$BlogRSDURL$>
Irak’ta resmî hedeflerinin çok uzağına savrulan ABD politikası, beklentiler, sahadaki gerçekler, Clausewitz’in “savaşın sisi” dediği algı kırılmaları, ideal olan, mümkün olan, kabul edilebilir olan, mevcut politikada ısrar edilirse muhtemel olan, planlanan, korkulan, kontrol dışı olan ve bilinmeyen faktörler ve senaryoların yumağında debelenmektedir. Zaten yeterince karışık olan bu resme iç politikadaki “köşe kapmaca”ları, kişisel çatışmaları ve Başkan Bush’un bir sanat formu haline getirdiği inadını da eklemek gerekebilir. Bu yazıda ABD’de Irak’la ilgili yapılan son tartışmalar özetlenecek, ABD’nin bu ülkeye yönelik politikasında değişiklik yapma ihtimali ve muhtemel seçenekleri değerlendirilecektir. Ayrıca bu tercihlerin Irak’taki durum, bölge ülkeleri ve Türkiye’nin çıkarları üzerindeki potansiyel etkileri tahlil edilmeye çalışılacaktır.
ABD'nin Irak’la ilgili olarak seçenekleri –ki bunların bazılarını aynı anda uygulayabilir- şunlar olabilir[1]: Mevcut politikada ısrar[2], istikrara öncelik verilmesi[3], Irak'ı ikiye/üçe bölmek[4], hızlı (6 ay içinde?) ve topyekün çekilme[5], daha çok asker göndermek[6], çekilmek için kesin/muğlak bir tarih vermek (2007-8-9) veyahut kademeli bir çekilme takvimi açıklamak[7], az sayıda büyük üsse çekilmek[8], Irak ordusunun darbe yapmasına izin vermek/teşvik etmek.[9]
ABD kuvvetlerinin, Irak’taki coğrafi konumunu değiştirmeye yönelik seçenekleri ise en kaba haliyle şu şekilde özetlenebilir: ABD askerlerinin özellikle etnik çatışmaların yaşandığı ve bunları engelleme umudu olmayan bölgelerden, a) Irak’ın Suriye ve İran’la sınırına yakın bölgelere, b) yerleşim bölgelerinden uzak yerlere, c) Kuzey Irak’a, d) Irak dışındaki Kuveyt ve Katar gibi bazı bölge ülkelerine, e) bölge dışında ama bölgeye yakın, gerektiğinde Irak dahil bölgeye müdahale edebilir noktalara (Diego Garcia)[10] kaydırılması. Ayrıca Amerikan güçlerinin sürekli saldırı altında olduğu Sünni bölgesini terk etmesi ya da bunun tam tersine ülkenin merkezi olan Bağdat’ta güvenliği sağlamak için buradaki kuvvetleri Irak içinden ve/veya dışından birliklerle takviye etmesi seçenekler dahilindedir.[11]
Irak’ta yaşananların bir iç savaş olup olmadığı büyük ölçüde semantik ve akademik bir konudur. Tartışılmaz olansa, Irak’ın belki de hiç olmadığı kadar kötü bir durumda olduğudur: Etnik ve mezhepsel çatışma, işgal, parçalanma, kanunsuzluk, devlet kurumlarının çökmesi, anarşi, nihilist terörizm, ekonomik tıkanıklık, hizmetlerin durması, sosyal çöküntü, atomize olma, etnik temizlik, iç ve dış göç, beyin göçü, sermaye kaçışı, dış müdahale, yolsuzluk, güvensizlik, umutsuzluk, korku, paralize (felç) olma hali.[12] Bir devlet baskıcı, işgüzâr, hantal, verimsiz ve “akılsız” olabilir. Ama Irak’ta yaşananların gösterdiği bir şey varsa o da en kötü devletin bile onun olmadığı anarşiye yeğ olduğudur. Orduyu ve bürokrasiyi dağıtarak Irak devletinin içini boşaltan ABD, Irak’ta yaşanan bu kaosun belki tek değil ama şüphesiz en önemli müsebbibidir Nedenlerini ve boyutunu burada ayrıntılı olarak tekrarlamaya gerek olmayan bu “acıklı durum”, ABD’ye Irak’ta bundan sonra yaşanacaklarla ilgili çok büyük görevler yüklemektedir. Irak’ta yaşananlar ABD’nin siyasi, askerî, ekonomik ve moral gücünü emmekte, içinde birliğini bozmakta ve hem bölgedeki hem de dünyanın geri kalanındaki seçeneklerini kısıtlamaktadır. Durumun ve gelecekte yaşanabileceklerin vahameti ABD’nin Irak’taki politikalarında temel, çok boyutlu ve olabildiğince hızlı bir değişikliğe gitmesini şart koşmaktadır. Amerikan halkının Irak’la ilgili olarak Kongre seçimlerinin sonuçlarına da yansıyan memnuniyetsizliği, mevcut politika ve onun getirdiği başarısızlıkla -haklı veya haksız- en çok özdeşleştirilen Donald Rumsfeld’in görevden ayrılması ve Irak Çalışma Grubunun Raporu’nun (İÇG) daha yayınlanmadan tetiklediği tartışma ortamı, mevcut politikada değişikliği gerekli ve mümkün kılmakta ama kaçınılmaz hale getirmemektedir.[13] ABD’nin Irak politikasında yaşanması beklenen değişimin, “projenin” stratejik düzeydeki amaçlarıyla mı hayata geçeceği yoksa sadece taktik boyutunda mı kalacağı henüz belli değildir. Başkan Bush’un Irak politikasını hemen ve temelden değiştirmesini beklemek doğru olmayabilir.[14]
IÇG Raporu, ABD’nin Irak’ta çok ciddi bir başarısızlık yarattığı gerçeğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kayda geçirmiş ve resmîleştirmiştir. Yönetimin performansına yönelik keskin eleştirileri Bush’un egosunu zedelemiş olabilir. Bush’un egosuna, geri adım atmamaya ve kararlılığa belki biraz fazla önem veren bir lider olması, onun bu rapora ve Irak’taki duruma vereceği tepkiyi koşullandırmaktadır. Rapor, Pınar Bilgin’in de dikkat çektiği gibi, “bütüncül” bir yaklaşımla “sorunların içiçeliğine vurgu” yapmış ve entegre bir çözüm gerektiğini belirtmiştir. Yapılan önerilere tamamen katılmayanların bile, bu basit ama her zaman telaffuz edilmeyen gerçeğin altını çizdikleri için Komisyona müteşekkir olması gerekir. Raporun eleştirilecek çok yönü olabilir ancak Washington’da Irak konusunda gerçek bir tartışma yarattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. İşin ilginç yanı, bu tartışmanın en az iki yıl geç kalmış olmasıdır. Irak’ta hızla gelişen ve kontrolden çıkmak üzere olan olaylar raporu bir anlamda eskitmiştir. Raporun oldukça başarılı bir şekilde kayda geçirdiği Washington’un hatalar zinciri, ABD’nin elinden başarı için gerekli olan seçenek ve enstrümanların önemli bir kısmını almıştır. Oldukça kapsamlı ve zengin olan ve demokratikleşmeye hemen hiçbir vurgu yapılmayan IÇG Raporu’nun en önemli noktaları şunlardır:
1) Irak bölünmemelidir, Irak Hükümeti elini çabuk tutmalı ve Sünnileri de içine alan bir millî uzlaşmaya zorlanmalı ve kendisine verilen yardım, takvime bağlanmış performans kriterleri ile (“benchmarklar”) koşullandırılmalıdır. Sünnilere yönelik adımlar içinde; Baas’tan arındırmanın tersine çevrilmesi, genel af, petrol gelirlerinin merkezî kontrolü ve adil paylaşımı yer almalıdır.
2) ABD askerleri, güvenliği sağlama görevini Irak kuvvetlerine bırakmalı ve kademeli olarak çekilmeli, bu arada savaşan unsurların yerini Irak ordusunda küçük birimlere iliştirilerek (embed) görev yapacak çok sayıda Amerikalı askerî danışmana bırakmalıdır,
3) Uluslararası Destek Grubu oluşturulmalı, bölgesel konferans toplanmalı[15], İran ve Suriye ile diyaloğa girilmeli, Arap-İsrail sorununda ilerleme kaydedilmelidir.[16]
Irak Çalışma Grubu ve raporunu[17] birçok farklı –ama birbirini tamamen de dışlamayan- şekilde “okumak” mümkündür:
-“Yetişkinlerin yaramaz çocuk Bush’un kırıp döktüklerini” mümkün olan ölçüde toparlama girişimi,
- Yeni muhafazakârlara[18] karşı realistlerin[19], İsrail Lobisine karşı “Önce Amerika” diyenlerin[20], Yönetime karşı Kongre’nin kısmi bir başkaldırısı,
- Cumhuriyetçi Parti’nin 2008 seçimlerini Irak’ın gölgesinden kurtarma denemesi,
- ABD dış politikasında “merkez”i saptamaya ve konsensüs oluşturmaya yönelik bir iki partililik (bipartisanship) girişimi[21],
- Yönetimin Irak’ta gerekliliğine “yarım yamalak” da olsa ikna olur gibi olduğu ama bunu kabul etmeye cesareti, formüle etmeye aklı ve uygulamaya gücünün olmadığı adımları atmak için kurulmuş bir “paravana”[22],
- Kurulduğunda, geçmişteki başka birçok örnek gibi tarihe kısa bir dipnot olarak geçme ihtimali yüksek bir komisyonken, Irak’ta olayların kontrolden çıkması ve savaşa yönelik halk desteğinin çökmesi ile gerektiğinden fazla umut bağlanan bir sihirli değnek (deus ex machina).
Rapor Irak’taki durumun vahametini ortaya koyduktan sonra kolay, çabuk, maliyetsiz, risksiz ve başarı şansı yüksek bir formül olmadığını da kabul etmektedir. Raporun önerdiği eylem planının başarılı olmasının çok büyük ölçüde diğer aktörlerin vereceği tepkiye bağlı olması dikkat çekmektedir.[23] Ama rapor önerilen politikalar başarılı olmazsa ne yapılması gerektiğini yeterince irdelememektedir. Aslında belki de, raporun çok açık söylemese de ima ettiği, Irak’ta başarılı olmanın, hele ilk başta konan hedeflere ulaşmanın artık mümkün olmadığı, bu nedenle de belki çok daha mütevazı sonuçlara ulaşmanın ve kayıplar daha da artmadan kontrollü biçimde çekilmenin tercih edilir olduğudur.[24] Buna göre, eski politikada ısrar ettikçe ödenecek bedel artacak ve olumsuz sonuçları sadece Irak’la sınırlı kalmayacaktır.
IÇG Raporu hem analiz hem de yaptığı öneriler açısından kusursuz olmamakla beraber, Bush yönetiminin uzun süredir içine kapandığı ve “dostça olmayan verilerin” içeri sızmasına imkân vermeyen kabuğu çatlatmıştır. Ülkenin geri kalanı ise zaten bir süredir Irak’ın kurtarılamaz olduğu sonucuna varmıştır. Rapor, Irak’la ilgili ana tartışmaya önemli miktarda gerçekçilik enjekte etmiştir. Birileri bu rapordan daha parlak fikir ve öneriler beklemiş olabilir. Ama bu rapor şu anda Irak’la ilgili yönetim dışında yapılan tartışmaların ortak paydasını yansıtmaktadır. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının IÇG ve onun temel önerilerine belirgin şekilde müspet baktığını göstermektedir.[25] Raporla ilgili belki de en kapsamlı çalışmayı yapan Uluslararası Kriz Grubu, Komisyonun analiz ve önerilerine büyük ölçüde iştirak etmekle beraber, iki temel eleştiride bulunmaktadır[26]:
1) Rapor, Irak Hükümetini temsilî gücü olan bir yapı olarak göstermesine rağmen aslında Hükümet böyle değildir ve mevcut güç ve zenginlik pozisyonuna sıkıca tutunarak sistem dışındakilerin içeriye gelmesini engellemektedir. Irak Hükümeti aslında oyunculardan sadece biridir ve ayrıcalıklı bir aktör olarak görülmemelidir.
2) Irak’ın komşuları ile diyalog gereklidir ama yeterli değildir. ABD’nin bunun ötesine geçerek bölgeye yönelik stratejik bakışını toptan değiştirmesi ve rejim değişikliği, Irak’ın model olarak öne sürülmesi ve “şer ittifakı söylemi”ni terk etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde İran ve Suriye’nin, Irak’ta ABD’ye yardım etmek için yeterince nedenleri olmayacaktır. Bu iki ülke Irak’ta kaos istememelerine rağmen ABD’nin başarılı olmasından ve sıranın kendilerine gelmesinden daha çok korkmaktadır.
Suriye ve İran’la Diyalog
İran ve Suriye, Washington’a Irak’taki durumla ilgili olarak niye[27], ne kadar ve ne karşılığında yardım edebilir? Washington’un İran ve Suriye ile diyaloğa girmesi gerektiğini savunanlar bunun yöntemi, zamanlaması, içeriği, amaçları, başarı şansı, olası getirileri ve fırsat maliyeti üzerine yeterince derin tahlillere girişmemiştir.
Bu öneriye karşı çıkanlar, bu ülke ile doğrudan diyaloğa girmenin bu rejimleri cesaretlendireceğinden, taleplerini artırmalarına neden olabileceğinden, onlara meşruiyet vereceğinden, muhalif güçleri düş kırıklığına uğratacağından, onlara karşı zar zor oluşturulan bölgesel ve uluslararası cephenin zayıflamasından ve İran’ın nükleer programına karşı belirmeye başlayan konsensüsün dağılmasından endişe etmektedir.[28] Böyle bir diyalog ABD’nin Irak’ta yenildiğini tescilleyecektir. Ayrıca bu gruba göre İran şu an gücünün zirvesinde olduğunu düşünmektedir ve muhtemelen ABD’nin önüne koyacağı fatura oldukça yüksek olacaktır.[29] Bu görüşe göre, aslında Tahran’ın Iraklı Şii gruplar üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu nedenle istese bile ABD’ye yapabileceği katkı azdır.[30] Hem zaten Rice’ın da dediği gibi eğer İran, gerçekten Irak’ta kaostan korkuyorsa o zaman karşılığında bir şey almadan da ABD’ye yardım etmesi gerekir[31]. ABD’nin İran’a taleplerini iletmek için onunla doğrudan konuşmasına gerek yoktur. O nedenle İran’la diyalog gerekli ve faydalı değildir.[32] İran ve Suriye gibi hasımlar için, hem Suudi Arabistan ve Ürdün gibi dost komşularla, ayrıca El Kaide dışındaki Sünni direnişçilerle, hem de Sadır gibi Şii milislerle konuşmak, anlaşmak ve bu diyaloglardan anlamlı bir sonuç çıkarmak çok kolay olmayabilir. Öte yandan diplomasi bazen daha önce düşünülmeyen yeni imkânlar yaratabilir. Sırf konuşuyor olmak tarafların pozisyon ve eylemleri üzerinde bazen yumuşatıcı etkiler yapabilir. Ayrıca, bütün taraflarla konuşuyor olmak ABD’ye, “sen anlaşmayacaksan diğerleriyle anlaşırım” deme imkânı verebilir.
Eğer İran ABD’ye yardım etmediğinde kendisine yönelik askerî saldırı ihtimalinin artacağını düşünür, Irak’ın parçalanmasının kendisine de zarar vereceğini hesaba katar, ABD ile diyaloğun nükleer programının kabullenilmesine değilse bile rejime karşı bir hareketi engelleyeceğine inanırsa, Irak’taki duruma olumlu, anlamlı ama sınırlı bir etkide bulunabilir. İran biraz “nazlandıktan” sonra bile yardım ederse, belki ABD tarafından nükleer programına yeşil ışık alamayabilir ama ön alıcı bir askerî harekâtın hedefi olma ihtimalini azaltabilir. Eğer İran, nükleer programına ek olarak Irak’taki problemlerin önemli bir kaynağı olarak da görülürse, o halde tüm bedel ve risklerine rağmen askerî bir harekâta hedef olabilir. İran, ABD’nin Irak’ta biraz daha batağa saplanmasını ve bir süre sonra daha umutsuz bir halde kendi kapısını çalmasını isteyebilir. Bu nedenle ABD’nin kendi açısından belki de, İran’a Irak konusunda konuşma ve pazarlık yapma teklifinin “sonsuza kadar masada olmayacağını” ve işbirliği yapmamanın bir bedeli olacağını belli etmesi gerekir. Bu noktada önemli bir soru da, ABD’nin Irak’ta kalırsa mı, yoksa buradan çekilirse mi İran’a karşı daha fazla manevra imkânı ve inandırıcılığı olacağıdır. İranlı yetkililer ABD ile konuşmanın ön şartının Washington’dan çekilme olduğunu söylerken ne kadar ciddidirler? ABD, İran’la konuşmaya aşağıdaki adımları attıktan sonra başlarsa pazarlıkta eli daha güçlü olacaktır:
Bölgesel müttefikleriyle “safları sıklaştırdıktan” ve onlara İran’la konuşmanın aralarındaki ilişkinin doğasını değiştirmeyeceği güvencesini vermesi, nükleer konuda uluslararası diplomatik baskıyı artırması, Tahran’a pazarlıkla ilgili beklentilerini törpüleme mesajı vermesi, İran ile Suriye arasına bazı güvensizlik tohumları atması, pazarlık için bir zaman tahdidi olduğunu hissettirmesi, ABD içinde belli bir konsensüs oluşturması, Filistin sorununda bir çeşit ilerleme olduğu hissi yaratması.
Suriye İran’dan koparılabilirse[33] bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. Suriye, İran’ı bıraktıktan sonra “ortada kalmayacağına”, uluslararası sisteme ve Orta Doğu’daki “saygın” Arap devletleri kulübüne kabul edileceğine ikna olursa; Lübnan’da kaybettiği etki ve prestijinin tamamı değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağını ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğini bilirse, İran ile arasındaki giderek daha asimetrik ve “belalı” hale gelen ilişkiden kopabilir. Ama henüz hem İsrail’de hem de Washington’da bu yönde bir irade görülmemektedir. Ama zaten bu yönde bir gelişme yaşanacaksa da bunun ilk başta açık açık değil perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşması muhtemeldir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye İran’a karşı oluşan Sünni Arap bloğunu çok fazla karşısına almakta tereddüt edebilir.[34] Gerçi benzer bir blok 1980’lerde vardı ve Suriye bunun dışında kalabilmişti ama bu sefer rejimin gücü, kendine güveni ve Batı’ya karşı manevra alanı çok daha dardır.
ABD’de hem Irak hem de Orta Doğu’nun genelinde bir Şii-Sünni çatışmasını ABD’nin veya kendi çıkarlarıyla uyumlu gören, böyle bir çatışmanın yaşanmasını ümit eden ve bunun için çalışanlar olabilir. ABD desteğini ve gazabını bu iki gruba dağıtarak aradaki dengeyi -ya da dengesizliği- tamamen değilse de önemli ölçüde etkileyebilir.
Washington’da son dönemde “Şiiler sayıca daha fazla oldukları ve Sünnileri yenecekleri için Şiileri destekleyelim” şeklinde özetlenebilecek bir fikir[35] telaffuz edilmeye başlanmıştır. Zira, Irak’ta ABD’nin kim ne derse desin en fazla önem verdiği şey olan petrol, Sünni değil Şii ve Kürt bölgelerindedir. Öte yandan, Sünnilerin Irak’ta az ama Arap ve Müslüman dünyada çoğunlukta olduğu ve son dönemde ABD’ye problem olan terör örgütlerinin genelde Sünni kökenli olduğu unutulmamalıdır. ABD’nin Sünnilere karşı olduğu şeklinde bir görüntü vermesi halinde, terörün hedefi olma ihtimali artabilir.
Raporda, Irak’ın bölünmemesi, Kerkük referandumunun ertelenmesi, petrolün Bağdat’ın kontrolünde olması, komşularla diyalog içinde olunması gerektiği gibi Türkiye’nin uzun süredir ifade ettiği birçok fikrin vurgulanması ve PKK’dan bahsedilmesi olumlu, ama Türkiye’nin Irak’la ilgili problem yaratabilecek “önemli bir Sünni ülke” olarak gösterilmesi olumsuz olarak değerlendirilmiştir.[36] Ayrıca, raporun Irak’ta kalıcı üs istenmediğinin şimdiden belirtilmesi gerektiğini yazması, Baas’tan arındırmanın geri çevrilmesini tavsiye etmesi, güç paylaşımının içine Sünnilerin daha çok çekilmesi gerektiğini savunması da Türkiye’yi memnun etmiştir. Öte yandan, raporda Suriye ve İran’ın oynadığı ve oynayabileceği rollere vurgu yapılırken, Türkiye’nin Irak konusunda ödediği bedeller, yaptığı fedakârlıklar, verdiği yardımlar ve özellikle PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekât konusunda kendisini tutmasına hiçbir atıf olmaması üzücü olarak nitelendirilebilir. Bir başka hassas nokta da, eğer ABD tarafından Irak’ın –İran ve Suriye dahil ya da hariç- komşularına yönelik diplomatik taarruzu başlarsa, böyle bir ortamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî bir harekâta girişmesinin diplomatik ve psikolojik olarak güçleşebileceğidir.[37] Washington Türkiye’nin bu yönde bir girişiminin yeni iklime uymadığını iddia edebilecektir.
Bu arada, eğer ABD yönetimi kendi içinde, askerlerinin bir kısmını Kuzey Irak’a taşımayı gerçekten tartıyorsa, bu konuda Türkiye’ye önceden bilgi verecek, fikrini soracak veya Türkiye’nin iznini almaya çalışacak ve desteğini isteyecek midir? ABD, Kuzey Irak’a gelirse bunun Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulma ihtimalini ciddi şekilde artıracağı ve hatta bunu artık sadece bir zaman meselesi haline getireceği söylenebilir ki, bu kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’nin bu yönde gelişmelerin önünü almak için şimdiden net bir şekilde tavır alması ve bunu en üst düzeyde ve tekrar tekrar ABD’ye iletmesi gerekir. Bu tavrın içinde, uyarıları dikkate alınmazsa Kuzey Iraklı Kürtlere ve ABD’ye yönelik ciddi yaptırım tehditleri de yer almalıdır. Türkiye’de, “Kürt devletinin kurulmasının artık kaçınılmaz olduğu, ona biz hamilik yapmazsak başkalarının yapacağı, yardım edersek ekonomik ilişkilerimizin daha da gelişebileceği, böylelikle Kuzey Iraklı grupların PKK’ya karşı tavır almalarının sağlanabileceği, ABD ile ilişkilerimizdeki önemli bir pürüzün ortadan kalkacağı, bu politikanın alternatifinin Türkiye’deki Kürtler, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar, ABD ve hatta AB ile sürekli problem yaşanması olacağı” şeklinde argümanlar daha da sık dile getirilebilir. Bu tür girişimlere karşı hazırlıklı ve ihtiyatlı olmak gerekir. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür somut ve psikolojik sonuçları olabileceği ne yazık ki yeterince ayrıntılı, çok yönlü, objektif ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı sloganlar, klişeler, evhamlar, refleksler ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Bu yazının konusu olmamakla beraber Türkiye’nin politikasından ve söyleminden bu kadar köklü bir kopuşa çok dikkatli yaklaşmak gerekir. Bu karar bir Türk Hükümetinin alabileceği belki de en hassas karar olacaktır. Bu nedenle ayaküstü, aceleyle, çok düşünmeden karar almak ve hareket etmekten kesinlikle kaçınmak gerekir.
Ankara’nın, ABD’nin Irak’ın bölünmesine yol açan adımlar atması durumunda bu ülke ile işbirliğini en aza indireceğini şimdiden ve karşı tarafın zihninde şüphe bırakmayacak şekilde belli etmesi gerekir. Washington’un "o zaman bir yolunu buluruz, Türkiye'nin içinde bir iki şeyi oynatırız ve Türkiye'yi bizim planımıza karşı çıkamayacak hale getiririz nasıl olsa" diye düşünmesinin önünü şimdiden kapamak gerekir. ABD’ye ayrıca aşağıdaki telkinlerde bulunulmalıdır: “Kürtlere bağımsızlık yolunu açarsanız Şiileri de (ve dolayısıyla petrolü) tutmanız zorlaşır. İran’ın etkisi Ürdün sınırına dayanır. Kuzey Irak'taki üslere taşınmayı düşünüyorsanız bizden lojistik destek almayı beklemeyin. Kuzey Iraklı liderlere azami taleplerini yumuşatmayı telkin edin. Sizi dinlememek, size küsmek, size karşı gelmek gibi bir lüksleri yok. Size yardım ettikleri için onları abartılı şekilde ödüllendirme ve onları ‘bir daha satmama’ isteğiniz Irak projesinin başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Bu hatada ısrar ederseniz, saygınlığınız, güvenilirliğiniz ve tarafsızlığınız Türkiye dahil bütün bölgede telafi edilmesi zor derecede yara alacak. Kuzey Iraklı liderlere bağımsızlığa yönelmeleri halinde kendilerini koruyamayacağınızı söyleyin. Ülkede kalıcı üs, rekabetçi olmayan ayrıcalıklı petrol anlaşmaları peşinde olmadığınızı ve ülkenin toprak bütünlüğüne kesin ve değişmez bir taahhüdü olduğunu en üst düzeyde, net bir şekilde ve sık sık dile getirin. Türkiye'nin hamiliğinde bir Kürt devleti senaryosu, Türkiye'yi uzun vadede bir konfederasyona ve/veya bölünmeye götüreceği düşüncesiyle kabul edilemez”.Yukarıdaki sözlerin inanılır ve etkili olması için Türkiye'nin sınır ötesinde askerî güç kullanma iradesini yeniden kazanması, ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara göstermesi gerekir.
Sonuç
ABD’nin Irak’ta bulunduğu durum kim tarafından yazılırsa yazılsın, tek bir raporla düzelemeyecek kadar zorlu, ciddi, karmaşık ve ivedidir. Olaylar Washington’un kontrolünden önemli ölçüde çıkmıştır. ABD'nin tercihleri Irak'ın geleceğinde etkili olacaktır ama belirleyici olmayacaktır. Washington’da birçok farklı grup Irak politikasını kendi görüşleri ve çıkarları doğrultusunda çekiştirmeye çalışmaktadır. Başkan Bush’un risk almaya yatkınlığı, “tutarlı” ve “kararlı” olmaya verdiği önem, onun kısa vadede anlamlı bir politika değişikliğine gitme ihtimalini azaltmaktadır. ABD kısa dönemde Irak’la ilgili olarak net bir politika değişikliğine gitmezse önümüzdeki iki yılda bazı yarı-çözüm önerileri arasında gidip gelebilir. Aynı politikaya devam edemeyeceğini bilen ve IÇG Raporu’na da uymak istemeyen Bush’un denemesi en muhtemel seçenek asker sayısını artırmak olabilir. IÇG’nin makul bir çok önerisini reddederek söz konusu seçeneği uygulamak kaçınılmaz sonu sadece biraz daha geciktirmek anlamına gelecektir. Bu noktada IÇG’nin analiz ve önerilerini büyük ölçüde paylaştığı düşünülebilecek yeni Savunma Bakanı Gates’in pozisyonu önemli olabilir[38]. 2008 seçimleri yaklaştıkça ılımlı Cumhuriyetçiler, Demokratlar, medya ve hatta bürokrasinin Beyaz Saray’a iyiden iyiye bayrak açmaları ve bu gruba Gates’in de dolaylı ve ince bir destek vermesi beklenebilir.
[1] Alternatif listeler için bkz. “Rumsfeld’s Memo of Options for Iraq War”, New York Times, 3 Aralık 2006; “Options for U.S. Policy in Iraq”, CSIS, http://www.csis.org/component/option,com_csis_progj/task,view/id,831/; Foreign Policy, “The List: Options for Iraq” Aralık 2006.
[2] 140 bin civarında asker konuşlandırmaya, Iraklı güvenlik güçlerini eğitmeye devam.
[3][3] Bölgesel konferans - Komşularla ve uluslararası toplumla diyalog: Demokrasi önceliğinden vazgeçmek, Bağdat'ta güvenliği sağlamak için çabalarını artırmak, komşuların desteğini istemek, Kerkük referandumunu ertelemek, ülkenin bütünlüğüne, petrol üzerinde gözü olmadığına, kesinlikle kalıcı üs planlamadığına Iraklıları, komşuları, uluslararası toplumu ikna etmek. Kürtlere Irak dışında bir gelecekleri olmadığı mesajını vermek, Türkiye'ye PKK'ya karşı Irak içinde sınırlı-koordineli bir harekât için izin ve destek vermek, Suriye üzerindeki baskıyı azaltarak bu ülkeyi işbirliği yapmaya teşvik etmek, İran'a kendisine yönelik bir harekâtta bulunup bulunmasının nükleer konu dışında Irak'taki performansı ile de ilgili olduğu mesajını vermek, eğer Irak'ta uslu durursa müdahale ile karşılaşma ihtimalinin azalacağını söylemek, ne kadar kötü çocuk olursa olsun desteğinin büyük kısmını Bağdat’taki Şii nüfustan aldığı için bölünmeye karşı olan Sadır gibi liderlerle arayı yumuşatmak, güç kullanımı, kaynak aktarımı, siyasi destek anlamında adil, dürüst ve şeffaf bir görüntü vermek, Irak'ta birçok hatalar yapıldığını, ülkede gelinen durumda kendisinin de çok önemli hataları olduğunu itiraf etmek ve bunları düzeltmek için elinden geleni yapacağını söylemek, ülkeye yönelik ekonomik yardım paketlerini artırma/hızlandırma, federasyondan geri dönülmeyeceğini ama bunun ülkenin ne şimdi ne de sonradan bölünmesi anlamına gelmeyeceğini, ülkeyi bölmeye yönelik hareketlere destek verilmeyeceğini açıklamak. Ayrıca BM’den Irak'ın toprak bütünlüğüne uluslararası taahhüdü içeren net bir karar çıkarmak. Suriye ve İran'la Irak hakkında görüşmek ve onların sınır güvenliğini sağlama ve Irak'a müdahale etmekten kaçınma gibi şartlar karşılığında ABD'nin bu ülkelere dönük tutumunu yumuşatması. (Bu Suriye ile daha kolaydır. Pazarlık İran'ın nükleer güç olmasına razı olmak anlamına gelirse gerçekleşmesi çok zor olabilir). Ayrıca doğrulanması çok zordur: İran'ın değişik enstrümanları kullanarak etkili olmaya devam edip etmediğini tespit etmek kolay olmayabilir. Bu arada belki Arap Birliği, İKÖ, BM, Nato gibi kurumların şemsiyesi altında ülkenin tamamına değil ama bazı önemli bölgelerine barış gücü gönderilmesi. Bu tür bir girişimin hem gerçekleşmesi hem de başarılı olma ihtimali çok düşük olmakla beraber bütün Orta Doğu'nun kocaman bir Irak haline dönüşmesi riskinin büyüklüğü dikkate alındığında denemeye değer olabilir.
[4] ABD’nin Irak’ı bölmesinin resmî ve kamuoyuna açık bir politika olması değil ama, a) yaptıklarının belki istenmeyen bir sonucu, b) yönetimin içindeki ve yakınındaki bazı grupların gizli gündemi olması imkânsız değildir. Irak’ta bölünme değişik şekillerde gerçekleşebilir: Ülke kesin olarak üçe veya ikiye bölünebileceği gibi, nominal olarak tek ama pratikte birden fazla parça haline de gelebilir. Kürtler tamamen koparken, Şii ve Sünniler, nominal olarak aynı ülkede ama pratikte farklı konumlarda yaşayabilir. Irak'ın bölünmesi ABD için bir seçenek olmanın yanında aynı zamanda da mevcut politikalarına devam ederse zaten ortaya çıkacak bir sonuçtur. Irak'ın bölünmesi çözümden daha çok, sorun yaratacaktır. Bütün büyük şehirler karışık nüfusa sahiptir. Ülkenin bölünmesi buralarda akan kanın kontrol edilemez hale gelmesi ve/veya milyonlarda insanın etkileneceği çok büyük çaplı etnik temizlikler anlamına gelir. Ülkenin bölünmesi petrolün nasıl paylaşılacağı, pazarlara nasıl güvenli bir şekilde ulaştırılacağı sorununu daha da karmaşık hale getirir. Bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni devletlerin istikrarlı, barışçı, demokrat ve müreffeh olacaklarına dair çok az umut kalır. Kürt devleti başta Türkiye; Sünni devleti ise başta Ürdün olmak üzere Sünni Arap devletleri; Şii devleti de Şii nüfus barındıran bölge ülkeleri için yeni problemler ortaya çıkarır. Bölünmeden sonra/bölünme sırasında komşu ülkelerin açık/gizli müdahalelerini önlemek daha da zorlaşır. Sünni üçgeni tam bir terör üretim merkezi haline gelebilir. Eğer ABD bir Kürt devletine açık ve dolaylı olarak destek verirse bu durumda Şiilerin de kendi devletçiklerini kurma ihtimali oldukça artar. Petrolden pay alamayan bir Sünni devleti Şiilerin suyunu kesebilir. Türkiye kendi iç işlerine karışacak bir Kürt devletinin suyunu, elektriğini ve dış ticaretini kesebilir.
[5]Amerikan askeri varlığını, başarı şansı kalmadığı ve “çözümün değil problemin bir parçası” olduğu düşüncesi ile bir kısmını Kuveyt ve Katar gibi Irak'a yine güç projekte edebileceği, bölgeden tamamen çekilmediğini söyleyebileceği ülkelere çekmesi. Bush'un tüm retoriğinden bu kadar kesin bir şekilde vazgeçmesi çok zordur. ABD'nin saygınlığı ve bölgedeki ağırlığı azalacaktır. Bush kalan iki yılda “alay konusu” haline gelerek tam bir “topal ördek” olabilir. Bush sarsılan saygınlığını yeniden kazanmak ve aslında hâlâ sert bir lider olduğunu kanıtlamak için İran'a hava harekâtı düzenleyebilir. ABD'nin Irak’tan çekilme şekillerin hepsi Türkiye için olumsuzdur demek yanlış olabilir. ABD'nin toptan çekilmesi: 1) Türkiye'nin PKK'ya yönelik sınır ötesi harekâtını daha mümkün kılabilir. 2) Kürt liderlerin zihninde Türkiye'nin Kerkük'le ilgili bir oldu-bittiyi kabullenmeyeceği düşüncesini güçlendirebilir. 3) Kürtler, Sünni ve Şii Araplara karşı Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyabilir. Türkiye için iyi tarafı ise Kürtlerin artık kendilerini korumasız hissetmesi ve Türkiye'ye karşı belirgin oranda yumuşaması olabilir. Burada en kritik noktalardan biri, ABD'nin Kuzey Irak'ta ya da oraya güç aktarabileceği başka bir yerde askerî varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğidir.
[6] Bunun güvenlik sorununu çözmesi daha önce mümkün olmuşsa da artık yeterli olmayabilir. Amerikalı komutanlar da asker sayısını artırma konusunda kendi aralarında bölünmüş durumda. Bazıları kısa süreli bir asker artırımının faydalı olabileceğini kabul etse de bunun Bağdat Hükümetini Sünnilere el uzatmakta isteksiz hale getirebileceğini düşünüyor. John F. Burns, “Military Considers Sending as Many as 35,000 More U.S. Troops to Iraq, McCain Says”, New York Times, 15 Aralık 2006.
[7] Bu seçeneğin hem olumlu hem olumsuz yönleri vardır. ABD'nin çekilmekte olduğu düşüncesi Iraklı siyasi sınıfın “aklını başına getirebilir” ” ve böylelikle bazı zor uzlaşmalar gerçekleşebilir. Şiiler kendilerini Sünnilere karşı daha esnek olmak zorunda hissedebilir. Halkın El Kaide vb. nihilist örgütlere verdiği destek/sempati azalabilir. El Kaide'nin ABD'nin gitmesini beklemek için bodruma inmesine neden olabilir. ABD'nin otoritesi iyice azalabilir. Çok net takvim ve asker sayısı açıklamak Amerikalı komutanların elindeki esnekliği ortadan kaldırabilir. Kongre seçimlerinde Demokratlar çok başarılı olursa Kongre'den bu yönde bağlayıcı bir karar çıkarmaya çalışabilirler. Kürtler çekilme tarihine kadar “alanda” fiilî durumlar yaratmaya hız verebilir. Ya da tam tersine ABD'nin artık kendilerini koruyamayacağını düşünerek pozisyonları/taleplerini yumuşatabilir, kendilerini Türkiye'ye yanaşmak zorunda hissedebilirler.
[8] a) Ülkenin kuzey, güney ve merkezinde üç-dört üs, b) sadece Kuzey Irak'ta üs. Bunlar acil müdahale gücü olacak. Ülkenin bir yerinde işler kontrolden tamamen çıkarsa müdahale etmek, Türkiye dahil komşuları müdahale etmekten caydırmak, İran ve Suriye'yi korkutmak amaçlı. Bu noktada şu sorular akla gelmektedir: Yabancı askerî güçlerin statüsü anlaşması (Status of Forces Aggreement) nasıl olacak? ABD bu tür bir varlığın kendi çıkarlarına olduğunu Sünni ve Şii liderlere kabul ettirebilir mi? Kürtler bu üsler nedeniyle kendilerini ABD koruması altında hissedebilir. Ama öte yandan da ABD de lojistik açıdan muhtemelen Türkiye'ye bağımlı olacağı için Kerkük ve PKK konularında Türkiye'nin telkinlerine daha açık hale gelebilir.
[9] Ama böyle bir darbeden sonra ordu ve belki Allavi gibi liderler ülkede güvenliği sağlamayı, ve ülkeyi yönetmeyi becerebilirler mi? Emirlerindeki ordu (ki son dönemde çoğu Şii askerler) böyle bir cuntanın emirlerine uyar mı? Kürtler darbeyi fırsat bilip kirişi kırmaya kalkmazlar mı?
[10] Eugene Gholz, Daryl Press ve Benjamin Valentino, “Time to Offshore Our Troops”, New York Times, 12 Aralık 2006.
[11] Önde gelen senatör John McCain uzun süredir Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısının artırılması gerektiğini savunmaktadır. IÇG Raporu’nda da asker sayısının taktik ve geçici olarak artırılabileceği görüşü yer almaktadır. Başkan Bush’un da, yapılan çağrılara uzun süre kulak tıkadıktan sonra bu yönde bir değişikliğe sıcak baktığı görülmektedir. Thom Shanker ve Jim Rutenberg, “President Wants to Increase Size of Armed Forces”, New York Times, 20 Aralık 2006. Ancak bu güç artırımının faydası ve süresi çok açık değildir. Peter Grier, “If US Boosts Troops, Then For How Long?”, Christian Science Monitor, 20 Aralık 2006. Ayrıca bu öneriye Kongre’de çoğunluğu ele geçiren Demokratların pek sıcak bakmayacakları söylenebilir. 2008 seçimleri için en ciddi Cumhuriyetçi aday olarak görülen McCain de kamuoyu yoklamalarında pek destek bulmayan bu öneriyle özdeşleşerek çok ciddi bir siyasi risk almaktadır. George Will, “GOP Contenders on a Tightrope”, Washington Post, 16 Aralık 2006.
[12] Şanlı Bahadır Koç ve Mazin Hasan, “Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi”, Avrasya Dosyası, 2005, Cilt 11, Sayı 3, ss. 32-67.
[13] Bir politika başarısız olduğunda genelde verilen tepkiler sırasıyla, işlerin kötü gittiğini kabul etmemek, bazı sorunlar olduğunu ama sabır gösterilir ve sebat edilirse durumun düzeleceğini iddia ederek biraz daha beklemek, taktikleri ve araçları değiştirmek, stratejiyi değiştirmek ve nihayet politikadan tamamen vazgeçmek şeklinde olur. Bazıları bu basamakları hızlıca atlar. Bazıları atlamaz. Bush yönetimi bu merdivenin ikinci basamağını henüz yeni terk etmektedir. Bush ve Cheney’nin 2008 seçimlerine adaylığını koymayacak olması ve bu ikilinin DNA’sındaki “inat faktörü”, gerçeklerle yüzleşme konusunda önümüzde uzun bir yol olduğunu düşündürtmektedir. Peter Parker, “Stubborn or Stalwart, Bush Is Loath to Budge”, Washington Post, 17 Aralık 2006.
[14] Her ne kadar komisyon üyeleri, yapılan önerilerin içinden “meyve salatası” gibi bir kısmın seçilmesinin yanlış olacağını söylese de, muhtemel olan, Bush’un raporda yapılan 79 önerinin özellikle teknik olanlarından sayıca büyük bir kısmını uygulayacağını açıklaması ama bunların içinde İran ve Suriye’ye yönelik açılımların olmamasıdır.
[15] Irak’taki durum sadece Iraklılara ve ABD’ye bırakılamayacak kadar önemli ve vahimdir. Bu gruplar artık komşuların duruma müdahale etmeye hakkı, gücü ve gereği olmadığını iddia edebilecek durumda değildir.
[16] Filistin sorununun çözümü yolunda atılacak adımların Irak’taki durumu düzeltmeye etkisi belki oldukça sınırlı, dolaylı ve yavaş olacaktır. Ama bu kabul, sorundaki tıkanıklığın Irak Savaşı’nın çıkışının önemli nedenlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Yeni muhafazakârlar Saddam’ı devirmeye, bunun, başka şeylerin yanında, Filistin sorununun büyük ölçüde İsrail’in istekleri doğrultusunda çözümünü kolaylaştıracağına inandıkları için girişmiştir. Bir başka deyişle Filistin, Irak krizinin belki çözümünde değil ama kaynağında olmuştur. Sharon’un Irak’ın işgalini malum nedenlerle çok yüksek sesle olmasa da önemli şekilde desteklemiş olması akıllardadır. Filistin sorunu ve bu konuda ABD’nin yaklaşımı Arap ve Müslüman dünyasında, İsrail lehine çok belirgin şekilde taraflı olarak görüldüğü ve ABD’nin Orta Doğu politikası büyük ölçüde İsrail’in çıkarlarına hizmet eder şekilde algılandığı için ortaya çıkan güvensizlik, ABD’nin Filistin sorunu dışındaki politikalarının değerlendirilmesine de etki etmektedir. Bush, İsrail-Filistin sorununda çok pasif kaldıktan sonra bu konuda harekete geçebilir mi? Geçse bile İsrail Lobisinin tercihlerinin ne kadar dışına çıkabilir? İsrail-Filistin sorunu ile Irak arasındaki ilişkiyi çözümlemek kolay değildir. Bu konuda çözümün nasıl olabileceği kimse için sır değilse de buraya ulaşmanın kolay ya da çabuk olmayacağı söylenebilir. Ama zaten Irak’taki duruma sınırlı da olsa olumlu etki yapacak olan Filistin sorununun hemen nihai çözüme kavuşturulması değil, bu yönde somut adımlar atılması ve ABD’nin adil, müdahil ve dürüst olduğuna dair bir algılamanın oluşmasıdır. İki sorun arasındaki nedensellik ilişkisi karmaşık ama güçlüdür.
[17] James Baker, Lee Hamilton ve diğ. The Iraq Study Group Report, 6 Aralık 2006.
[18] 10 kişilik komisyonda yeni muhafazakârlardan kimse yoktu. Komisyonun çok sayıda danışmanı arasında da -belki de sadece numunelik olarak seçilen bir iki kişi dışında- yeni muhafazakârlar yer almadı. İstisnalar Reuel Marc Gerecht ve Clfford May olmuştur.
[19] Baker dünyayı değiştirmek ya da dönüştürmek isteyen değil, “idare etmek” isteyen ekolün temsilcisidir.
[20] Baker, İsrail karşıtı değilse bile, ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarının İsrail’in çıkarları, tehdit algılamaları, öncelikleri ve kaprislerine bırakılmaması gerektiğini düşünmektedir.
[21] Bir raporun iki partinin pozisyonlarının uzlaşmasını yansıtması elbette önerilerinin teknik olarak en doğru seçenek olduğu anlamına gelmez ama siyasi açıdan uygulanması en kolay hareket tarzı olduğu anlamına gelir. Ama bu durum, biraz riskli bir amatör psikologluk denemesiyle belirtmek gerekirse, Başkan Bush’un uzlaşmadan, orta yoldan, muğlaklıktan, nüanstan hoşlanmayan düşünce sistemine pek uymamaktadır. Bush hatalarının listesi çıkarıldıktan sonra müşfik ama disiplinli baba tavırlarıyla dışarıdan, tepeden eline bir reçete tutuşturulmasını kabullenememektedir. Raporun Bush’un yıllardır bıkmadan tekrar ettiği şeylere belirgin şekilde doğrudan karşı çıkması, İsrail Lobisi’ni karşısına alması, içeriğindeki bazı eksiklikler, muğlaklıklar ve tutarsızlıklar onun etkisini kısıtlayabilecek etkenlerdir.
[22] Bush, Baker Raporu’nu atması gereken ama kendi başına atamayacağı bazı adımları atmak için bir fırsat olarak kullanabilirdi. Bu yazının yazıldığı sırada bu yönde henüz bir işaret vermiş değildir.
[23] ABD’nin “gitmek”le “tehdit etmek” dışında ne kadar zorlayıcı gücü vardır? Rapor, Irak Hükümeti ABD’nin baskısını kabul etmezse ya da başarılı olamazsa ne olacağını söylememektedir. Bunun başarısız olmasını isteyecek birçok grup olduğuna göre aslında bir anlamda Irak’ta başarıyı “başkalarının insafına bırakmaktadır”.
[24] Rapor, Irak Hükümetine yapılan baskının ve komşularla diyalog girişiminin sonuç vermemesi durumunda ne yapılması gerektiği sorusunu –belki de bilerek– cevaplandırmamaktadır. Bu açıdan rapor, belki kendisinin de tam ikna olmadığı önerilerin başarısız olmamasından sonra daha fazla kayıp vermeden çekilmek gerektiğini -açıkça değil ama fısıldayarak– söylemektedir. Bu telaffuz edilmeyen ama görmek isteyen herkesin anlayabileceği mesaj, Başkan Bush’un “umutsuzca optimist” olan tabiatına pek uygun değildir. Bush hâlâ, başarıya gidecek bir yolun mutlaka olduğuna inanmaya meyillidir.
[25] Peter Baker ve Jon Cohen, “Americans Say U.S. Is Losing War, Public, Politicians Split on Iraq Panel's Ideas”, Washington Post, 13 Aralık 2006.
[26] International Crisis Group, After Baker-Hamilton: What to Do in Iraq, 19 Aralık 2006.
[27] Eğer ABD, raporun dediği gibi 2008 başında askerlerini danışmanlar dışında büyük ölçüde çekecekse, o zaman İran, ABD ile işbirliği yapmaya niye gerek duyacaktır? A) İran, Irak’ın daha kaotik hale gelmesini istememektedir. B) İran, tersini söylese de, aslında ABD’nin Irak’tan çekilmesini istemez, çünkü o zaman Washington’un eli boşalabilecek ve Tahran’a Irak’ta kendisine yardım etmediği için kızmasına ilave nedenler olacaktır. Bu durumda ABD’nin İran’ın nükleer programını askerî yolla durdurmak için daha fazla nedeni ve isteği olur.
[28] İlk başta makul gözüken bu itiraz aslında oldukça zayıf bir temele dayanmaktadır: ABD’nin bu iki ülkeyle konuşması Sünni Arap devletleri gibi bazı istisnalar olmasına rağmen aslında üçüncü tarafların çok büyük oranda arzu ettikleri bir şeydir. Avrupalılar ABD’nin İran’la nükleer konuda yapılan görüşmelere doğrudan katılmasını istemiş ama Washington’un bu konudaki direncini aşamamışlardır. Ayrıca İran’la konuşmak onun bütün taleplerini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Raporda Orta Doğu’da demokratikleşmeden neredeyse hiç bahsetmemesi muhafazakâr Sünni rejimleri memnun ederken özellikle İran’la diyalog önerisi onları tedirgin etmiştir. ABD’nin Irak’ı İran’a bırakacağı korkusu Suudi Arabistan’ı Sünni direnişçilere yardım edebileceği uyarısı yapmaya sevk etmiştir.
[29] İran’a hem Irak’ı vermek hem de onun nükleer güç sahibi olmasına göz yummak düşünülemez. Eğer İran’ın petrolüne, bölgedeki diğer Şiiler ve radikal gruplar üzerinden biriktirdiği kartlara, uzun devlet geleneğine, kurnazlığına, cesaretine, sınır aşan ideolojisine, yükselen milliyetçiliğine, genç nüfusuna ve coğrafi konumuna bir de nükleer silahları eklerse bir tür bölgesel süper güç olacaktır. Ama bu durum arzu edilebilir, kabul edilebilir ya da kaçınılmaz değildir. Bir kere neredeyse matematiksel bir kesinlikle iddia edilebilir ki, İsrail böyle bir gelişmeye izin vermeyecektir.
[30] Kenneth M. Pollack, “Don't Count on Iran to Pick Up the Pieces”, New York Times, 8 Aralık 2006.
[31] “Interview With Condoleezza Rice”, Washington Post, 15 Aralık 2006.
[32] Ayrıca diyaloğa karşı çıkan bazı gruplara göre Irak’taki olaylar o boyutlara varmıştır ki, artık İran ABD’ye yardım etmek istese bile olayların dinamiğini tersine çevirmek mümkün olmayabilir. Ancak bunu savunanların genellikle, bir yandan da ABD’nin Irak’ta kalmaya devam etmesi gerektiğini ifade etmesi ilginç bir tezat oluşturmaktadır: Eğer İran’ın yardımı bile etkili olmayacaksa o halde ABD Irak’ta kimsenin yardımını almadan kalsa ne fark edecektir?
[33] Itamar Rabinovich, “Courting Syria”, Ha’aretz, 29 Kasım 2006.
[34] Tersi bir görüşe göre, Suriye ılımlı Sünni bloğunun ancak alelade bir üyesi haline gelebilir. Halbuki, İran ve diğer radikal gruplarla aynı safta olduğunda etkisi artmaktadır. Ayrıca Sünni blokla aynı safta yer alırsa, rejim bir süre sonra bu grubun etkisiyle içeriden yıpranabilir.
[35] Helene Cooper, “The Capital Awaits a Masterstroke on Iraq”, New York Times, 17 Aralık 2006, Laura Rozen, “Unleash the Shiites? The U.S. may be forced to choose sides in Iraq's civil strife”, Los Angeles Times, 16 Kasım 2006.
[36] Yasemin Çongar, “ABD'nin Irak'ta Çıkış Arayışı”, Milliyet, 18 Aralık 2006; Ruşen Çakır, “Türkiye Önde Gelen Sünni Bir Ülke” midir?”, Vatan, 11 Aralık 2006. Bu konuda çok fazla “alıngan” olmak doğru olmayabilir. İran ve Suriye, Orta Doğu siyasetinde büyük tecrübeler kazanmışken, Türkiye bu tehlikeli ve heyecan verici alana daha yeni yeni girmektedir. Irak’ta özellikle İran’ın Türkiye’ye göre daha fazla “karta sahip olması” doğal karşılanmalıdır. Bunun nedenleri arasında İran’ın Irak’la olan sınırının uzunluğu ve geçirgenliği, Irak’taki Şii nüfusunun büyüklüğü ve gücü, İran devletinin örtülü operasyonlarda becerikli olması, Irak’tan uzun süre tehdit algılamış olması, ABD’ye karşı daha fazla koz edinme ihtiyacı, Türkiye’nin müttefiki olduğu ABD’nin “canını sıkacak adımlar atmasının” psikolojik zorluğu, İran’ın Irak’taki üç büyük grupla da sınırdaş olması gibi nedenler sayılabilir. Ayrıca Türkiye Irak’ta problemler yaratan bir ülke olmadığı için şimdi atacağı adımlarla bu problemleri geri çevirme durumu da olmayan bir ülkedir. Türkiye, 1 Mart Tezkeresi olayını saymazsak, Irak konusunda elinde imkan olduğu halde ABD’ye problem çıkarmamayı tercih ettiği için “uslu duruş”una binaen raporda daha az yer bulmuştur.
[37] Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı girişebileceği bir harekâtın siyasi ve askerî bir analizi için bkz. Şanlı Bahadır Koç, “Türk-Amerikan İlişkilerinde ‘İkinci Bahar’ mı, ‘Sonun Başlangıcı’ mı?”, Stratejik Analiz, Haziran 2006, ss. 23-27.
[38] Baker Komisyonu üyesi olan ve 2004’te Brzezinski ile beraber eş başkanlığını yaptıkları bir CFR raporunda İran’la görüşülmesi gerektiğini savunan Robert Gates’in Savunma Bakanlığı’na getirilmesi, Grubun raporunun Yönetim üzerinde etkili olacağı beklentisi yaratmıştı. Zbigniew Brzezinski ve Robert M. Gates, Iran:Time for a New Approach, Council on Foreign Relations Press, Temmuz 2004.
ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi
Şanlı Bahadır Koç,