lider olarak göstermek istese de, aslında, ordunun transformasyonu konusundaki takıntısı ve işlerin daha az sayıda askerle görülebileceğine duyduğu inancın, Irak’taki güvenlik durumu ve bunun gerektirdiği kuvvet yapısının gereklerini yeterince objektif şekilde görmesine engel olduğu görülmektedir. Ayrıca Irak ordusunun dağıtılmasının şu anki durumda önemli bir payı olduğu da daha sık dile getirilmektedir. Bush, büyük ölçüde sembolik olacak 30 Haziran’daki yetki devrini ertelerse başarısızlığı kabul etmiş durumuna düşmekten korkmaktadır. Bu arada ABD’nin ülkede tekrar aktif hale gelmesini istediği BM’nin personelini korumak amacıyla, az sayıda da olsa, görüntüyü bir nebze olsun düzeltebilecek uluslararası bir güç kurma yönündeki çabasının son olaylardan sonra başarılı olma şansının azaldığı söylenebilir. Yazılanların aksine Washington’un bu konuda temas ettiği on iki ülke arasında Türkiye yoktur. Zaten, Ankara’nın, Hamletvari bir süreçten sonra isteksizce aldığı asker gönderme kararının Iraklı Kürtlerce veto edilmesinden sonra bu yönde yeni bir istek gelmesi garip olurdu. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
 
7 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 6 Nisan 2004
Irak’ta ABD’nin Zorlukları –2

Sadr-ABD çekişmesinde gerilimi tırmandıran esas taraf gazeteyi kapatarak ve yardımcısını tutuklayarak ABD olmuştur. Sadr hakkında çıkarılan tutuklama kararından dönmek ABD’nin inandırıcılığına büyük ölçüde zarar vereceğine göre son yaşananların planlanmış bir provokasyon olduğu düşünülebilir. Bir bakış açısına göre, son olaylar Sadr ile yaşanması kaçınılmaz olan bir kapışmayı öne aldığı ve genç lider ile hareketini iyice güçlenmeden ve bu tür büyük operasyonları yapmanın biraz daha zor olacağı 30 Haziran gelmeden saf dışı etme fırsatı verdiği için tamamen olumsuz değildir. Bu görüşe göre Iraklı güvenlik güçleri Sadr türü güçlere karşı kendi başına etkili olamayacağı için bu sorunu çözmeden 30 Haziran sonrasına bırakmak daha tehlikeli olabilirdi. Kaldı ki, şu anki gerginliği ve çatışmayı Amerikan tarafının körüklediği pekala iddia edilebilir. Sadr, bu konuyu yakından takip eden Juan Cole gibi uzmanların da dile getirdiği gibi, son aylarda nispeten çok daha az problem çıkarıyordu. Ama gazetesinin kapatılması ve yardımcısının yakalanmasını kendisine karşı bir hareketin başlangıcı olarak algıladı ki, ki bu yanlış olmayabilir.

Ancak yine de zamanlama açısından bakıldığında, Amerikan kuvvetleri Felluce’de ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıyayken, Şiilerin dini duygularının yükseldiği günler yaklaşırken ABD’nin tırmanmayı bilerek hazırladığına inanmanın güçlükleri vardır. Sadr’a değişik şekillerde desteklemiş olmasına rağmen İran’ın son olayların ne kadar içinde olduğu da belirsizdir. Son günlerde yaşananlardan sonra Sadr ile görüntüyü kurtarmak için orta bir yol bulunması ihtimali de kalmamıştır denebilir. Sadr’a bağlı güçlerin sınırlı süreler için de olsa kontrol ettiği “kurtarılmış bölgeler” artar ve coğrafi olarak yayılırsa ABD’nin kontrolü kaybettiği ya da bunu ancak orantısız güç kullanarak sağladığı görüntüsü yaygınlaşabilir. Burada sorulması gereken soru Şii lideri tutuklamak için ne kadar ısrarcı olunacağı, Sadr’ın Şii kitlelerin ne kadarını, ne derecede ve sürece harekete geçirebileceği ve çatışmaların uzaması ve ölü sayısının artması halinde Sistani’nin daha ne kadar sessiz ve tepkisiz kalabileceğidir. ABD, Saddam yandaşları, onların dışındaki Sünni direnişçiler, dışarıdan gelen Cihat yanlıları ve El Kaide gibi unsurlardan sonra çoğunluğu oluşturan Şiilerin önemli bir azınlığını da karşısına alırsa ve Şiilerin bir kısmı gösterilerin ötesine geçerek “terör sektörüne girerse”, Washington nasıl olup da düzeni sağlayıp, yeniden inşa sürecini devam ettirip, yetkiyi ve güvenliği Iraklılar’a devredecek ve ülkeyi seçime götürecektir? ABD’nin Irak macerasını Vietnam, intifada, Lübnan ya da Yugoslavya’ya benzetenler artık sadece Bush Yönetimi’nin başarısız olmasını isteyenler arasından çıkmamaktadır. Sünnileri dışlayan, Şiileri hayal kırıklığına uğratan ABD sadece Kürtlere ve Çelebi gibilere dayanarak Irak’ta kalıcı bir düzen kuramaz. Bu arada Bush Yönetimi’nin 30 Haziran tarihinde ısrar etmesini eleştiren sesler artmaktadır. Başkan Bush’un şu ana kadar Irak’ta belirlediği hemen her tarihten vazgeçmesine rağmen bunda hem de yetkiyi kime devredeceği bile belli değilken ısrar etmesinin, Kasım seçimleri dışında bir nedeni olmadığını herkes görmektedir. Bütün Orta Doğu’nun değişiminin kilidi olduğu düşünülen Irak projesinin bu kadar çok hata ve ciddiyetsizliği kaldırması zordur. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
5 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 5 Nisan 2004
Irak’ta ABD’nin Zorlukları

Amerikan işgali Sünni üçgeninden sonra Necef, Sadr şehri ve hatta Basra gibi Şii bölgelerinde de direniş ile karşı karşıyadır. Eğer Şiiler de askeri direnişe geçerlerse, ABD’nin tam da asker sayısını azaltırken iki cephede birden etkili olarak mücadele etmesinin hem pratik hem de moral açıdan zor olacağı açıktır. Şu ana kadar Sistani’nin siyasi boyutla sınırladığı direniş, genç lider Sadr’ın, gazetesinin kapatılmasını kendine yönelik büyük bir operasyonun başladığı şeklinde yorumlaması ile tırmanmaktadır. Bu arada BM diplomatı Brahimi’nin Sistani’yi “geçici anayasa” ve geçici yönetim konusunda ikna etmesi son olaylardan sonra Washington için daha da önemli ama daha zor hale gelmiştir. Bilindiği gibi Sistani “geçici anayasanın” başta Kürtler’e ayrıcalık tanıyan maddelerinin değiştirilmesini ve seçimlerin bir an önce yapılmasını istemektedir. ABD’nin Sadr yandaşlarına ve Felluce’de geçen hafta yaşananlara karşı ciddi ölçüde şiddet kullanması ve Sistani’ye karşı şimdiye kadar olandan da fazla ilgi göstermesi beklenebilir. Sistani, Sadr ile SCIRI ve Dava partilerinin, davranışlarını belirlerken, kendi yandaşlarını, diğer Şii liderleri, genel Şii kamuoyunu, İran’ı, Sünnilerle karşılıklı güç dengesini, Araplara ait hassasiyetleri ve nihayet ABD’yi izledikleri söylenebilir. Eğer Bremer Sistani’nin taleplerine kulak vermezse Şii lider, ya kitleleri kontrol edemeyeceğini düşündüğü, ya da kendisi de bunun gerekliliğine ikna olduğu için sivil direniş eylemlerine başlanması için işaret verebilir.

Geçici anayasanın yeniden müzakereye açılmasının zorlukları açık olduğuna göre Washington’un seçim yaklaşırken manevra alanının daraldığı söylenebilir. Washington, eğer ertelenmezse yetkinin 30 Haziran’da mevcut Geçici Konsey’e göre temsil gücü daha yüksek bir Yönetime gerçekleşmesinin, yeni bir BM kararının yaratacağı iyimserlik havasının, 18 milyara dolara varan yeniden inşa faaliyetlerinin yavaş yavaş sonuçlanmaya başlamasının, Iraklı güvenlik güçlerinin giderek daha fazla sorumluluk almasının bu zor durumdan çıkılmasını sağlayacağını ummaktadır. Ancak bunların ne gerçekleşeceği, ne de yeterli olacağını söylemek kolaydır. Bush Yönetimi, savaş öncesinde gerektiği kadar açık, sabırlı ve mütevazı olmadığı için, savaş sonrası için gereken planları yapmadığı için, Irak’ta bırakın desteğe sahip olmayı sınırlı bir grup dışında tanınmayan kişi ve grupları ısrarla önemli pozisyonlara getirdiği için, savaştan sonra bile işgalin uluslararası bir çehre kazanması için yeterince çalışmadığı için, tamamen değil ama ciddi ölçüde kendisinden kaynaklanan problemlerle karşı karşıya kalmıştır. ABD’de savaşın sadece gerekliliği değil doğru yönetilip yönetilmediği de tartışılırken, Irak Bush’un tekrar seçilmesinin önünde ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından bakmak gerekirse, bu olaylar Washington’un Sistani’nin özellikle federasyonun gevşekliğiyle ilgili endişelerinin ciddiye alması sonucunu doğurabileceği için olumlu; ama kontrolsüz bir çatışmaya neden olabileceği için de endişeyle karşılanabilir. Irak’ta kaos ortamının oluşması ve ABD ile Şiiler’in köprüleri atması halinde Iraklı Kürtler bağımsızlığın sadece bir hak değil zorunluluk olduğunu iddia edebilir ve destek bulabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
1 April 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 1 Nisan 2004
Irak – Terörle Mücadele

Irak’ta yetkiyi devretmesine sadece üç ay kala Washington açısından olumsuzluklar devam etmektedir. Koalisyona ve onunla işbirliği yapan Iraklılara yönelik şiddet eylemleri tekrar artmaya başlamıştır. 8 Mart’ta Geçici Yönetim Yasası’nın kabul edilmesine rağmen siyasi bir konsensüse ulaşıldığını söylemek zordur. Mevcut müttefiklerin bağlılığı sürekli bir sınama altındayken BM, Avrupa ve Nato’nun Kasım’daki seçimlerden önce Bush’a ciddi bir destek verme ihtimali çok düşüktür. Bu arada Sistani, başka şeylerin yanında, nüfusun belki sadece yüzde onuna bile yazılacak kalıcı anayasayı veto etme hakkı veren 61. maddeye olan muhalefetini sürdürmektedir. Çoğunluğun azınlık üzerinde tahakküm kurmasını engelleyeceği için normalde alkışlayabileceğimiz bu madde, Kürtler’in Irak’tan ayrılmak istediklerini bilindiği için tedirginlik yaratmaktadır. Bu madde Kürtlere, kurulacak federasyonun yapısı ve sınırları konusunda bazı dayatmalarda bulunma gücünü vereceği için mahzurludur. Sistani’nin geçmiş dönemdeki karnesi yaptığı uyarı ve tehditlerin ciddiye alınması gerektiğini göstermiştir. Başkanlık seçimleri yaklaşırken Bush’un tekrar seçilme şansının bu İran doğumlu Molla’nın dudaklarından çıkacak sözlerden etkilenebileceği görülmektedir. Sistani’nin önemli sayıda Şii üzerinde ciddi bir etkisi olduğu ve onları şiddete değilse bile gösteri ve sivil direniş eylemlerine yönlendirilebileceği düşünülmektedir. Bu arada Bremer’ın de kabul ettiği gibi Iraklı güvenlik güçleri istenen düzeyin hala çok uzağındadır. Felluce’de sivil Amerikalılara son yapılanların Amerikan kamuoyunda bir etki yaratmaması zordur. 30 Haziran ve sonrasında da Amerikan seçimleri yaklaşırken Iraklı direnişçilerin saldırılarını arttırmaları beklenebilir. Tam da bu kritik dönemde ABD’nin Irak’taki asker sayısını yaklaşık yüzde 20 azaltması ve moral olarak yıpranmış olsalar da, sonuçta Irak’ta belli bir tecrübe kazanmış askerleri çoğunluğu rezerv kuvvetlerden oluşan bir güç ile değiştirmesi, bu muhtemel saldırı dalgasını gerektiğince güçlü bir şekilde karşılamasını zorlaştırabilir.

Bu arada Bush Yönetimi iç politikada da zorlanmaktadır. Condi Rice’ın, Richard Clarke’ın iddialarıyla daha bir önem kazanan 11 Eylül soruşturma komisyonuna ifade vermemekte bir süre direnmesi Yönetim’in bir şeyler gizlediği ve kendine yeterince güvenmediği şeklinde bir izlenim doğmasına yol açmıştır. Clarke’ın, Bush’un seçildikten sonra Rusya ve Çin ile ilişkilere ve füze savunması gibi programlara odaklandığı ve terörle mücadele konusunu öncelikli olarak ele almadığı şeklindeki eleştirisi Yönetimi en güçlü olduğunu düşündüğü terörle mücadele konusunda zor duruma düşürebilir. Beyaz Saray, Clarke’a yönelik kişisel bir karşı saldırı başlatarak eleştirisini kişisel nedenlerle yaptığı, söylediklerinin çelişkiler içerdiği ve Clinton dönemine karşı anlaşılmaz bir aklayıcı yaklaşım içinde olduğunu ifade etmektedir. Son dönemde Bush Kerry’ye yönelik etkili ve pahalı bir negatif reklam kampanyası başlattığı için Clarke’ın eleştirilerinin Bush’a ne kadar zarar verdiği henüz kamuoyu yoklamalarına yansımamıştır. Ama bu iddialarının Amerikan seçmenlerinin önemli bir kısmında Bush’un terörle mücadele konusunda kendi göstermek istediği kadar başarılı olmadığı düşüncesinin yerleşmesine neden olabilir. Demokratlar tarafından Bush’a yönelik yapılan, tüm enerjisini terörle mücadeleye vermesi gerekirken, zaman, insan gücü, mali kaynak ve siyasi sermayeyi füze savunması ve Irak gibi konulara harcadığı şeklindeki eleştiri güçlü ve seçmenler üzerinde etki yapabilecek bir eleştiridir. Kerry savaşın yanlışlığına işaret etmekle beraber bu noktadan sonra “başarısızlığın bir seçenek olmadığına” katılmaktadır. Bush Yönetimi’nin önde gelen üyelerinin Soğuk Savaş döneminde oluşan dünya görüşleri devlet dışı aktörleri ciddiye almalarını engellemiştir. Yönetim terörle mücadeleyi onu destekleyen devletleri korkutmak ya da rejim değişikliği ile değiştirmekten ibaret bir yaklaşıma sahip olmuştur. Halbuki, Ferid Zekeriya’nın da altını çizdiği gibi, günümüzde terör örgütleri devlet desteği olmadan da faaliyetlerine devam edebilmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)




 
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 30 Mart 2004
Demokrat Dış Politika

Demokratların Beyaz Sarayı almaları halinde izleyecekleri dış politikanın hatları belirmeye başlamaktadır. Seçim kampanyasındaki sözlerin göreve geldikten sonra uygulanamayabile-ceğini Bush örneğinde görülmüştür ama yine de üzerinde tartışma yapılabilecek bir Demokrat dış politikanın silüeti belirmiştir. Kerry, Bush’a göre askeri güç kullanmaya daha az isteklidir ama bunun zaman zaman gerekli olduğunun da farkında gibi görünmektedir. Kerry seçilirse, Clinton’un seçildikten sonraki ilk iki yılından farklı olarak dış politikaya önemli bir ağırlık verecek ve başta Avrupa olmak üzere müttefik ve dost ülkelerle beraber hareket etmek için Bush’tan çok daha fazla çaba sarf edecektir. Kerry, Orta Doğu’ya gerçek bir istikrar getirmenin önemli şartlarından biri olan İsrail-Filistin barışı konusunda Clinton gibi şansını deneyecektir, ama bunda ısrarcı olup olmayacağı belli değildir. Bu noktada, Dışişleri Bakanı olarak seçeceği kişinin performansı, İsrail’de bir “rejim değişikliği”nin gerçekleşerek Şaron’un sahneden çekilmesi ve Filistinliler’in de çözümüm dört yıllık Amerikan seçim döngüsünün başında olmasının sonuna doğru olmasına göre hem daha mümkün hem de daha avantajlı olacağını fark etmeleri gibi faktörler çözüm için nispeten uygun bir ortam doğmasına etkisi olacaktır.

Seçim yaklaşırken Demokratlar Amerikalı seçmenlere özetle şunu diyeceklerdir: “Bizi seçerseniz Irak ve Afganistan’daki külfetleri başkalarıyla paylaşacağız. Avrupalılar ancak Bush giderse yükü paylaşmaya razı olurlar. Bush yeniden seçilirse yeni savaşlar ve müttefiklerle gerilimler yaşamaya, sevilmeyen ve isteyerek değil ancak zorla işbirliği yapılan bir devlet olmaya devam edeceğiz. Bush seçilirse ya sorumsuzca harcamalar ve bütçe açıkları artarak devam edecek ve geleceğimizi ipotek altına sokacağız, ya da zenginlere ve büyük şirketlere yapılan vergi indirimlerini devam ettirebilmek için sosyal harcamalarda büyük kesintilere gidilecek”. Dış politikada Kerry ile Bush arasındaki fark umulan kadar olmayabilir ama ABD’nin dünya siyasetindeki büyük etkisi nedeni ile Washington’un politikasında içerik açısından sınırlı bir değişim ve tarzda önemli bir farklılığın birleşerek yaratacağı önemli sonuçlar olabilir. Kerry’nin seçilmesinden sonra da Avrupa ile Washington arasında bazı sorunlar yaşanmaya devam edebilecektir. Muhtemelen Avrupalılar diplomatlar, mesela 2006’da, Kerry ile Bush’un kendilerine yaklaşımın ilişkisinin kıyas kabul etmeyecek kadar farklı olduğunu, ama yine de beklentilerin bir parça gerisinde kaldığını söyleyeceklerdir. Kerry müttefiklerle ilişkilere önem vermekle beraber muhtemelen güç kullanma konusunda “utangaç” olmayacaktır. Ama bunu diğer yolları gerçekten denedikten ve müttefikleri de işin içine katmak için ciddi bir çaba harcadıktan sonra yapmaya çalışacaktır. Kerry’nin Ermeni ve Rum lobileriyle ilişkisi Bush’a göre daha üst düzeyde olmakla beraber, bu konular artık Türk dış politikasında eskisi kadar merkezi bir konumda olmadığı için ikili ilişkide belirleyici olmayabilecektir. Bu arada Kerry’nin seçilmesi halinde 2008 yılındaki rakibinin Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel realist kanadından biri olması beklenebilir. Böylece yeni muhafazakarlar, yönetimlerin özelikle Orta Doğu’ya yönelik politikalarının içeriğine dışarıdan etki yapmakla beraber, iktidardan personel olarak belli bir süre uzak düşebilirler. Bush’un tekrar kazanması halinde bile yeni muhafazakar kanadın son üç yılda olduğu kadar baskın olmaması beklenmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
U.S. foreign policy, Middle East, Turkey and Beyond

ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi

Şanlı Bahadır Koç,


If you want to receive it early in the morning subscribe to FPR
TurcoPundit Home
Pre-March 2004Archive

ARCHIVES
March 2004 / April 2004 / May 2004 / June 2004 / July 2004 / August 2004 / September 2004 / October 2004 / November 2004 / December 2004 / February 2005 / May 2005 / June 2005 / October 2005 / November 2005 / December 2005 / January 2006 / February 2006 / March 2006 / April 2006 / May 2006 / June 2006 / July 2006 / August 2006 / September 2006 / October 2006 / November 2006 / December 2006 / January 2007 / March 2007 / April 2007 / May 2007 / June 2007 / July 2007 / August 2007 / September 2007 / October 2007 / November 2007 / December 2007 / January 2008 / February 2008 / March 2008 / April 2008 / May 2008 / June 2008 / July 2008 / August 2008 / September 2008 / October 2008 / November 2008 / December 2008 / January 2009 / February 2009 / March 2009 / April 2009 / May 2009 /

What they have said about Foreign Press Review
"FPR'ın iki "kötü" özelliği var: 1. Alışkanlık yaratıyor, onsuz yapamaz hale geliyorsunuz; 2. Değeri alındığı değil, arada bir de olsa, alınamadığı vakit anlaşılıyor. Bir de sürekli bir kaygıya yol açıyor; 'Ya bir gün kesilir ve onu hiç alamazsam' duygusuyla sürekli yaşamak kolay değil."

Cengiz Çandar


"... fantastic .... an outstanding and unique service, not just for those who follow Turkey closely, but those who follow international trends and ideas. ... selection of material is some of the best anywhere ... coverage of the Turkish press and Turkish issues is truly unsurpassed .... outstanding and intelligent service"

Graham Fuller


"... extremely useful"

Andrew Mango


"FPR olmadan ne yapardım ya da bugüne kadar ne yapmışım bilemiyorum"

Soli Özel


"Güne başlamak için FPR’den daha iyi bir yol düşünemiyorum"

Hasan Ünal


Makaleler


Ankara ve Güneydeki Riskler 29 Aralık 2011
İslamcı Dalga Üzerine 5 Aralık 2011
Ankara’ya Suriye ile İlgili Bazı Tahlil, Tahmin, Uyarı ve Öneriler 2 Kasım 2011
İran ile İlgili Son Amerikan İddiaları ve Türkiye 16 Ekim 2011
Ankara Suriye’de “Rejim Değişikliği” Politikasına Geçerken 28 Eylül 2011
Türk Dış Politika Gündemine Dair 7 Kısa Not 6 Eylül 2011
“Zafer İlan Et ve Kaç:” ABD ve Afganistan’dan “Sorumluca” Çekilmenin Mantığı 23 Haziran 2011
Orta Doğu'da Durum Raporu 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine Notlar 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 3 Mayıs 2011
ABD ve Karadeniz Nisan 2011

Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 20 Nisan 2011
Amerika-Sonrası Dünyanın Provası Olarak Libya Krizi ve Türkiye 22 Mart 2011
“Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 10 Şubat 2011
Analiz Üzerine Notlar 14 Ocak 2011
Wikileaks Üzerine Notlar ve Yorumlar 23 Aralık 2010
Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 29 Kasım 2010
Amerikan Travması ve Kongre Seçimleri 23 Kasım 2010
Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 20 Ekim 2010
Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 12 Ekim 2010
"Kürt Devleti" Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler 23 Eylül 2010
Mullen’ın Ankara Ziyareti 7 Eylül 2010
ABD’nin Afganistan’daki Seçenekleri 24 Ağustos 2010
Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 18 Ağustos 2010
İsrail-ABD-İran-Türkiye Dörtgeni 26 Temmuz 2010
Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 16 Temmuz 2010
Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi Temmuz 2010
Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 5 Temmuz 2010
“Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü 02 Haziran 2010
Nükleer Takas: “Savaşı Bitiren Anlaşma” mı, “Acem Oyunu” mu? 20 Mayıs 2010
ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 1 Mayıs 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Normalleşme” Sancıları 22 Nisan 2010
Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 9 Nisan 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 5 Nisan 2010
Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 19 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010 (word)
Bütçe Açığı ve Amerikan Gerilemesinin Ekonomi Politiği 19 Şubat 2010
Cemaat-skeptic 6 Ocak 2010
AKP bir seçim daha kazanırsa burası FC olur 4 Ocak 2010
ABD bu işin neresinde? 29 Aralık 2009
Türkiye-Ermenistan Protokolü Üzerine Düşünceler 3 Eylül 2009
"Obama’nın Savaşı":AfPak Üzerine Notlar 20 Nisan 2009
Obama’nın Ardından 17 Nisan 2009
Obama’nın Türkiye Gezisi ve Türk-Amerikan İlişkileri 19 Mart 2009
ABD ve Orta Doğu Barış Süreci Mart 2009
Obama’nın “Kırkı Çıkarken” Mart 2009

ABD-PKK “İlişkisi” Üzerine Notlar Şubat 2009
Mahşerin Üç Atlısı: Ross, Holbrooke ve Mitchell 5 Şubat 2009
SOFA ABD için Irak’ta “Sonun Başlangıcı” mı? Ocak 2009
Obama Döneminde ABD ve Asya 15 Ocak 2009
Obama’nın Güvenlik Kabinesi Üzerine Notlar 4 Aralık 2008
Yeni ABD Başkanı Obama ve Türk-Amerikan İlişkileri 6 Kasım 2008
ABD Başkanlık Seçimlerinin Türk-Amerikan İlişkilerine Muhtemel Etkileri 30 Ekim 2008
ABD Başkanlık Seçimleri Ekim 2008
Obama’nın Biden’ı Tercihinin Bir Tahlili 26 Ağustos 2008
Amerikan Sağı Üzerine Notlar Ağustos 2008
Gürcistan Krizi, ABD ve Türkiye 11 Ağustos 2008
Obama'nın Dış Gezisi 29 Temmuz 2008
Başkan Bush’un Avrupa Gezisi ve Transatlantik İlişkileri 18 Haziran 2008
ABD Seçimleri (ppt) - 10 Haziran 2008
"Sessiz Tsunami": Global Gıda Krizi (ppt) - 29 Nisan 2008
Amiral Fallon'un İstifası 13 Mart 2008
ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar 22 Kasım 2007
“İçeride Liberal, Dışarıda Şahin”: K. Irak’a Harekat Üzerine Notlar 25 Ekimy 2007
K.Irak'a Ekonomik Müeyyideler Üzerine Sorular 25 Ekimy 2007
Irak "Hamle"sinin Muhasebesi Eylül 2007
Türk-Amerikan İlişkileri - Yeni Dönemin Gündemi Eylül 2007
ABD, K. Irak ve Türkiye Üzerine Notlar ve Sorular Haziran 2007
ABD ve Orta Doğu: "Müflis mirasyedi" mi "stratejik deha" mı? Mayıs 2007
Recommendations for Strengthening U.S.-Turkish Relations February 26, 2007
ABD'nin Irak'taki Seçenekleri Ocak 2007
'Topal Ördek'le İki Yıl Daha: 2006 Kongre Seçimleri Aralık 2006
U.S.: Empire, Gulliver or the “First Among Unequals” (ppt) - ASAM 2023 Conference - October 2006
Türk-Amerikan İlişkilerinde “İkinci Bahar” mı, “Sonun Başlangıcı” mı? Stratejik Analiz - Haziran 2006 -
Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi Avrasya Dosyası - İslam ve Demokrasi Özel Sayısı
Gurur ve Önyargı: ABD İran Gerginliği ve Türkiye Stratejik Analiz Nisan 2006 - (pdf)
Arzın Merkezine Seyahat: ABD Ulusal Güvenlik Konseyi - Journey to the Center of the World: U.S. National Security Council Avrasya Dosyası 2005
Dört Tarz-ı Siyaset: Türk-Amerikan İlişkileri ve Başbakan Erdoğan’ın Washington Ziyareti Temmuz 2005
11 Eylül’den Sonra Türk-Amerikan İlişkileri: Eski Dostlar mı Eskimeyen Dostlar mı? Avrasya Dosyası - 2005
“Dört Yıl Daha”: Yeni Bush Yönetimi ve Dünya Aralık 2004
2004’ten 2005’e Türk-Amerikan İlişkileri Aralık 2004
Türkiye, Iraklı Kürtler ve Statükonun Meşruiyeti Nisan 2004 - eksik
Askerî Alanda Devrim: Askerî Bir Senfoni Ocak 2004
Çirkin Amerikalı’ ile ‘Güven Bunalımı’: ‘Süleymaniye Krizi ve Türk-Amerikan İlişkileri Temmuz 2003 - ( pdf )
The Middle East: A Land of Opportunity and Peril for Turkey - May 2003
Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Notlar: Ataerkil Yapıdan Tüccar Mantığına mı? Mayıs 2003
Türkiye, ABD ve Irak Harekâtı: Hayır Diyebilen Türkiye? - Şubat 2003
Değişim, ‘Sense of Proportion’ ve Tarihin Yararları ile Sınırları Üzerine Nisan 2003
ABD Güvenlik Politikalarında Güç Kullanımı ve Caydırıcılık Ağustos 2002
“Yalnız Kovboy” ya da “Eşit Olmayanlar Arasında Birinci”: ABD Dış Politikasında Tektaraflılık-Çoktaraflılık Tartışmaları Mart 2002
İyi, Kötü ve Çirkin: ABD'nin Orta Doğu Politikaları Ocak 2002
Unilateralism corrupts, absolute unilateralism corrupts absolutely Turkish News, May 21, 2002
ABD ve Afganistan: Çıkış Var mı? Kasım 2001
Realism and Change
Crime and Punishment - Deterrence and its Failure in Theory and Practice 2001
“Tüketebileceğimizden Daha Fazla Değişim” ya da Eskimeyen Dünya Düzeni Ekim 2001
“ABD-AB İlişkilerinde Metal Yorgunluğu” Haziran 2001
It never rains circa. 1991.
.



Powered by Blogger