<$BlogRSDURL$>
TurcoPundit
30 June 2004
 
G-ABD 30 Haziran 2004
BOP ve Biz

Orta Doğu’ya örnek-model-ilham kaynağı-lider olarak gösterilmek gurur okşayıcıdır. Eğer bunun başta terör eylemlerine hedef olmak gibi potansiyel bedelleri olmasaydı bu bile tek başına yeterince olumlu bir şey olabilirdi. Çünkü, aynen şeref gibi, uluslararası ilişkiler teorisyenleri tarafından göz ardı edilen ya da küçümsenen gurur, sadece kişisel ilişkilerin değil dış politikanın da önemli bir unsurdur. Ama madem model olmanın potansiyel bir bedeli vardır, o zaman bu bedel karşılığında, en azından orantılı ve tercihen daha büyük bir şeyle tazmin edilmeyi talep etmemiz gerekir. Bunu alıp alamayacağımız başka bir şeydir ama bu bir şeyler istememiz gerektiğini değiştirmez. Uluslararası ilişkilerde sadece alabileceğimiz şeyleri istememiz gerektiği şeklindeki ve şaşırtacak kadar çok taraftarı olan düşünce yanlıştır. AB üyelik adaylığı – eğer gerçekleşirse- AB’nin normalde yanaşmayacağı bir şey olduğu için, başka şeylerin yanında bu rolün de bir karşılığı/sonucu olarak görülebilir. Bunu zaten Türkiye’nin doğal hakkı olarak görenler varsa da kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin adaylığına karşı Avrupa’da ciddi, kolay göz ardı edilemeyecek ve zaten Avrupalı liderlerin de kolay göz ardı etmeyecekleri, popüler –ama belki de su geçirmez olmayan- argüman ve endişeler vardır (büyüklük, fakirlik, farklılık ve artı ve eksi yönleri ile eşsiz, tehlikeli ve vaatkar bir coğrafya.) Türkiye’nin “rolü” ve potansiyeli bu argümanların üstesinden gelmeye yeterse zaten bu Avrupa kanadından Türkiye’nin bu projeden çıkardığı önemli bir kazanç olacaktır.

Peki ABD “özel olarak” ne yapacak Türkiye için? Bizim “hakkımızı”, “kar payımızı” istemenin ötesinde, Washington açısından da, “doğru şeyler yapan” ülkelerin ABD tarafından “maddi ve manevi” olarak ödüllendirildiğinin görülmesi bu projeye olan yaklaşımı müspet yönde etkileyecektir. Washington, ‘bakın Türkiye gibi demokratikleşirseniz ve modernleşirseniz Sam Amcanız da sizi “görecektir”’ diyebilmelidir. Türkiye olumlu anlamda bir “konu mankeni” olarak bu işten “ekmek yemelidir.” Bu arada “konu mankenliğinin olumlusu da mı olurmuş” sorusu meşrudur ama cevabı bu soruyu soracakların muhtemelen düşündükleri kadar kesin değildir. Bu arada bazıları diyebilir ki, ‘Türkiye’nin bu projede oynadığı rolle ille “maddi” bir kazanç elde etmesi gerekmez. Türk demokrasisinin Batı tarafından “sigortalanması” ve yaşadığı coğrafyanın demokratikleşmesi ve modernleşmesi yapılan “masraf” ve üstlenilen “riskin” karşılığı olarak zaten az değildir’.

Doğal olarak yukarıdaki “hak”, “kar payı”, “kazanç” gibi ifadelerle gerçekten -ya da sadece- ekonomik getiriler değil, “söz hakkı”, “ağırlık ve etkinlik”, ve “hassasiyetlerine ve çıkarlarına saygı gösterilmesi” gibi şeyler kastedilmektedir. Kabul etmek gerekir ki, bu kavramları her zaman somut şeylere çevirmek ve onların muhasebesini tutmak kolay ve hatta mümkün olmayabilir. Uluslararası ilişkilerde “siyasi büyüklükleri” birbiriyle kıyaslamak denenmesi mutlaka gereken ama belki de objektif olarak başarılması imkansız bir şeydir. Türkiye’nin üslerini açması “kaç tane PKK ile mücadele eder”? AB adaylığını almak K. Irak’ta gerekirse askeri harekat düzenleme hakkından vazgeçmek artı Kıbrıs’ta yeni ödünler istemesinden ne kadar büyüktür? Sorun bu sorulara cevap vermek isteyecek insan bulmak değil ama bu cevapların belki de kaçınılmaz olarak subjektif olacak olmasıdır. Buna bir sorun değil de Türkiye’deki dış politika tartışmalarının teşvik edilmesi gereken bir zenginlik ve çoğulculuk olarak bakanlar da olabilir.

Başa dönmek gerekirse Ankara bu projeye, kendi entelektüel ve siyasi katkısını yapmakta ısrar ederek ve şartlı olarak destek vermelidir. Bu şartın da, “oburluk ve görmemişlik” işareti olarak görülebilecek ve sonuçta hiçbiri gerçekleşemeyen uzun bir istek listesi şeklinde değil, Bush’un bile anlayabileceği tek, basit, somut ve hayati bir şey olmalıdır. Bu şey “Irak’ın ne olursa olsun bölünmemesi” olabilir. Zaten Amerikalıların da farkında olduğu ama olayların sarpa sarmasıyla belki unutabilecekleri gibi Irak’ın bölünmesi Büyük Orta Doğu projesinin de sonunu ifade edebilir. Ancak son dönemde ABD’nin verdiği sözler ile ilgili tecrübemiz de düşünülürse bu şartın ayrıntılandırılması ve karşı tarafın sözünü tutmaması halinde uygulanacak ciddi müeyyidelerin de kayda geçirilmesi doğru olabilir.

Bu noktada ABD ile Türkiye arasındaki asimetrileri göstererek Türkiye’nin Washington’a uygulayabileceği müeyyide olamayacağını, Türkiye’nin ABD’nin gazabından kurtulup onun tarafından “şefkatle okşanmasının” ve “sırtının sıvazlanmasının” zaten yeterli olduğunu düşünenler de vardır. Amerikan hegemonyasının moral ayağı zayıflamasa ve siyasi ayağı genel bir direnç görmese doğru olabilecek bu düşünce şu an için geçerliliğini yitirmektedir. Amerika ile “çatır çatır” pazarlık yapmanın mümkün olduğu bir dönemden geçilmektedir. Bu süre bir süre sonra sona erebilir. ABD Irak gibi “stratejik fazlalıklarından” kurtulduğunda yine Türkiye dahil herkese asimetrik bir üstünlük sağlayabilir.

Ama şu anda Bush’un dünyanın gönlünü hoş tutmak zorunluluğu vardır. Bu noktada haklı olarak sorulan önemli soru, son dönemde Irak, BM, G-8, Nato ve BOP gibi konularda gerçekleşen nisbi “geri çekilmenin” ne kadar taktik ve ne kadar kalıcı olduğudur. Joseph Nye, Bush Yönetiminin dış politikasının eski Amerikan Başkanlarından Hamilton, Jackson ve Wilson ile özdeşleşen okulların bir koalisyonu olduğunu ve Irak’ta yaşanan –ve ne kadar makyaj yapılırsa yapılsın gizlenemeyen- başarısızlıktan sonra şimdi bu koalisyonun çözüldüğünü düşünmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
29 June 2004
 
G-ABD 28 Haziran 2004
Nato ve Irak – PKK ve ABD

Avrupalılar Irak’ta Iraklı askerlerin eğitimi dışında Nato’nun önemli bir rol oynamasına neden karşı çıkıyorlar? Başta Fransa ve Almanya olmak üzere buna karşı çıkanların şu tür neden, bahane ve amaçları olduğu söylenebilir: 1) Irak’taki durumun artık düzeltilemez olduğunu ya da düzeltmek için gerekli olan çabanın çok fazla ve çok riskli olduğunu düşünmeleri, 2) Afganistan gibi halihazırda meşgul oldukları, terörizmle mücadele açısından daha hayati bir cephe olduğunu düşünmeleri ve sonuçlandırmadan başka şeye odaklanmak istememeleri , 3) Irak’ta anlamlı katkı yapacakları bir kapasiteleri olmaması, 4) Irak’a asker göndermenin “Avrupalılarla barıştım” diyecek Başkan Bush’un Kasım’da yeniden seçilmesine katkı yapabileceğinden endişe etmeleri, ve nihayet 5) sadece Bush’un değil genel olarak ABD’nin bir daha Irak benzeri “maceralara” girmeden önce bir kez daha düşünmesini ve böyle durumlarda peşinden “bulaşıkçıların” geleceğinden emin olmamasını istemeleri. Bush’un Kasım’da seçimi kaybetmesi ve onun yerini alan Kerry’nin –teşbihte hata olmaz- Kruşçev’in Stalin dönemindeki aşırılıklarla ilgili eleştirel nutuğuna benzer bir şekilde Bush Yönetimi’nin “hataları” ve “aşırılıkları” hakkında günah çıkarması ve benzerlerinin bir daha yapılmayacağı yönünde açıklamalarda bulunması halinde, Fransa ve Almanya gibi ülkeler, Irak’ta rol ciddi rol oynamaktan daha fazla kaçamayabilirler.

Bu arada Irak’ta yetki devrinden sonra hem PKK ile mücadelenin kimin sorumluluğu olduğu sorusu, hem de K. Irak’taki Türk askeri varlığı yeniden değerlendirilebilir. Iraklılar, bir yandan “ABD bile PKK ile askeri mücadele etmedi, bunu biz nasıl yaparız?” derken öte yandan da Türk askeri varlığının “egemenliklerine” gölge düşürdüğünü iddia edebilirler. Bu konuda özellikle Iraklı Kürtlerle yakın bir ilişki geliştirdiği söylenen Cumhurbaşkanı’ndan çıkışlar beklenebilir. Türkiye’nin önündeki önemli sorulardan biri de PKK ile mücadelenin Kuzey Iraklı gruplara havale edilmesinin istenen bir şey olup olmamasıdır. Bu gruplar PKK ile gerçek bir mücadeleye girerler mi? Yoksa bir iki sınırlı ve göstermelik “operasyondan” sonra artık adım atma sırasının Türkiye’de olduğunu ve Ankara’nın askerlerini çekmesi gerektiğini mi söylerler? Bu arada kapıların arkasında neler konuşulduğu tam bilinmese de, son 16 y içinde Türk tarafının ABD tarafına PKK konusunda yaptığı eleştiri ve önerilerde bir tür “hayal gücü eksikliği” sezilmektedir. Sadece “hadi artık, bitirin şu işi” demenin yanında bunun için net mühletler vermek ve bu sürede sözler tutulmadığı takdirde de bazı yaptırımlarda bulunma tehdidinde bulunmak ve bunun gereğini yapmak daha doğru olabilirdi. Ayrıca daha önce burada daha önce de belirtildiği gibi PKK’ya karşı direk olarak binlerce Amerikan askerinin katılacağı operasyonlar yerine, yavaş yavaş tırmandırılan, başlangıçta polisiye düzeyde başlayan propaganda, hareket ve faaliyet kısıtlama, enterne etme, uyarı atışları, liderleri ele geçirme, gerekirse Türk askerlerinin de gözlemci ya da aktif olarak katılabilecekleri operasyon seçenekleri varyasyonlar sunulmalıydı. Basına bu tür önerilerle ilgili hemen hiç bir ayrıntı sızmadığı için bu yolların denenmediği varsayılabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
25 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 24 Haziran 2004
Türk-İsrail İlişkileri

Türk-İsrail ilişkilerinin bir tür “serbest-düşüş” içinde olduğu görülmektedir. New Yorker’daki yazının büyük ölçüde Türk kaynaklarına dayandığı söylenebilir. Konuıyla ilgili olarak, eldeki sağlıklı bilgilerin sınırlılığı nedeniyle bir spekülasyon olmaktan öteye gidemeyecek ama yine de yüksek sesle dile getirilmesinde fayda olabilecek şu fikirler öne sürülebilir: İsrail, en azından ilk başta Türkiye’nin tepkisini iç kamuoyuna yönelik geçici bir jest olarak görmüş olabilir. Ayrıca İsrail Türkiye’nin elindeki istihbaratın söylentiler ve bölük pörçük bilgilerden ibaret olduğunu düşünüyor olabilir. Bir başka ihtimal de İsraillilerin, yaptıkları açıklamanın tersine, Türkiye ile ilişkilerin bozulmasının Kürtlerin oynayacakları potansiyel rolün kabul edilebilir bir bedeli olduğunu düşünmesidir. Türkiye’de resmi kurumlar dahil bir çok çevrede yakın zaman kadar -ve kısmen hala- geçerli olan İsrail’in Türkiye’yi kendisinden soğutacak adımlar atmaya cesaret edemeyeceği düşüncesinin yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır.

İsrail, Türkiye ile girdiği “özel ilişkinin” “son kullanma tarihinin” geldiğinin değilse bile “azalan marjinal fayda” dönemine girdiğini düşünüyor olabilir. İsrail belki de, potansiyel olarak her zaman “kirişi kırabilecek” Türkiye ile “kendisine her zaman bağımlı olacak” Kürtler arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsa ilkini seçmemeyi göze alabilir. Bir başka bakış açısına göre ise İsrail, Kuzey Iraklı Kürtleri bağımsızlığın eşiğine getirdikten sonra Türkiye ile daha güçlü bir “ittifak içi pazarlık” pozisyonu kazanacağını hesaplıyor olabilir. Bu noktada cevaplanması gereken önemli sorular arasında Türkiye’nin bu gerginliği hangi noktaya kadar götürebileceği, İsrail’in bu konudaki algılamasının ne olduğu ve Türkiye’nin İsrail’e memnuniyetsizlik ve hatta kızgınlığını “hissettirmek” için parça parça mı yoksa bir kerede büyük bir adım atması mı gerektiği de olmalıdır. Bazı yorumcular, İsrail’in, Türkiye’nin duymak istedikleri şeyleri söyleyerek bu krizi aşabileceğini ve bir çok tahtada satranç oynadığı halde bunların hepsine hak ettiği ilgiyi vermekte zorlanan Ankara’nın dikkatinin yakında dağılacağını umduğunu düşünmektedirler. İsrail ayrıca, Washington ve New York üzerinden yapacağı uyarılarla Türkiye’yi “yeni durumu kabullenmek” zorunda bırakabileceğini hesaplıyor olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
17 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 16 Haziran 2004
11 Eylül Komisyonu - Holbrooke

11 Eylül Komisyonu’nun terörist saldırıyla Irak arasında bir ilişki olmadığını açıklaması
bir çok kişi tarafından malumu ilan olarak görülse de, daha bir kaç ay öncesine kadar önemli oranda kişinin tersini düşündüğü Amerika için bu önemli bir olaydır. İşkence olaylarının ilk başta düşünülenden daha ciddi, yaygın, sistemli ve –belki de en önemlisi- üst düzey yetkililer tarafından biliniyor ve onaylanıyor olduğunun ortaya çıkması da başka önemli bir gelişmedir. Amerikan Yönetimi son ay içinde Irak konusunda ciddi bir “esneklik” göstererek bu konuyu seçimlerde kendi aleyhine bir konu olmaktan çıkarmaya çalışsa da bunun “zarar kontrolünden” öteye gidemeyeceği ve ilk başta Bush’un tekrar seçilmesinin anahtarı olarak düşünülen Irak harekatının Başkan’ın yeniden seçilmesi üzerindeki net etkisinin belirgin derecede olumsuz olduğu söylenebilir.

Bu arada Kerry’nin seçimi kazanması halinde Dışişleri Bakanı olabilecekler arasında adları en çok telaffuz edilen Senatör Joe Biden ve eski BM temsilcisi Richard Holbrooke’un Türkiye’ye bakışları arasında göz ardı edilemeyecek derecede farklılıklar mevcuttur. Biden bir çok meziyeti olmasına karşın, en yumuşak şekilde söylemek gerekirse, Türkiye’ye “pek sempati duymayan” biri iken Holbrooke’un Türkiye ile ilgili deneyim, düşünce ve duyguları oldukça müspettir. Kerry’nin seçilmesi halinde Bush Yönetimi’nden farklı olarak, son üç yılda büyük ölçüde marjinalize olan Dışişleri Bakanlığı’nı tekrar dış politikanın merkezine koyması yüksek bir ihtimal olduğu için bu farklılık ilave bir önem kazanmaktadır. Yeni Yönetim görevi devraldığında Türkiye’nin AB üyeliği, genel olarak Irak’ın ve özelde K. Irak’ın geleceği, İran’ın nükleer programı gibi önemli konulardaki gelişmeler son iki yılı aratmayacak önem ve hızda yaşanacağı ve bu konularda Amerikan Yönetimi’nin tercihleri çok önemli olacağı için Amerikan dış politika yapıcıları arasında normalde göz ardı edilebilecek nüanslar önemli olabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin Holbrooke’un şansını arttırıcı neler yapabileceğini düşünmesi isabetli olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
11 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 10 Haziran 2004
Yeni Muhafazakarların Gözden Düşüşü – PKK - Irak

Bush döneminin ilk üç yılında en hakim güçlerden olan yeni muhafazakarların politikanın kontrolünden yavaş yavaş uzaklaştıkları ve Dışişleri Bakanlığı’nın ve büyük oranda yeni muhafazakarlara alerji duyan Pentagon’daki askeri bürokrasinin insiyatifi ele aldığı görülmektedir. Bazı yeni muhafazakarlar Irak’ta rejim değişikliğinin belki kendisini değil ama uygulama biçimini açıkça eleştirmeye başlamıştır. Bu arada Çelebi olayı ile bu grubun Washington piyasasındaki değeri dibe vurmuştur. Yeni muhafazakarların Bush seçimi kazansa bile önümüzdeki dönemde aynı derecede önemli roller alma ihtimalleri oldukça azalırken, eğer Bush tekrar seçilemezse Cumhuriyetçi Parti’de bir çok kişi tarafından bu durumdan sorumlu tutulacakları ve gözden düşecekleri ifade edilmektedir. Prensipleri artık Amerikan politikasına yön vermiyor gözüken grubun üst düzey mevkilere yapılan atamaları onaylaması gereken Kongre’de de zor desteklerini kaybettikleri ve bu nedenle, yakın zamana kadar görevini Powell’ın görevini devralabileceği söylenen Wolfowitz’in şansının iyice azaldığı görülmektedir.

Yeni muhafazakarlar, son dönemde nispeten bazı olumlu adımlar atılmış olsa da, Kasım ayı geldiğinde bir başarısızlık olarak görülme ihtimali yüksek olan Irak savaşı ile ilgili olarak sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalışabilir ve Iraklılara egemenliğin daha hızlı devredilmiş olması gerektiğini iddia edebilirler. Bilindiği gibi özellikle Perle gibi Yönetim dışındaki yeni muhafazakarlar bu devir işlemini hızla yapmayı ve ülkeyi Çelebi’ye teslim etmeyi düşünüyorlardı. William Kristol gibi bazı başka yeni muhafazakarlar da Rumsfeld’in gerekli sayıda askeri Irak’a getirmeyerek Irak’ın başarısızlığa sürüklenmesinin asıl sorumlusu olduğunu iddia etmektedir. Grup Amerika’nın çıkarlarını İsrailinkilere feda etmek, ya da, bu ikisinin aynı olduğuna inanmaya fazla hazır olmak, parlak ve radikal fikirler geliştirmedeki becerilerini bu politkaları uygulamada gösterememek gibi eleştirilere muhatap olmaktadırlar. Grup Irak’taki kaotik durum nedeni ile günah keçisi olarak ortaya atıldıkları ve kendilerine yapılan suçlamalarda anti-semitik bir yan olduğunu iddia etmektedirler. Bu arada Kariyeri boyunca geleneksel realist bir çizgi izlemiş olan Cheney’nin niye ve nasıl yeni muhafazakarlarla kader birliği ettiği ve hatta onlara “kol kanat gerdiği” henüz hakkıyla işlenmiş bir konu değildir
PKK, K. Irak, ABD

PKK’nın ateşkesi sona erdirme kararı ile ilgili olarak bir kısmı aynı anda doğru olabilecek ve eldeki verilerle doğrulama ya da çürütmenin şu anda pek mümkün olmadığı bazı spekülasyonlar yapılmaktadır. PKK bu çıkışının arkasında güvenlik güçlerinin kendisine karşı yaptığı operasyonları gösterse de buna inanların sayısı azdır. Kararın ve zamanlamasının örgüt ile bir şekilde ilişki halinde oldukları düşünülen İsrail ya da ABD ile bağlantılı olabileceği iddia edilmektedir. İsrail’in, Ankara’nın son dönemde İsrail politikalarına karşı geliştirdiği eleştirel söyleme karşı bir uyarı olarak “PKK kartını” oynadığı, ABD’nin ise Türkiye’den üs talebine karşı aldığı soğuk cevaba karşılık veriyor olabileceği söylenmektedir. Bir başka teoriye göre ise AB içinde Türkiye’nin üyeliğe hazır olmadığını göstermek isteyenler tarafından PKK düğmesine basılmış olabilir. PKK’nin kararının Türkiye’nin içinde ülkenin AB sürecinden çıkmasını isteyenler tarafından ayarlanmış olabileceği de iddia edilmektedir. Bunlar doğru değilse bile terörün yeniden başlamasının Türkiye’nin AB perspektifine zarar verebileceği söylenebilir. Örgütün kendisi de, kendi aleyhine olacağını hesaplayarak, Türkiye’nin AB sürecini baltalamak amacıyla teröre başlamayı düşünüyor olabilir. PKK, Kürt sorununa kendisinin marjinalize olacağı bir çözümün şartlarının oluşmaya başladığından endişelenerek, örgüt içindeki rekabetten kaynaklanan iç nedenlerle ya da yakında Irak’ı terk etmek zorunda kalabileceklerini görerek daha uygun af koşulları sağlamak için şantaj amacıyla bu yola girmiş olabilir.

Kararın arkasında K. Iraklı Kürt gruplarla koordineli olarak bu grupların yakın dönemde bağımsızlık yönünde atabilecekleri radikal ve ani bir adıma karşılık Türkiye’nin Irak’a girmesini önlemek amacı da olabilir. Iraklı Kürt gruplar ve PKK Türkiye’nin içinde yaygın ve/veya büyük çaplı terör eylemleri olursa, Türkiye’nin asker, zaman, dikkat ve diplomatik kapital buna yoğunlaşacağını K. Irak’a müdahale etmesinin daha da zor hale geleceğini hesap ediyor olabilirler. PKK teröre başlarsa ABD’nin PKK’nın Irak’taki varlığına karşı hareketsiz kalmaya devam etmesi kabul edilemez hale gelecektir. Ancak burada daha önce de belirtildiği gibi Türkiye’nin tercihi örgüt üyelerinin teslim olmaları, tutuklanmaları ya da yok edilmeleri olmalıdır. Örgütün ABD tarafından Türkiye’ye kovalanması burada tekrar teröre başlamaları sonucunu verebilir.

Ankara yeni Irak yönetiminin ülkedeki PKK varlığı ile ilgili sorumluluklarını hatırlatmak için Dışişleri Bakanı Zebari ile muhatap olacaktır ama bu konuda yapılacak temaslar onunla sınırlı tutulmamalıdır. Türkiye önümüzdeki dönemde başta Sistani olmak üzere Iraklılarla danışmalarını arttırmalı, bu gruplarla ortak ya da en azından uyumlu bir plan oluşturmak için çabalamalıdır. Taraflar en azından atacakları adımlar konusunda birbirlerini önceden bilgilendirme yoluna gitmelidir.Yeni Irak yönetiminin Kürtlerin isteğiyle Türk askerinin çekilmesi yönünde karar almasını engellemek amacıyla Iraklıları bilgilendirme faaliyetine hız verilmelidir. Bu arada K. Irak’taki Türk askeri varlığının askeri, siyasi ve psikolojik anlamı analiz edilmelidir.

Bu arada Iraklı Kürtlerin “geçici anayasanın” BM kararında yer almamasından sonra atabilecekleri tepkinin iyi hesaplanması gerekir. Bu konuda şikayetlerini yüksek sesle dile getirdikten sonra durumu sineye çekip söz konusu maddelerin iptal edilmemesi şartıyla bu durumu kabullenirler mi, yoksa “rüzgarın aleyhlerine döndüğü” düşüncesiyle, Bağdat’tan “ellerini ayaklarını çekip” bağımsızlık için düğmeye basmaya mı kalkarlar? Irak’ın toprak bütünlüğü konusu ile Geniş Orta Doğu girişiminin başarı şansı arasında direk bir ilişki olacağı hem Amerikan yönetiminin hem de Amerikan kamuoyunun dikkatine sunulmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin bir Kürt devleti kurulması halinde buna askeri olarak müdahale edeceği Amerikan Yönetimine hatırlatılmalıdır. Böyle bir durum Bush seçime giderken Irak’ın tam bir fiyasko haline dönüşmesine neden olacağı için Beyaz Saray tarafından istenmeyen ve gerçekleşmesini engellemek için Kürtlere baskı yapacakları bir gelişme olacaktır. Kürt liderlerin Türkiye’nin, bölgedeki Amerikan askeri varlığı ve Avrupa Birliği süreci gibi nedenlerle K. Irak’taki radikal gelişmelere müdahale edemeyeceği şeklinde bir izlenim edinmeleri engellenmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
 
9 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 08 Haziran 2004
Geniş Ortadoğu – Irak - İsrail

Teorik olarak bakıldığında, Orta Doğu’da demokratikleşmeyi teşvik etme projesi, Afganistan ve Irak’ta ifade bulan terörle mücadeleyi büyük ölçüde askeri güç kullanarak rejimleri değiştirme politikasına daha yumuşak bir ek ya da belki de bir alternatif olarak görülebilir. Orta Doğu’ya demokrasi getirmeye yetecek mi bilinmez ama yeni adıyla geniş Orta Doğu girişiminin transatlantik ilişkilerinde son dönemde oluşan ödemin bir kısmını alabileceği görülmektedir. Ama girişimin başarısını belirleyecek bazı faktörler üzerindeki belirsizlik devam etmektedir: Acaba ABD, Orta Doğu’ya demokrasi ve modernleşme getirmek isterken yeterince samimi olduğuna başta bölge olmak üzere dünyayı inandırabilecek mi, gerekli siyasi ve ekonomik kaynakları hasredecek kadar cömert olacak mı, Irak’tan farklı olarak bu ihtiraslı projenin gerektirdiği karmaşık değer tercihlerinin üstesinden gelebilecek analitik çerçeveyi kurabilecek ve nihayet -bu konuda atılan onca nutuğa rağmen- uzun soluklu olması gereken bu proje için gerekli dikkat, sabır ve kondüsyonu gösterebilecek mi? Washington Orta Doğu’da kendine dostça yaklaşan rejimlerde demokratikleşmeyi hangi ölçüde zorlayacak? Girişimin yerel reformcuların meşruiyetine zarar verebilecek “Amerika’da üretilmiş” görüntüsü dağıtılabilecek mı? Filistin sorunu konusunda taraflı görüntüden sıyrılarak belli bir ilerleme sağlanacak mı? Girişimde mevcut yönetimlerle işbirliğine mi yoksa onlara karşı olanlara mı öncelik verilecek? Siyasi reformlarla ekonomik ve sosyal reformlar arasında zaman açısından öncelik tercihleri yapılacak mı? “Şok terapi” mi yoksa zaman yayılmış bir evrim mi amaçlanacak? Tüm ülkelere yönelik bir şablon mu ortaya konacak yoksa her ülke kendi şartlarında mı değerlendirilecek? Avrupa’ya “figüran” ya da “karakter oyuncusu” olmanın ötesinde bir rol verecek mi? Türkiye’nin bu girişim hakkında genel anlamda fikir, eleştiri ve uyarılarını ifade etmesi gerekli ise de bu konuda daha mikro ve teknik konularda da çalışmalar yaparak tartışmaya entellektüel “katma değer” vermesi gerekmektedir.

Irak’la ilgili olarak ise, şiddetin devam ediyor olmasına rağmen ABD’nin önemli derecede esneklik gösterdiği BM’deki karar tasarısının 15-0 ile kabul edilmesi, Kürt peşmergeler ve Sadr’a bağlı olanları kapsamasa da milislerin silahsızlandırılması, Brahimi’nin BM’deki sunumunda Türkmenlerin haklarının yeterince verilmediğini işaret etmesi olumlu gelişmelerdir. Ayrıca BM kararında “geçici anayasaya” atıfta bulunulmaması isabetlidir. Bu arada bir parantez açılarak denebilir ki, Ankara’nın İsrail’in aşırı politikalarına karşılık, Arap kamuoyunda önemli ölçüde olumlu yankı bulan eleştirel bir tutum alması doğru ise de, bu konuda ileride hangi şartlarda hangi başka ileri adımların atılabileceği konusunda zihinsel egzersiz yapılması gerekir. İsrail Türkiye’nin eleştirilerini dikkate almazsa şimdiye kadar olan sembolik jestlerin ötesinde somut yaptırımlarla desteklenmiş daha ciddi adımlar atılabilir mi? Şaron Hükümeti Türkiye’nin uyarılarının belli bir noktayı geçmeyeceğini düşünerek duymazdan mı gelir yoksa, yoksa PKK, uluslararası finans dünyası ve ABD Kongresi gibi enstrümanları kullanarak Hükümeti yola getirmeye mi kalkar? (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
 
8 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 07 Haziran 2004
İyimser Hava

ABD Yönetimi’nin önemli bir kısmının yakın sayılabilecek bir zamana kadar Irak’ta başbakan yapmak istediği Ahmet Çelebi’nin İran ajanı olduğu iddiaları, Pentagon’da kurulan özel istihbarat biriminden bazı kişilerin yalan makinesi testinden geçmeleri, CIA Başkanı’nın istifası, Başkan Bush’un Beyaz Saray’dan bazı kişilerin Irak’ın nükleer programı konusunda kendileriyle ters düşen eski bir büyükelçinin CIA ajanı karısının ismini basına sızdırmaları (Plame olayı) ile ilgili olarak bir avukatla görüşmesi, Cheney’nin Halliburton ile ilişkisi üzerine ortaya çıkan elektronik posta ve Rumsfeld ile Douglas Feith’in Cenevre Konvansiyonu’nu bilerek ihlal ettikleri şüphesi gibi gelişmeler başka dönemde gerçekleşseydi beraberce bir fırtına kopmasına neden olabilirdi. Ancak Normandiya çıkarmasının yıldönümü, Irak’ta yeni yönetimin belirlenmesi ve BM’den anlamlı sayılabilecek bir tasarı çıkacağı şeklindeki beklentiler, Reagan’ın ölümü nedeniyle seçim kampanyasının yavaşlaması (ve aralarındaki benzerlikler nedeniyle bunun Bush’a güç vereceği düşüncesi), G-8 zirvesi ve istihdam rakamlarının olumlu çıkması gibi gelişmeler Beyaz Saray için belli oranda iyimser bir hava oluşmasına neden olmuştur.

Bu arada Çelebi ve yakınlarının İran’a gizli kodlarının çözüldüğü bilgisini vermeleri çok az sayıda kişinin bildiği sanılan bu hassas bilgiyi Çelebi’ye hangi üst düzey yetkilinin vermiş olabileceği sorusunu gündeme getirmektedir. Reagan’ın ölümü ile Başkan Bush’un durumunun bir parça güçlenmesi beklenebilir. Bush ekibi “bakın Reagan da Bush gibi çok sofistike sayılamayacak bir dünya görüşüne sahipti ama öldükten sonra ardından övgüler düzülüyor” mesajını vermeye çalışabilir. Sistani’nin geçici Yönetime sınırlı ve şartlı ama yine de Geçici Konsey’e verdiğinden daha ileri şekilde verdiği destek önemlidir. Sistani son dönemdeki sessizliği nedeniyle popülerliğinden bir parça kaybetmişse de K. Iraklı Kürtlerin aşırı taleplerine en ciddi şekilde direnen Iraklı siyasi figür olmaya devam etmektedir. Kürtlerin BM’deki tasarıda geçici anayasadan bahsedilmemesine karşılık yaptığı tehditler belli bir etki yaratabilir. Bu arada Iraklı Kürtlerin Dışişleri Bakanlığı’nı almasının kendileri için ne kadar isabetli olduğu görülmektedir. Görünürlüğü yüksek olan Dışişleri Bakanlığı görevi sırasında Zebari ve Kürtler dünya çapında PR yapmakta ve muhtemelen kendi diplomasilerini de yürütmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
4 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 03 Haziran 2004
Tenet Gitti mi, İtildi mi?

CIA Başkanı, her zaman Başkan’ın yakın çevresi içinde yer almasa da, başka şeylerin yanında, direk sorumlu olduğu Başkanı hemen her gün gördüğü için önemli bir mevkidir. Her Başkan’ın değişik bir “istihbarat yeme” alışkanlığı olduğu bilinmektedir. Örneğin Kennedy, CIA raporlarının doymak bilmez bir okuyucusu olarak tanınırken, şimdiki Başkan’ın bu kurumdan gelen notların birkaç sayfayı aşmasını istemediği bilinmektedir. Clinton döneminden yadigar CIA Başkanı George Tenet, belki Bush’un kendisi değil ama çevresi tarafından 11 Eylül ve özellikle Irak’ın bulunamayan silahları ile ilgili olarak sık sık bir günah keçisi olarak ortaya atılmıştır. Tenet ve ekibi Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silahları ile ilgili gelişmeleri olması gerektiği kadar erken ve net öngörememişlerdir. Bob Woodward’un kitabında Saddam’ın silahları ile ilgili istihbaratın “sağlam” olduğunu belirttiği yazılan Tenet özellikle bu konu ile ilgili haklı eleştiriler almıştır. Kurum olarak CIA yeni muhafazakar projelere belli bir mesafe ile yaklaşsa ve zaman zaman bu grup ile açık olarak çatışmaya girse de, son dönemde inanılırlığına ciddi darbeler almaktan kurtulamamıştır. CIA’in son dönemdeki performansı ile ilgili onu aşkın soruşturma devam etmektedir. Tenet ile ilgili olarak dışarıdan yapılan en önemli eleştiriler siyasi patronlarının duymak istedikleri şeyleri söylemeye çok yatkın olması ve özellikle 11 Eylül’den sonra kurumun geçirmesi gerektiği düşünülen radikal yenilenmeyi yeterince ısrarla kovalamamasıdır. Örneğin, eleştirilecek bir çok yönü olmakla beraber, Rumsfeld’in, başında olduğu kurumu sarsma ve onu rahat alışkanlıklar ve rutinlerin dışında düşünme ve davranmaya başarılı bir şekilde yönlendirdiği söylenebilir. Denebilir ki, istihbarat kalecilik gibidir: Başarısızlıklar başarılardan çok daha fazla ilgi çeker ve hatırlanır. Kurumun tarihinde en uzun süre görev yapan ikinci Bakan olan ‘Teflon’ Tenet’e yönelik istifa çağrıları Kongre ve medyanın bir kısmı tarafından uzun süredir yapılıyordu. Ancak dünkü istifa ile ilgili ilk adımın Tenet’ten mi yoksa seçim öncesi sorunlu bir yükten kurtulmak isteyebilecek Beyaz Saray’dan mı geldiği çok açık değildir. Ancak denebilir ki Tenet gerçekten kişisel nedenlerle istifa etseydi bunun ortak bir basın toplantısı ile duyurulması beklenirdi. Üzerinde durulan ihtimallerden biri de Tenet'in Senato İstihbarat Komitesi'nin yakında açıklanması beklenen CIA ile ilgili raporunda kendi yönetim tarzı hakkında ciddi derecede olumsuz ifadelerin yer aldığını biliyor oluşudur.

Yine de seçime giderken aniden böyle bir istifanın gelmesi düşündürücüdür. Başkan’a bağlılığı ile tanınan Tenet’in bu kadar uzun süre görevde kalmasında Bush yönetiminin dışarıda bilinmesini istemediği ve muhtemelen 11 Eylül’le ilgili olan bazı sırlarını biliyor olması neden olmuş olabilir. Eğer şimdi Tenet kendi isteği dışında istifaya yönlendirildiyse bir süre sonra Bush Yönetimi’nin hoşuna gitmeyebilecek bazı açıklamalarda bulunabilir. Sık sık, önüne 21. yüzyıla ait bir görev konmasına rağmen hala bir önceki yüzyılın metotlarıyla çalıştığı ifade edilen CIA’in toplam bütçesinin 30 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ancak Tenet kağıt üzerinde askeri dahil tüm istihbarat kurumlarının başında olmasına rağmen pratikte Pentagon en büyük ve en pahalı kurumları yönlendirmede çok daha etkilidir. CIA’de reform gerektiğini savunanlar CIA Başkanı’nın üstünde tüm istihbarat kurumlarından sorumlu birinin olması gerektiğini savunmaktadır. Bir dipnot olarak denebilir ki, önümüzdeki dönemde daha yoğun yaşanması gereken istihbarat reformu tartışmalarından Türkiye’de dersler çıkarmaya çalışmalı ve uzun süredir değişmeyen kurumsal mimari ve kültüründe değişimi zorlamalıdır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
 
3 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 02 Haziran 2004
Irak’ta Geçiş Dönemi

Irak’ta Geçici Yönetimin belirlenmesi ve BM’deki tasarıyla ilgili sınırlı ve şartlı da olsa oluşan olumlu hava ABD yönetiminde biraz erken ve abartılı sayılabilecek bir iyimserlik yaratmış görünmektedir. Bush Yönetimi, önümüzdeki dönemdeki G-8, ABD-AB ve Nato zirveleri ile bu iyimserliği daha da perçinlemek istemektedir. Ancak Irak’ta başta güvenlik, meşruiyet ve yer yer durma noktasına gelen yeniden inşa faaliyetleri ile ilgili önemli problemler yerinde durmaktadır. Washington, BM’deki tasarı ile ilgili olarak koalisyon askerlerinin Irak’ta kalma takvimi ve geri çekilme şartları ile ilgili daha önce yanaşmadığı bazı ödünleri vermeye razı olmuştur. Ancak hala Amerikan kuvvetlerinin hangi durumlarda Iraklı yetkililerden onay alarak askeri operasyonlar gerçekleştirebilecekleri netleşmemiştir. Gerçi, Irak Yönetimi isterse işgal kuvvetlerinin çekileceği belirtilse de, burada bir parantez açılarak denebilir ki, Başbakan’ı –her ne kadar bilgili, yetenekli ve hatta belki de iyi niyetli olursa olsun- yıllarca CIA bordrosunda yer almış bir Hükümet’in Amerikan taleplerine çok fazla direnmemesi beklenebilir. Zaten bu Geçici Yönetim’in Amerikan askeri varlığı olmadan ayakta kalması beklenemez.

Yanılma payı olmakla beraber ABD’nin yanlışının da burada başladığı söylenebilir. Örneğin denebilir ki, Yönetici Konsey’deki bir çok kişi tanınıp beğenilmedikleri için değil ama Amerikan kuklası olarak görüldükleri için meşruiyet sorunu yaşamaktadır. Bu kişilerin belli bir kısmı Irak halkı ile ilişkilerini Amerikan yapımı Geçici Konsey üzerinden kurmuş olmasalardı bugün siyasi pozisyonları daha güçlü olabilirdi. Belki bunu biraz geç de olsa anladıkları için en azından kamuoyu önünde kendilerini ABD’den uzaklaştırmak için bilinçli bir çaba harcamaktadırlar. Kurulan yeni yönetim tamamen olmasa da büyük ölçüde dışarıdan yeni isimlerden oluşmalıydı. Eğer ABD’nin hem kendi hem de -bazılarının tersine ifade etmesine rağmen büyük ölçüde kendi kontrolünde olan- Geçici Konsey, Brahimi’yi rahat bırakıp onun seçeceği bir yönetimr yer açsalardı, Irak’ın yakın geleceği için çok daha iyimser olmak mümkün olabilir ve Iraklıların kendilerinden olduğunu düşünebileceği bir yönetim kurulabilirdi. O zaman gözler, güvenlik durumu elverirse Ocak’ta yapılacak seçimlere odaklanabilirdi. Bugünse bir çok Iraklı’nın Amerikan işgalinin Iraklı bir paravanın arkasında devam ettiğini düşünmeleri daha yüksek bir ihtimaldir. Önümüzdeki dönem ABD için daha zor ve karmaşık olabilir. Çünkü güvenlik tehdidi değişmeden yerinde kalırken ABD’nin bu tehditlere karşı koyma imkanlarında belli bir daralma yaşanacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
1 June 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 01 Haziran 2004
Petrol fiyatları ve ABD

Bir yandan dünya ekonomisindeki büyüme, diğer yandan da dünya toplamının dörtte birine yakın rezervleri, petrolü ucuza mal etmesi ve ekstra üretim kapasitesi nedeniyle dünyanın en önemli petrol üreticisi olan S. Arabistan’ın terör saldırıları ile petrol sanayiinin peformansının etkilenme ihtimali ve hatta bu ülkedeki rejimin tehlikeye girebileceği endişesi, son dönemde petrol fiyatlarındaki artışın en önemli nedenleri arasındadır. S. Arabistan, Rus, Kafkas ve Afrika petrolü devreye girdiği halde önemini korumaktadır. Çin ve Hindistan’ın gelecekte petrol talebinin ciddi şekillerde artacağı düşünülürse, petrol sektöründe önemli yatırımlar yapılmaması ve/veya diğer ülkelerin tüketimlerini azaltmamaları halinde dünyanın belki petrol rezervleri değil ama üretim kapasite açısından sıkıntı yaşayabileceği söylenebilir.

Varil fiyatı 40 doları aşsa da aslında reel rakamlarla bakıldığında petrolün geçmişteki kriz dönemlerinden daha ucuz olduğu söylenebilir. Bu arada ABD’de, Avrupa’ya oranla çok düşük olan fiyatların ek vergilerle yükseltilerek tüketimin kısılmasını ve Stratejik Petrol rezervinin kısmen eritilerek petrol fiyatlarındaki artışın önüne geçilmesini savunanlar artmaktadır. Ayrıca John Kerry dört maddelik dış politika planında ABD’nin Köfez petrolüne olan bağımlılığını azaltma görüşünü ortaya koyduktan sonra Başkanlık’a gelmesi halinde demokratikleşmenin değil istikrar ve güvenliğin en büyük önceliği olacağını açıklamış olması dikkate değerdir. S. Arabistan ile ABD arasındaki sorunlu ilişki Kerry kazansa da –hem belki de artarak- devam edecek gibidir. Suudi Arabistan’daki iç durumun da bundan üç yıl sonra istikrarlı olacağını düşündüren pek bir şey yoktur. Bu arada, ABD’nin Türkiye’den gerçek ve spekülatif üs talepleri ile ilgili düşünmeye başlamadan önce şöyle bir sınıflandırma yapmak yararlı olabilir: İlave üs, üslerin kapasitesinin arttırılması, üslerdeki gücün büyüklüğünün arttırılması, üslerde eğitim dışında faaliyetlere izin verilmesi, deniz üssü, Karadeniz gibi coğrafi olarak yeni bir bölgede üs istenmesi. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 31 Mayıs 2004
Irak’ta Geçici Yönetim

Geçici Yönetim’in en önemli pozisyonu olan Başbakanlık’a İyad Allawi’nin getirilmesi gerek Türkiye gerekse Irak için iyiye işaret değildir. Güvenliği sağlamanın çok önemli olacağı geçici dönemde bu işleri bilen ve generallerle arası iyi olan birinin başta olmasının doğru olacağı düşünülmüş olabilir. Ama yine de Allawi’nin Baas ve CIA bağlantıları ve pek popüler olmayan Yönetici Konsey üyeliği gibi nedenlerle Iraklılar tarafından meşru görülme ihtimali azdır. Bu da kaosun devam etme ihtimalini arttırmaktadır. Ayrıca isminin açıklanma şekli de şüpheli ve düşündürücüdür. Allawi, Brahimi’nin gerçek tercihi olmadığı gibi açıklamanın onun yapmasına bile fırsat vermeden bir oldu-bittiye getirilmesi ABD açısından kaçırılmış bir fırsat olarak kabul edilebilir. ABD Yönetimi’nin kendisinin de bu durumdan şaşırdığı iddiası inandırıcı ise değildir.

ABD’nin, Ahmet Çelebi’nin son dönemdeki performansından farklı olarak gösteriş amacı ile değil samimi ve istikrarlı olarak kendisine belli ölçüde karşı olan bir Iraklı lidere Başbakanlık’ı verseydi kendi açısından daha iyi olabilirdi. Washington, Brahimi’yi aşarak – ve hatta ezerek- böyle bir şey atama gereğini niye duydu? Allawi’nin Brahimi’nin listesinde olmasına rağmen ilk başta olmadığı biliniyor. Cezayirli diplomat durumu sineye mi çekecek yoksa istifa ederek ABD’yi kendi derdi ile başbaşa bırakmayı deneyebilir mi? BM merkezinden ve Brahimi’den gelen farklı açıklamalar düşündürücüdür. Bu karar BM’deki karar tasarısının şeklini ve kaderini dahi etkileyebilir. ‘O zaman “tam egemenlik”ten bahsetmenin anlamı neydi?’ sorusu sorulabilir. Bu arada bir parantez açarak şu soruyu sormak gerekebilir: PKK’nın kendi ilan ettiği ateşkesi sona erdirme kararı/tehdidi ile a) Türk-İsrail ilişkilerindeki bozulma, 2) ABD’nin Türkiye’den üslerle ilgili isteklerine verilen soğuk cevap, 3) Irak’ta önümüzdeki dönemde hızlanması beklenebilecek gelişmeler ve Kürtlerin buradaki durumu ile ilişkisi olabilir mi? (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
U.S. foreign policy, Middle East, Turkey and Beyond

ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi

Şanlı Bahadır Koç,


If you want to receive it early in the morning subscribe to FPR
TurcoPundit Home
Pre-March 2004Archive

ARCHIVES
March 2004 / April 2004 / May 2004 / June 2004 / July 2004 / August 2004 / September 2004 / October 2004 / November 2004 / December 2004 / February 2005 / May 2005 / June 2005 / October 2005 / November 2005 / December 2005 / January 2006 / February 2006 / March 2006 / April 2006 / May 2006 / June 2006 / July 2006 / August 2006 / September 2006 / October 2006 / November 2006 / December 2006 / January 2007 / March 2007 / April 2007 / May 2007 / June 2007 / July 2007 / August 2007 / September 2007 / October 2007 / November 2007 / December 2007 / January 2008 / February 2008 / March 2008 / April 2008 / May 2008 / June 2008 / July 2008 / August 2008 / September 2008 / October 2008 / November 2008 / December 2008 / January 2009 / February 2009 / March 2009 / April 2009 / May 2009 /

What they have said about Foreign Press Review
"FPR'ın iki "kötü" özelliği var: 1. Alışkanlık yaratıyor, onsuz yapamaz hale geliyorsunuz; 2. Değeri alındığı değil, arada bir de olsa, alınamadığı vakit anlaşılıyor. Bir de sürekli bir kaygıya yol açıyor; 'Ya bir gün kesilir ve onu hiç alamazsam' duygusuyla sürekli yaşamak kolay değil."

Cengiz Çandar


"... fantastic .... an outstanding and unique service, not just for those who follow Turkey closely, but those who follow international trends and ideas. ... selection of material is some of the best anywhere ... coverage of the Turkish press and Turkish issues is truly unsurpassed .... outstanding and intelligent service"

Graham Fuller


"... extremely useful"

Andrew Mango


"FPR olmadan ne yapardım ya da bugüne kadar ne yapmışım bilemiyorum"

Soli Özel


"Güne başlamak için FPR’den daha iyi bir yol düşünemiyorum"

Hasan Ünal


Makaleler


Ankara ve Güneydeki Riskler 29 Aralık 2011
İslamcı Dalga Üzerine 5 Aralık 2011
Ankara’ya Suriye ile İlgili Bazı Tahlil, Tahmin, Uyarı ve Öneriler 2 Kasım 2011
İran ile İlgili Son Amerikan İddiaları ve Türkiye 16 Ekim 2011
Ankara Suriye’de “Rejim Değişikliği” Politikasına Geçerken 28 Eylül 2011
Türk Dış Politika Gündemine Dair 7 Kısa Not 6 Eylül 2011
“Zafer İlan Et ve Kaç:” ABD ve Afganistan’dan “Sorumluca” Çekilmenin Mantığı 23 Haziran 2011
Orta Doğu'da Durum Raporu 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine Notlar 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 3 Mayıs 2011
ABD ve Karadeniz Nisan 2011

Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 20 Nisan 2011
Amerika-Sonrası Dünyanın Provası Olarak Libya Krizi ve Türkiye 22 Mart 2011
“Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 10 Şubat 2011
Analiz Üzerine Notlar 14 Ocak 2011
Wikileaks Üzerine Notlar ve Yorumlar 23 Aralık 2010
Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 29 Kasım 2010
Amerikan Travması ve Kongre Seçimleri 23 Kasım 2010
Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 20 Ekim 2010
Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 12 Ekim 2010
"Kürt Devleti" Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler 23 Eylül 2010
Mullen’ın Ankara Ziyareti 7 Eylül 2010
ABD’nin Afganistan’daki Seçenekleri 24 Ağustos 2010
Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 18 Ağustos 2010
İsrail-ABD-İran-Türkiye Dörtgeni 26 Temmuz 2010
Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 16 Temmuz 2010
Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi Temmuz 2010
Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 5 Temmuz 2010
“Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü 02 Haziran 2010
Nükleer Takas: “Savaşı Bitiren Anlaşma” mı, “Acem Oyunu” mu? 20 Mayıs 2010
ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 1 Mayıs 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Normalleşme” Sancıları 22 Nisan 2010
Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 9 Nisan 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 5 Nisan 2010
Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 19 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010 (word)
Bütçe Açığı ve Amerikan Gerilemesinin Ekonomi Politiği 19 Şubat 2010
Cemaat-skeptic 6 Ocak 2010
AKP bir seçim daha kazanırsa burası FC olur 4 Ocak 2010
ABD bu işin neresinde? 29 Aralık 2009
Türkiye-Ermenistan Protokolü Üzerine Düşünceler 3 Eylül 2009
"Obama’nın Savaşı":AfPak Üzerine Notlar 20 Nisan 2009
Obama’nın Ardından 17 Nisan 2009
Obama’nın Türkiye Gezisi ve Türk-Amerikan İlişkileri 19 Mart 2009
ABD ve Orta Doğu Barış Süreci Mart 2009
Obama’nın “Kırkı Çıkarken” Mart 2009

ABD-PKK “İlişkisi” Üzerine Notlar Şubat 2009
Mahşerin Üç Atlısı: Ross, Holbrooke ve Mitchell 5 Şubat 2009
SOFA ABD için Irak’ta “Sonun Başlangıcı” mı? Ocak 2009
Obama Döneminde ABD ve Asya 15 Ocak 2009
Obama’nın Güvenlik Kabinesi Üzerine Notlar 4 Aralık 2008
Yeni ABD Başkanı Obama ve Türk-Amerikan İlişkileri 6 Kasım 2008
ABD Başkanlık Seçimlerinin Türk-Amerikan İlişkilerine Muhtemel Etkileri 30 Ekim 2008
ABD Başkanlık Seçimleri Ekim 2008
Obama’nın Biden’ı Tercihinin Bir Tahlili 26 Ağustos 2008
Amerikan Sağı Üzerine Notlar Ağustos 2008
Gürcistan Krizi, ABD ve Türkiye 11 Ağustos 2008
Obama'nın Dış Gezisi 29 Temmuz 2008
Başkan Bush’un Avrupa Gezisi ve Transatlantik İlişkileri 18 Haziran 2008
ABD Seçimleri (ppt) - 10 Haziran 2008
"Sessiz Tsunami": Global Gıda Krizi (ppt) - 29 Nisan 2008
Amiral Fallon'un İstifası 13 Mart 2008
ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar 22 Kasım 2007
“İçeride Liberal, Dışarıda Şahin”: K. Irak’a Harekat Üzerine Notlar 25 Ekimy 2007
K.Irak'a Ekonomik Müeyyideler Üzerine Sorular 25 Ekimy 2007
Irak "Hamle"sinin Muhasebesi Eylül 2007
Türk-Amerikan İlişkileri - Yeni Dönemin Gündemi Eylül 2007
ABD, K. Irak ve Türkiye Üzerine Notlar ve Sorular Haziran 2007
ABD ve Orta Doğu: "Müflis mirasyedi" mi "stratejik deha" mı? Mayıs 2007
Recommendations for Strengthening U.S.-Turkish Relations February 26, 2007
ABD'nin Irak'taki Seçenekleri Ocak 2007
'Topal Ördek'le İki Yıl Daha: 2006 Kongre Seçimleri Aralık 2006
U.S.: Empire, Gulliver or the “First Among Unequals” (ppt) - ASAM 2023 Conference - October 2006
Türk-Amerikan İlişkilerinde “İkinci Bahar” mı, “Sonun Başlangıcı” mı? Stratejik Analiz - Haziran 2006 -
Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi Avrasya Dosyası - İslam ve Demokrasi Özel Sayısı
Gurur ve Önyargı: ABD İran Gerginliği ve Türkiye Stratejik Analiz Nisan 2006 - (pdf)
Arzın Merkezine Seyahat: ABD Ulusal Güvenlik Konseyi - Journey to the Center of the World: U.S. National Security Council Avrasya Dosyası 2005
Dört Tarz-ı Siyaset: Türk-Amerikan İlişkileri ve Başbakan Erdoğan’ın Washington Ziyareti Temmuz 2005
11 Eylül’den Sonra Türk-Amerikan İlişkileri: Eski Dostlar mı Eskimeyen Dostlar mı? Avrasya Dosyası - 2005
“Dört Yıl Daha”: Yeni Bush Yönetimi ve Dünya Aralık 2004
2004’ten 2005’e Türk-Amerikan İlişkileri Aralık 2004
Türkiye, Iraklı Kürtler ve Statükonun Meşruiyeti Nisan 2004 - eksik
Askerî Alanda Devrim: Askerî Bir Senfoni Ocak 2004
Çirkin Amerikalı’ ile ‘Güven Bunalımı’: ‘Süleymaniye Krizi ve Türk-Amerikan İlişkileri Temmuz 2003 - ( pdf )
The Middle East: A Land of Opportunity and Peril for Turkey - May 2003
Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Notlar: Ataerkil Yapıdan Tüccar Mantığına mı? Mayıs 2003
Türkiye, ABD ve Irak Harekâtı: Hayır Diyebilen Türkiye? - Şubat 2003
Değişim, ‘Sense of Proportion’ ve Tarihin Yararları ile Sınırları Üzerine Nisan 2003
ABD Güvenlik Politikalarında Güç Kullanımı ve Caydırıcılık Ağustos 2002
“Yalnız Kovboy” ya da “Eşit Olmayanlar Arasında Birinci”: ABD Dış Politikasında Tektaraflılık-Çoktaraflılık Tartışmaları Mart 2002
İyi, Kötü ve Çirkin: ABD'nin Orta Doğu Politikaları Ocak 2002
Unilateralism corrupts, absolute unilateralism corrupts absolutely Turkish News, May 21, 2002
ABD ve Afganistan: Çıkış Var mı? Kasım 2001
Realism and Change
Crime and Punishment - Deterrence and its Failure in Theory and Practice 2001
“Tüketebileceğimizden Daha Fazla Değişim” ya da Eskimeyen Dünya Düzeni Ekim 2001
“ABD-AB İlişkilerinde Metal Yorgunluğu” Haziran 2001
It never rains circa. 1991.
.



Powered by Blogger