$BlogRSDURL$>
ABD Başkanı Barack Obama’nın görev süresinin hemen başında Türkiye’yi ziyaret etmesinin neden, anlam ve muhtemel sonuçlarını geziden önce tahlil etmeye çalışmıştık. (Bkz, “Obama’nın Türkiye Gezisi ve Türk-Amerikan İlişkileri”, 27 Mart 2009, ASAM web sitesi). Bu yazıdaysa Obama’nın gezi sırasında yaptığı açıklamaları değerlendirmeye çalışacağız.
ABD için Türkiye’nin gönlünü almak kolay, maliyetsiz ve potansiyel olarak ödüllendiricidir. Tahmin ettiğimiz gibi Obama Müslüman dünyaya “sesleniş konuşmasını” Türkiye’de yapmış ve ülkesinin Müslüman dünya ile savaşta olmadığını belirtmiş ve Filistin-İsrail çatışması konusunda iki devletli çözüme olan bağlılığını dile getirmiştir. ABD Başkanı Türkiye’nin önemini ise “nerede olduğu, ne olduğu, ne yaptığı ve ne yapabileceği” gibi dört temel üzerine bina etmektedir. Türkiye ABD’nin ilgilendiği bir çok bölge ve çatışmanın göbeğinde ya da yakınındadır. Bazı özellikleri (demokratik, Müslüman, NATO üyesi, dinamik ekonomi, AB adayı vs) bir arada bulundurması nedeniyle biriciktir. Yakın dönemde başta Orta Doğu’da olmak üzere çevresinde aktif bir dış politika izlemekte, genelde sorunların çözümü için ciddi bir çaba harcamakta ve bir ölçüde de etkili olmaktadır Son olarak, ABD’nin Irak’tan Afganistan’a, İran’dan Ermenistan’a kadar bir dizi konuda Türkiye’den beklenti, talep ve ihtiyacı vardır.
Başkan Obama’nın Türkiye gezisi kamuoyunda genelde başarılı olarak değerlendirildi ve Türk-Amerikan ilişkilerinde Bush döneminde yaşanan sorunlu dönemin bitişinin habercisi olarak görüldü. Bu değerlendirmelerde önemli oranda haklılık payı vardır. Bir çok gözlemcinin de dikkat çektiği gibi Obama gezisi sırasında Türk iç siyasetine laik-İslamcı tartışmasına taraf olarak görünmekten özellikle kaçınmış ve dengeli bir pozisyon tutturmuştur. Türkiye’nin laik demokrasisine ve Atatürk’e verdiği referanslar genelde olumlu yankı bulmuştur.
Ancak Obama’nın, mütevazi bir dış politika izleyeceğine, daha çok dinlemek istediğine, ders vermekten kaçınacağına yönelik yaptığı açıklamalara rağmen, zaman zaman bu resmin dışına çıktığı da görülmüştür. Örneğin, PKK ile işbirliğinin artacağı işareti vermesine rağmen bunun altını somut ifadelerle doldurmamış olmasına rağmen, Heybeliada Ruhban okuluna yaptığı referans ile daha fazla ayrıntıya girmekten kaçınmamıştır. Ayrıca, Türkiye’nin “Kürt nüfusuna” “demokrasi, eğitim ve fırsat” verilmesi çağrısı yapması, başka bir konuşmasında “Kürt azınlık” ifadesini kullanması, Ermenistan sınırının açılması için Türkiye’ye telkinde bulunurken Erivan’a bu konuda hiçbir “ödev vermemiş olması”, ABD’nin kendi tarihindeki olumsuzluklarla Türkiye arasında paralellikler kurması rahatsız edici olmuştur.
ABD’nin PKK ve Kürt konularındaki politikaları ve söyleminin nedeni ve amacını teşhis etmek hala kolay değildir. ABD bu soruna “masumca” bakıp en optimal ve akılcı çözümün daha fazla özgürlükler olduğunu mu düşünmektedir, yoksa bu konuyu gerektiğinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir koz olarak mı değerlendirmektedir, yoksa Türkiye’de bir çok kişinin korktuğu gibi, ABD’nin önce Irak sonra da Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edecek uzun dönemli planları mı vardır, bu hala belli değildir. Başkan Obama’nın Türkiye’ye bu kadar ihtiyacı olduğu bir dönemde bile Kürt ve Ermeni konularında Türkiye’ye belki kibar ama yine de parıltısının etkisiyle ilk başta daha az fark edilse bile giderek anlaşılan mesaj ve ödevler vermesi şaşırtıcıdır.
Bu satırların yazarı Başkan Obama’nın hem ABD, hem Türkiye ve hem de dünya için olumlu bir çok işe imza atmaya aday bir lider olduğunu düşünmeye devam etmektedir. Ancak bu durum Obama’nın gezisi sırasında söylediği bazı sözlerin olumsuz şeyler çağrıştırmasına engel değildir. Obama’nın Türk iç siyasetine müdahale anlamına gelebilecek türde yaptığı açıklamalar, örneğin daha önceki ABD Başkanı tarafından hiç yapılmamıştı. Ayrıca Obama’nın değişik övgü sözleri arasında ve sonrasında kullandığı eleştirel, talepkar ve vaazkar dili, örneğin Fransız Parlamentosu’nda Cezayir konusunda, ya da Yunanistan’da Türk azınlık konusunda ya da Hindistan Meclisi’nde Keşmir konusunda kullanabileceği çok şüphelidir. Nasıl bir Türk Cumhurbaşkanı ABD Kongresi’nde konuşurken Amerika’nın idam cezasını kaldırmayı düşünmesi gerektiğini söyle(ye)mezse, ABD Başkanı’nın da TBMM’de yaptığı konuşmada bazı konulara daha hassas yaklaşması gerekirdi. Bu sözler Obama’nın söylediklerinde haklılık payı olup olmaması ile ilgili değildir. Buradaki esas konu Türkiye’nin egemenliğini ilgilendiren konularda takınılması gereken tavırdır.
Obama’nın gezi sırasında dile getirdiği “model ortaklık” konusu ise hala yeterince netlik kazanmış değildir. Bunun bir soru-cevap seansında ağzından “öyle” çıkmış bir ifade mi, yoksa zamanla altı doldurulacak kavramsal bir yenilik mi olduğunu şimdiden kesin olarak söylemek zordur. Konu ile akla gelen bazı ihtimaller şunlardır: Washington, 1) Müslüman dünya ile bozulan ilişkilerini önce Türkiye ile düzelterek bu örneği daha sonra diğer Müslüman ülkelerle “barışmanın” bir ilk adımı olarak kullanmak istiyor. 2) “Stratejik ortaklık” kavramının anlamını, çekiciliğini ve inandırıcılığını kaybettiğini fark ettiği için yıpranmamış yeni bir ifade olarak bunu öne sürüyor. 3) Bu ifadeye liberal bir anlam yükleyerek Türkiye’nin iç ve dış politikası ile beklenti ve taleplerinin üzerine yeni bir kap geçiriyor.
Obama’nın gezisinin beklenenden veya olabilecekten daha az başarılı geçtiği iddia edilebilir. Bu kadar erken gerçekleşen bir gezi için, ABD Yönetiminde konu ile ilgili bazı pozisyonlar boş olduğu da düşünüldüğünde, yeterince hazırlık yapılmamış olduğu söylenebilir. Acaba bu gezi Obama Yönetimi’nin Türkiye’yi de ilgilendiren konulardaki yaklaşımları biraz belirginleştikten ve olgunlaştıktan sonra yapılsa daha verimli olur muydu sorusu meşrudur. Elbette kapalı kapılar ardında ne konuşulduğunu bilemiyoruz ancak Türkiye’nin amaçları, çıkarları ve tehdit algılamalarının yeni ABD Başkanı’na etkili bir şekilde anlatıldığını umuyoruz. Obama ile beraber ABD dış politikasında çoğu Türkiye açısından olumlu bir çok gelişme yaşanmaktadır. Ankara ve Washington’un beraberce çalışabileceği ve mesafe alabileceği bir konu vardır. Ancak bu iyimserliğin bizi iki ülke arasında yaşanabilecek potansiyel çatışma alanlarını görmezden gelmek, onlara hazırlıksız veya gevşek yakalanmak gibi bir hataya da sürüklememesi gerekir. Türkiye’nin kendi iç meseleleri konusunda müdahale görüntüsü verebilecek ifade ve eylemlere karşı hazırlıklı olması gerekir.
ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi
Şanlı Bahadır Koç,