Süleymaniye Krizi
‘Çirkin Amerikalı’ ile ‘Güven Bunalımı’: ‘Süleymaniye Krizi ve Türk-Amerikan İlişkileri – Stratejik Analiz Ağustos 2003Şanlı Bahadır Koç* İlişkiler tam da yavaş yavaş ‘düzelir gibiyken’ niye Amerikan tarafının Süleymaniye’deki operasyonu gerçekleştirdiği tamamen anlaşılır olmamaya devam etmektedir. Hadisenin Türk-Amerikan ilişkilerinde, tam şiddeti, derinliği ve süresi şu an için belli olmamakla beraber, ciddi olumsuz etki yapacağı açıktır. ABD’nin, Irak’ın artık kendi kontrolü ve sorumluluğu altında olduğunu ve buradaki Türk askeri varlığını kabul edemeyeceği sinyalini vermek için bu tür bir girişimde bulunması anlaşılması zor ve kabul edilmesi imkansızdır. Bu yazı Süleymaniye’de Amerikan Kuvvetlerinin Türk timine yönelik yaptığı harekatı tartışmaya çalışacaktır.
Süleymaniye’de yaşanan
olayın en az üç önemli boyutu bulunmaktadır: 1) Yakışıksızlığı, Türkiye’nin kırılan gururunun tamir edilmesinin zarureti, 2) ABD ile ilişkilere yapması nerede ise kaçınılmaz ciddi olumsuz etki, 3) Türkiye’nin K. Irak politikası üzerindeki sonuçları. Karşılıklı güven, onur, prestij ve özgüven önemsiz değil somut sonuçları olan kavramlardır. Bundan on yıl sonra bakıldığında Süleymaniye’deki olay Türk-Amerikan ilişkileri açısından belki şu an düşünüldüğü kadar önemli bir dönüm noktası olarak görülmeyebilir ama izinin hemen kaybolacağını düşünmek de zordur. Ayrıca bu krizin ilişkide yaşanan son kriz olmayacağını tahmin etmek güç değildir.
Türkiye’nin Irak politikasının yanlışı ‘kırmızı çizgiler’ içermesi değil, sadece kırmızı çizgilerden oluşması ve bu çizgiler zorlanırsa ve aşılırsa ne yapacağına dair yeterince zihinsel ve askeri hazırlık yapmamış olmasıydı. Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı buradaki amaçlarını en iyi gerçekleştirecek türden bir askeri varlık mıdır? Belli bir yanılma payı bırakılarak ve şartların değişebileceği de unutulmadan denilebilir ki bugün Türkiye’nin K. Irak’taki Kürtlerle ilgili gelişmeleri askeri yöntemlerle etkileme marjı ciddi oranda azalmıştır. ABD’nin Irak’ı işgalinin önceden tahmin edilmesi zor sonuçlarından biri de PKK’yı Irak dışına İran ve Türkiye’ye doğru hareketlendirmesi olmuştur. PKK’nın Türkiye’ye girmektense Irak’ta kalması Ankara için daha tercih edilir bir şey olmalıdır. Türkiye’nin Irak’a olan askeri ilgisinin merkezinde PKK’nın K. Irak’taki varlığı ve faaliyetleri olmalıdır.
ABD’nin Irak’ta Türkiye’den şikayetleri ve iddiaları şunlardır:1) Türkmenleri silahlandırıyorsun ve onlara askeri eğitim veriyorsun, 2) Türkmenleri siyasi olarak organize ediyorsun, ve hatta 3) onları Kürtlere karşı kışkırtıyorsun, 4) Türkmenleri Amerikan işgalini baltalamaya yönlendiriyorsun. Bunların hiçbirini yapmıyorsan bile 5) burada silahlı varlığını kabul etmiyorum. Bu arada Türkmenlerin Türkiye’nin Irak politikası içindeki yerleri zaman zaman tartışma konusu olmakta ve Türkiye’de milyonlarca Kürdün de yaşadığı hatırlatılmakta ve Ankara’nın bu iki gruba ‘renk-körü’ yaklaşması gerektiği ve aralarında birleştirici bir rol oynaması gerektiği dile getirilmektedir. Bu yöndeki eleştirilere verilebilecek çok basit bir cevap şu olabilir: Ankara’nın K. Iraklı Kürtleri değil Türkmenleri desteklemesi doğrudur çünkü Irak’tan ayrılmak isteyenler Türkmenler değil Kürtlerdir. Türkiye’nin K. Irak’ta Kürtlere değil de Türkmenlere destek vermesinin ardında haklılığı tartışılır ırksal refleksler olsa da bu desteğin belki nedeni değil ama kendisi haklıdır ve hatta gereklidir. Çünkü Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasında gerçek bir çıkarı vardır ve bütünlüğü tehdit edenler de K. Irak’taki Türkmenler değil Kürtlerdir. Bu onların kusuru değildir ve hatta belki de haklarıdır ama Türkmenlerle bu farkları Türkiye’nin çıkarları ile çatışmaktadır. Eğer bu bütünlüğü tehdit edenler Türkmenler olsa idi Ankara’nın o zaman da Türkmenlerin bağımsızlık çabalarını kontrol etmeye çalışması gerekirdi. Ankara Irak’ta aslında yanlış nedenlerle doğru şeyi istemekte ama belki bunun uygulamasında da yine mükemmelden uzak bir performans sergilemektedir.
Olayın askerle hükümetin ya da Türkiye ile ABD’nin arasını bozmaya yönelik bir amacı ve/veya sonucu olabileceği endişesi Hükümetin tepkisini bir parça ağırdan alması ve sınırlı tutmasında etkili olmuş olabilir. Olayın kendisi ve biçimi, eğer düzeltilmezse, Türk devletinin hem kendi halkı hem de K. Irak’taki Kürtler ve Türkmenler gözünde önemli ölçüde prestij kaybına neden olacaktır.
Türkiye, olayla ilgili olarak ABD’den 1) ayrıntılı bir açıklama ve 2) özür, 3) bir daha benzer bir olayın gerçekleşmeyeceği yönünde garanti, 4) uğranan maddi ve manevi zarar karşılığında tazminat ve 5) sorumluların cezalandırılmasının sözünü istemekte ısrar etmeli ve 6) olayın takipçisi olmalıdır. Ancak öte yandan, Türkiye’nin yukarıdaki türden taleplerine Amerika’dan tamamen olumlu cevaplar gelmezse ne yapacağını ve bu sorunu ilişkilerin geleceğinde ne ölçüde merkezine koyacağını şimdiden düşünmesi gerekir. Amerika tarafından umursamazlık ve ‘bir hata olmuş uzatmayın’ şeklinde gelebilecek yaklaşımlara karşı Türkiye’nin önündeki opsiyonlar neler olabilir? Washington bu işe yanlışlıkla ya da kendini haklı gösterebilecek nedenler olarak girmemişse, acaba şu iddia edilebilir mi: ‘ABD, Türkiye’nin atabileceği karşı adımları tahmin etmiş ve göze almıştır. Hatta belki de Washington Türkiye’yi aşırı tepkilere zorlayarak kendince Türkiye’yi ilişkileri koparmaya zorlamakta ve tüm ağırlığını Kürtlerin lehine koymasını meşrulaştırmak istemektedir. O halde bu adımları atarak aslında Amerika’nın yazdığı senaryodaki rolümüzü oynamaktan başka bir şey yapmış olmayacağız.’
[1] Bu yorumda gerçekten doğruluk payı olabilir. Ama eğer ABD Türkiye ile köprüleri atmaya karar vermişse Türkiye’nin Ankara ile iyi geçinmekte ısrar etmesinin bir anlamı yoktur. Bu olayın hemen sonuçlandırılmaması Türk tarafında ABD’nin Türkiye’nin rahatsızlığını anlamadığı ya da önemsemediği şeklinde yorumlanabilirdi. Bu noktadan sonra ilişkiyi düzeltme görevi ABD’nin olmalıdır.
K. Irak’ta Türk Askeri Varlığının GeleceğiBu olay, Amerika’nın bir tür mahcubiyet duyarak Türk askeri varlığının K. Irak’tan çekilmesi yolundaki isteklerini bir nebze azaltacak ve bir süre için erteleyecek midir, yoksa ‘bakın böyle nahoş olaylar olmasını istemiyorsanız artık buradan çekilin’ mi denecektir?
[2] Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri varlığı kabaca ikiye ayrılabilir: 1) Süleymaniye’deki gibi şehir merkezlerindeki irtibat büroları, 2) Sınıra daha yakın bölgelerdeki tankların da yer aldığı Türk üsleri. Bunların büyüklüğü, faaliyetleri, amacı, gerekliliği gibi konularda kamuoyunun daha fazla bilgili olmaya ihtiyacı vardır. ABD tarafından, açık bir özür dilemeden sonra, ya da böyle bir özürün şartı olarak, bu askeri varlığın geri çekilmesi ya da Amerikan gözetimine girilmesi istenirse Türkiye ne yapacaktır? ABD Türkiye’nin K. Irak’taki askeri varlığından rahatsızdır. Peki ya PKK’nın varlığından? Ondan niye rahatsız değildir? Türk askerleri gerçekten ‘enteresan’ işlere girmişlerse bile operasyonun Ankara’ya bildirilmeden ve uyarılmadan yapılması, operasyonun yapılış biçimi ve Türk askerlerine yapılan muamele, operasyonun zamanlaması, Türkiye’nin sorularına uzun süre net bir cevap verilmemesi, uzun süre devam eden umursamaz tavır, ABD’nin PKK ile içinde olduğu iddia edilen diyalog ve hatta işbirliği, aynı PKK’nın Türkiye içinde yeniden silahlı faaliyete girişmesi gibi faktörlerin bir araya tesadüfen ya da hatayla bir araya gelmiş olduğuna inanmak giderek daha güç görünmektedir. Bu arada şu sorulara da cevap aranmalıdır: 1) ABD’nin PKK/Kadek’e tam olarak bakışı, 2) ABD’nin PKK’yı İran’a karşı kullanmasına Türkiye’nin bakışı nedir? Biraz abartıyla ama tamamen de alakasız olmayan bir benzetmeyle söylemek gerekirse, Türk devleti El Kaide ile görüşse ve hatta mesela bu örgütü PKK’ya karşı kullanmaya kalksa ABD ne tepki verirdi?
ABD Süleymaniye’deki olayla ilgili olarak bir tür özür dileyebilir, ama karşılığında K. Irak’taki Türk askeri varlığının ‘modalitesi,’ büyüklüğü ve geleceği ile ilgili talepleri olacaktır. Türkiye’nin K. Irak’taki varlığı PKK ile mücadele ekseninde şekillenmelidir. Terörle mücadeledeki diğer metot ve enstrümanların önemini teslim ettikten sonra, Türkiye’nin PKK ile askeri mücadelesinin, en az ABD’nin Irak’ta gerçekleştirdiği harekat kadar meşru ve gerekli olduğu ABD’ye ısrarla, tekrar tekrar ve değişik kanallardan bildirilmelidir. Türkiye ile ABD, PKK konusunda ortak bir zeminde nasıl buluşabilir? ABD’nin PKK ile direk askeri çatışmaya girmeye niyeti olmadığına göre, bunu Türkiye’nin yapmaya, bir de ‘Eve dönüş yasasını’ çıkardıktan sonra hakkı yok mudur? Türkiye K. Irak’taki askeri varlığının amaçları arasında bir hiyerarşi oluşturmalıdır. Bu güç 1) PKK’ya karşı tampon amacıyla, 2) PKK’ya karşı askeri operasyon düzenlemek için, 3) PKK’ya karşı istihbarat toplamak için, 4) Türkmenleri korumak, organize etmek ve güçlendirmek için ve en nihayetinde 5) burada bayrak göstererek Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasına izin vermeyeceği sinyalini vermek için bulunmaktadır. Burada bulunan gücün bu amaçlardan hangilerini sağlamaya daha çok önem verdiği, Amerikan baskısı artarsa hangilerinden vazgeçilebileceği, hangilerinden vazgeçilemeyeceğini düşünmek durumundayız. ‘Şehirlerden çıkın, sadece sınıra yakın bölgede kalın’ denirse buna nasıl cevap verilmelidir?
Ankara, askeri gücünü çekmesi yolunda Washington’dan gelen baskılara karşı PKK ile ilgili endişelerini dile getirdiğinde, Washington yine muğlak ve ucu açık ‘sesler çıkarmakla’ mı yetinecek, yoksa ABD bu konuda tam olmasa da bir parça spesifik ve bağlayıcı sözler vermeye ikna edilebilir mi? Ya da şöyle sorarsak, ABD’den PKK’nın Irak’taki varlığı ile ilgili olarak yuvarlak sözlerin dışında bir şey gelmezse, Türkiye nasıl bir tavır belirleyecektir? Belki de bu konuda karşılıklı adımlara bağlanmış bir formül, bir ‘yol haritası’ söz konusu mümkün olabilir: ‘Sizin PKK’ya karşı tavır aldığınızı gördüğümüzde/gördükçe adım adım biz de askerlerimiz çekeceğiz.’ Hatta belki bir parça ileri giderek bu adımlar, doğal olarak açıklanmayacak, gizli bir takvime bile bağlanabilir. Ancak bu ‘planla’ ilgili akla üç problem gelebilir. 1) ABD PKK ile mücadele etmeyi gerçekten istiyor mu? 2) Irak’taki diğer problemleri düşünüldüğünde buna gücü ve zamanı var mı? 3) Türkiye’nin şartlar ve takvim öne sürmesini ‘racon açısından’ kabullenebilir mi? Üzerinde çok düşünülmemiş ama Türkiye’nin belki yapabileceği bir başka öneri de PKK’nın yoğun olduğu bölgelere yönelik geniş çaplı ama sınırlı sürede sonuçlandırılacak ve ‘bir kerelik’ bir Türk askeri harekatı ve sonrasında da Irak’tan Türk askeri varlığının sınıra yakın bölgeye çekilmesi için ABD ile anlaşılmasıdır. Bu öneriye de Amerika’nın olumlu cevap vermesi güçse de böyle tür bir girişimde bulunmanın bir maliyeti olmayabilir.
Stratejik OrtaklıkKavramlar genelde etrafımızda dönen karmaşanın içinde bir parça olsun berraklık sağlayarak yolumuzu bulmanın araçlarından biridir. Ancak bazen hakikati görmenin önünde engel haline de gelebilirler. Türk-Amerikan ilişkileri tartışılırken ortaya atılan ‘stratejik ortaklık’ kavramı artık bu ikinci kategoriye girmektedir.
Fransız bir filozofun çok başka kontekstte kullandığı formül ödünç alınarak denebilir ki, ‘stratejik ortaklık’ kavramı bir zamanlar Türk-Amerikan ilişkilerinin gerçeğini yansıtıyordu, sonra bu gerçeğin yerini aldı, sonra gerçeği gizlemeye başladı. Bugünse ‘stratejik ortaklık’ kavramı ile gerçeklik arasında hiçbir ilişki kalmamıştır. ABD’nin elinde Türkiye’ye istediğini yaptırmak ve istemediğini yapmasını önlemek için bulunan kozların listesi içinde şunlar da olabilir: 1) IMF kredisi, 2) Türkiye’ye vereceğini duyurduğu 8.5 milyar dolarlık kredi, 3) Kıbrıs konusunda ağırlığını Rum tarafı lehine koyması, 4) K. Irak’ta ağırlığını Kürtlerden yana koyması ve hatta en uç ihtimal olarak K. Irak’ta kurulabilecek bir Kürt devletini destekleyebileceğini hissettirmesi, 5) Türkiye’ye silah ve teknoloji transferi konusunda daha isteksiz olması, 6) Ermeni soykırımı konusunda kendini daha rahat hissetmesi. Bu genel kozlar dışında ABD 7) Türkiye içindeki değişik odaklara karşı da diğerlerini/rakiplerini tercih ederek onları ülke içinde güçsüzleştirmek gibi ‘kartlara’ sahiptir. Bu kozların varlığı kullanılacakları ya da açık veya gizli tehdit aracı olarak kullanılacakları ya da Türkiye içinde, dış politikasında ya da etrafında Washington’un arzuladığı sonuçların gerçekleşmesine yeteceği/yardım edeceği her zaman kesin değildir. Kabaca söylemek gerekirse Türkiye, 1) Washington’un arzularına yakın politikalar benimseyerek onu yatıştırma (appeasement) yoluna gidebilir, 2) kısmi ödünler vermekle yetinebilir, 3) kendi karşı kozlarını masaya koyabilir ya da 4) ABD’nin kozlarının varlığı, kullanılabilirliği ya da önemini görmezden gelebilir. ABD’nin Türk timinin faaliyetlerinin ‘rahatsız edici‘ (disturbing) olduğunu söylemesi dışında somut ya da ayrıntılı bir şey söylememiş olması ve kendi basınına bir şey sızdırmamış olması, argüman ve iddialarına yeterince güvenmediklerinden midir, yoksa aslında ‘sıkı’ kanıtları vardır da Türkiye’nin önce ‘içindekileri dökmesini’ sonra da ‘kanıtları masaya atarak’ Türkiye’yi ekstradan mahcup ederek Irak ve bölge ile ilgili kendi taleplerini kabul etmeye daha müsait bir kıvama getirmek mi istemektedirler? Şu soruyu soranlara hak vermemek zordur: Şimdi bu ‘zorbalığı’ yapan ABD, Türkiye’de on binlerce asker konuşlandırsaydı, ya da Türkiye tezkereyi geçirerek Irak’a on binlerce asker soktuktan sonra Ankara’ya artık Irak’ta istenmediği belirtse neler olurdu?
Merkez Komutanlık
Türk-Amerikan askeri ilişkileri ABD’nin Orta Doğu ve Orta Asya yönelik gücü olan Merkez Komutanlığına (Central Command) kaydıkça kısmen iletişimsizlikten kaynaklanan problemler yaşanmaya başlamıştır
1. Türkiye ABD’nin Orta Doğudaki karakolu, ‘uçak gemisi,’ jandarması olmak istememektedir. Türkiye ile ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik çıkarlarında ve önceliklerinde farklılıklar vardır. Kürt meselesi ve Türkiye’nin bu konuya herhangi bir dış politika olayının çok ötesinde verdiği önem Ankara’nın ABD’nin politikaların bakışını etkileyerek bu farklılıkların artmasını ve derinleşmesini beraberinde getirmektedir. Nato’nun geleceği ve yeni stratejik ortama nasıl ve ne derece uyum sağlayacağı tartışmalı olmakla birlikte, bu kurumun uzun yıllara dayalı, kurumlaşmış ve Türk ordusunun içinde kendini rahat hissettiği bir kültürü vardır. Ayrıca, her ne kadar Nato ABD’nin çok büyük ağırlığı olan bir ittifak olsa da, Türkiye burada ABD ile yalnız değildir. Halbuki Merkez komutanlığının yetki alanı içinde olan Orta Doğu’da ikili ilişki ağırlık kazanmaktadır ve bu ikili ilişkinin de ABD tarafından domine edilmemesi çok güçtür. Orta Doğu’ya yönelik Türk-Amerikan ilişkileri, İsmet İnönü’nün ‘büyük devletle aynı yatağa girmek’ deyişinin daha geçerli olduğu bir alan olmaktadır. Türkiye’nin 4 Temmuz krizinin nedeniyle muhatap olarak Nato Avrupa başkomutanını tercih etmesi ya da buna mecbur kalması, Ankara’nın Nato üyeliğine bir vurgu yapma isteğinden, Orta Doğu’dan sorumlu Merkez komutanlık ile tezkere nedeni arasının yeterince iyi olmamasından, genelde Türk ordusunun özelde ise Genel Kurmay Başkanı’nın Nato kontaklarının daha güçlü olmasından, ilk günlerde ABD’den anlamlı bir cevap gelmediğinde faaliyetlerine sınırlama getirilmesi en azından düşünülmüş olması gereken İncirlik’in Avrupa komutanlığına bağlı oluşundan ve hatta belki de Merkez komutanlıkta devir teslim olması nedeniyle bir muhatap bulunamaması gibi nedenlerden kaynaklanmış olabilir.
ÖzürTürkiye ile ABD arasında, Berlusconi ile Almaya arasında gerçekleşen türden ‘yaşanmamış olmasını dilemek,’ ‘üzgün olmak,’ ‘özür dilemek’ benzeri ifadelerin yer alacağı bir çözüm söz konusu olabilir. Türkiye, bu tür bir ifadenin kendisi kadar zamanlaması, kim tarafından dile getirildiği ve ne kadar samimi olduğuna da dikkat edecektir. Ancak öte yandan bu yönde bir gelişme yaşanırsa dahi, ilişkiyle ilgili yeni bir iyimser hava oluşabilecekse de, aslında iki ülkenin arasındaki çelişkiler ortadan kalkacak değildir. Türkiye tepkisini olayın yapılmasına mı yoksa yapılış şekline mi odaklayacaktır? Özür yapılış şekliyle ilgili olursa bu yeterli olabilir mi? Amerikalılar operasyonun tam öncesinde Ankara’ya haber vermiş olsalar ve Türk askerlerine ‘muamelede kusur etmeselerdi,’ Türkiye’nin tepkisi yine çok keskin olacak mıydı? ABD’nin Süleymaniye’de yapılması beklenen komisyon toplantısına sadece teğmen rütbesinde bir subay göndermesinin nedeni, toplantının Irak’ta gerçekleşmesinin ABD’nin tamamen kendi egemenlik ve sorumluluk alanı olarak gördüğü Türkiye’nin bir şekilde burada asker bulundurma hakkını tanıması anlamına gelebileceğinden kaynaklanmış olabilir. Amerikan elçisinin de belirttiği gibi araştırma, ‘hızlı, açık ve adil’ olmalıdır. Komisyonun varacağı nihai sonuçlar ve rapor açıklanacak mıdır? Kurulacak komisyonun kompozisyonu, amacı, süreci, uygulayacağı yöntem (rapor, karşılıklı fikir alışverişi) ve ‘iddiaların nasıl değerlendirileceği’ gibi konular önemlidir. Amerika özür diler mi? Gizli, kapalı kapılar ardında bürokratik bir özür yeterli olur mu, yoksa açık ve şüpheye açık bırakmayacak bir özür de ısrar edilmeli midir? Türkiye ‘özür’de ne ölçüde, şekilde ve sürede ısrar edecektir? ‘Özür,’ bu krizle ilgi olarak politikanın tek amacı olmamalıdır ama merkezinde olmalıdır.
Özürde ısrar etmeyi ilk başta gereksiz ve hatta zararlı bir sentimentalizm ve histeri olarak görenler çıkacak olsa da, aslında ABD’nin özüre zorlanmasının önemli pratik sonuçları olacaktır. ‘Özür’; (eğer bizde bir ‘yanlış’ yoksa) prestiji onaracak (‘aferin Türklere, bak sıkı durdular, Amerika’yı hizaya getirdiler,’ Türkiye’nin kendine güvenini tekrar sağlamasına (’işte böyle’) ve ilişkilerde ihtiyaç duyulan yumuşamaya katkıda bulunacak (‘özür dilediler işte, demek ki belki de bir kaza ya da yanlış anlama söz konusu ve aslında Türkiye’ye sanıldığı gibi bir husumetleri yok,’ karşı tarafta, benzer türden bir şeye bir daha denememesi için, bir tür caydırıcı bir etki yaratabilecektir. ABD’den özür dahil jestlerin gelmemesi Türkiye’de hemen her çevrede Amerikan aleyhtarlığını arttıracak, Amerika’nın niyetleri hakkında yapılan kötümser yorumları besleyecek ve hükümetin ABD ile işbirliği içine girmesini ciddi oranda engelleyecek ve Türk-Amerikan ilişkilerini zehirlemeye devam edecektir.
Sonuç
‘Biz 1 Mart’ta ABD’yi kızdırdık. Onlar da şimdi karşılık veriyorlar’ diyerek ABD’nin Süleymaniye’deki hareketini rasyonalize etmeye çalışmak, suçu kendimizde aramak doğru değildir. ABD’nin hareketi, kabul edilemez, mutlaka karşılık görmesi gereken, karşılık verilmezse Türkiye’nin inandırıcılığı ve prestijine zarar verecek bir hamledir. Türkiye ilk başta aşırı tepkiler vermeyerek, diyalog yolunu arayarak üstüne düşeni yapmıştır
[3]. Türkiye’nin ABD’ye karşı oynayabileceği kozlar çok büyük ya da sonsuz olmamakla beraber mevcuttur (hava sahası, İncirlik, Habur, askeri ihaleler). Süleymaniye’deki krizle beraber uluslararası politikanın diyalog, anlayış, işbirliği boyutları kadar, müttefikler arasında bile geçerli olabilen rekabet, güç ve irade gösterisi, hile (deception), zorlama (coercion), caydırıcılık (deterrence) boyutları da olduğuna bir kez daha tanık olduk. Türkiye ‘yumuşak konuşurken’ sopasını göstermeyi ihmal etmemelidir. ‘Sopayı göstermek’ ile ‘sopayla vurmak’ arasındaki ayarın dengesinin nasıl tutturulacağı ile ilgili ne bilimsel ne de büyülü formüller vardır. Diplomasi ve dış politika işte bu nedenle ‘sanattır.’ Son harekatla beraber, hemen değil ama orta vadede, bir Kürt devleti kurulması halinde buna Türkiye’nin müdahalesine ABD’nin karşı çıkacağını, K. Irak’taki Kürt gruplar daha önce bir şüpheleri varsa da, artık net bir şekilde görmüş oldular. Süleymaniye’de yaşanan olaydan sonra eğer Washington bunu düzeltmek için ciddi adımlar atmazsa, ABD’nin Türkiye ile yakın ve sıcak bir ilişkiyi mümkün görmediği, buna gerek duymadığı ve hatta belki de bunu arzulamadığını savunanlara hak vermek gerekecektir.
Süleymaniye’deki olay, nasıl sonuçlanacağına da bağlı olarak, geçici olmayabilecek bir süre için Türkiye genelinde milliyetçiliğin ve Amerikan aleyhtarlığının artmasına neden olabilecek ve hatta bazı devlet kurumları içinde dengeleri etkileyebilecektir. (14 Temmuz 2003)
* Asam ABD Masası, araştırmacı. e-posta:
ajp1914@yahoo.com[1] Bu yönde bir yorum için bakınız Serdar Turgut, ....Akşam, 10 temmuz, 2003.
[2] K. Irak’ta gerçekleşen olayın dolaylı, paradoksal ve vahametini bir nebze de olsun azaltacak ama sona erdirmeyecek olumlu başka bir etkisi de Amerikan yönetiminin, Türkiye’yi tamamen gözden çıkarmadığını göstermek için, soykırım tasarısına müdahale ederek bunun Türkiye’yi rahatsız edecek şekilde çıkmasına müdahale etmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Süleymaniye’deki olay yaşanmasaydı da bunun yine böyle olacağından emin olmak güçtür.
3 Sedat Ergin, ‘,’ Hürriyet, 11Temmuz 2003.
4 Bu tür krizlerde devletin değişik kurumları arasındaki koordinasyonun çok önemli olduğu tecrübeyle sabittir. Bu noktada bir parantez açılarak Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili şu yorumlar da yapılabilir. Bu kurul, ayda bir toplanan ve asker kesimle sivil kesimin bir anlamda birbirleriyle ‘kozlarını paylaştıkları’ bir platform olmak yerine, bu tür krizlerde, belki daha az üyeyle, hızla toplanabilen ve karar alınabilen bir formata geçmelidir. Milli Güvenlik Kurulu durumu analiz etmek, opsiyonları tartışmak, karar almak ve karşı tarafın tepkisinden sonra atılabilecek diğer adımları konuşmak için bu gibi krizlerde toplanmayacaksa, ne için vardır? Bu tür yüksek düzeyli bir toplantı Türkiye’nin ciddiyetini karşı tarafa hissettirmesine de katkıda bulunabilirdi. Bu arada Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın programlarını değiştirmemeleri gerçekten eleştirilmesi gereken hatalar olmuştur.