$BlogRSDURL$>
Gözden geçirilmemiş taslak metin – Lütfen atıfta bulunmayınız
“Dışarıdan” bakan bir gözlemci için, eğer bazı “kanıt kırıntıları” bir kenara bakılırsa, ABD-PKK ilişkisi hakkında kesin iddialarda bulunmak oldukça zor olmalıdır. Öte yandan, ABD’nin geçtiğimiz 4.5 yılda Irak’ta PKK’ya karşı anlamlı hiçbir adım atmayışı ile yaptığı resmi açıklamalar, Türkiye’ye karşı siyasi-hukuki-ahlaki sorumluluğu ve verdiği sözler arasında, dile getirdiği bahanelerle kapanmayacak kadar büyük bir bir uçurum vardır. PKK Washington’un terör listesindedir ancak bu durum ABD’yi Irak’ta örgüte karşı hemen hemen hiçbir uyarı, caydırma, sınırlama ya da cezalandırma eylemine götürmemiştir. Bu durum kaçınılmaz ve anlaşılır bir şekilde ABD’nin örgüte bakışı ve onunla ilişkisi üzerine hayal gücü ve komplo teorilerini harekete geçirmektedir. Gerçekse bile gizli olan bu ilişkiyi takip etmek ve “ölçmek” kolay değildir. Bu yazı, söz konusu iki aktör arasındaki ilişkiyi, ihtimaller, spekülasyonlar, sorular ve çelişkiler üzerinden “el yordamıyla” anlama amaçlı bir denemedir.
ABD-PKK ilişkisine en az üç şekilde yaklaşılabilir: 1) Eldeki sınırlı ve muğlak “kanıt kırıntılarıyla”. 2) Teorik ihtimalleri sıralayarak, 3) çıkarsama yaparak. PKK’nın elindeki Amerikan silahları, bazı PKK’lı itirafçıların kamplara Amerikalı subaylar tarafından silah getirdikleri şeklindeki iddiaları ve PKK’lı oldukları söylenen kişilerle üniformalı Amerikan subaylarının uzaktan gizlice çekilmiş olduğu iddia edilen fotoğrafları kanıt olarak kabul etmek mantıken sakat, teknik açıdan yetersiz ve güvenilirlik açısından sorunludur. Ancak bu durum elbette ilişkinin yokluğunu da kanıtlamaz. PKK’nın elindeki Amerikan silahlarının PKK’nın eline a) karaborsadan, b) Iraklı Kürtler vasıtasıyla ya da 3) direk olarak Amerikalı yetkililer eliyle geçmiş olması ihtimalleri vardır. Bunlardan en vahim ama aynı zamanda en az ihtimal olan sonuncusudur. Ancak ABD’nin bu konuda en azından önemli bir ihmalinin olduğu açıktır. Amerikalıların kamplara silah ve cephane getirdiğini iddia eden PKK itirafçıları ise çok inandırıcı değildir. PKK’nın içinde Türk istihbaratının muhbirleri olabileceğini düşünmesi gereken ABD’nin örgütle ile bir ilişkisi varsa bile bunu “çok sayıda göz önünde” değil “kuytularda” yürütüyor olması gerekir.
ABD’nin K. Irak’taki PKK varlığı konusundaki sorumluluğu aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmaktadır: 1) Türkiye’nin Nato müttefiki olmasından, 2) global olarak teröre savaş açtığını iddia etmesi ve bu konuda Türkiye’nin başta Afganistan’da olmak üzere önemli ölçüde desteğini almasından, 3) K. Irak’ta işgalci güç olarak sorumluluk sahibi olmasından, 4) K. Iraklı Kürtler üzerinde sahip olduğu etkiden ve 5) yaklaşık beş yıldır Türkiye’ye bu konuda somut adım atılacağını vaad etmiş olmasından, 6) Türkiye’yi K. Irak’ta PKK’ya karşı askeri müdahaleden vazgeçirmeye yönelik ifadelerinden, 7) Öcalan’ın idam edilmemesi, eve dönüş yasası gibi adımlarda Washington’un telkinlerinin de rol oynamış olmasından.
ABD PKK’ya karşı çok fazla riske girmeden bir çok anlamlı adımı atabilecekken bunu yapmamıştır. Türkiye ise yaklaşık 5 yıldır ikna edici, ayrıntılı ve süreler-müeyyidelerle donanmış önerileri ABD’ye yapamamış ve kendini ciddiye aldıramamıştır. ABD yakın zamana kadar PKK’ya karşı cılız, seyrek, muğlak ve örgütün çok ciddiye almadığı tehditlerle yetinmiştir. PKK militanlarına, Irak’ı derhal terk etmezler, teslim olmazlar veya silahlarını bırakarak belli bir bölgede toplanmazlarsa güç kullanacağı tehdidinde bulunmamıştır. Washington K. Iraklı Kürt gruplara PKK ile ilişkilerini kesmelerini istememiştir. Bırakın örgütü ve kamplarını yok etmeye yönelik büyük bir harekata girişmeyi, sembolik ve sınırlı düzeyde dahi bir askeri harekata girişmemiştir. Militanların K. Irak şehirlerinde bulunanlarını yakalayarak Türkiye’ye teslim edilmemiştir. ABD örgütün hareketini kısıtlamamış, onları Halkın Mücahitleri örneğinde olduğu gibi enterne etmemiştir. ABD Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya karşı zamanı ve coğrafi sınırları çizilmiş bir operasyon yapma izni vermemiş, ciddi anlamda isithbarat paylaşmamış, örgütün lojistik, finansman, propaganda, adam devşirme gibi faaliyetlerini engellemeye çalışmamıştır.
PKK, zaman içinde bazı dalgalanmalar yaşamakla beraber genelde bağımsızlık yanlısı, pan-Kürdist, ve “şiddet bağımlısı” bir örgüt olmuştur. PKK’nın Marksist bir terör örgütü olması, Stalinist liderlik anlayışı, Suriye-İran ve Orta Doğu’daki radikal gruplarla ilişkisi, Türkiye’ye yönelik saldırıları, ABD’nin PKK’ya 90’lı yıllara kadar mesafeli olmasının nedenleri arasındadır. ABD, PKK ile mücadele konusunda Türkiye’ye Avrupa’ya kıyasla genelde daha yardımcı ve müsamahakar olmuştur. Soğuk Savaşın bitiminden ve Körfez Savaşı’ndan sonra PKK ABD’ye daha az tehlikeli ve hatta bazı açılardan daha cazip görünmüş olabilir. Bu dönemde, belki de bu yüzden Kongre’nin PKK’ya karşı Amerikan silahları kullanılmasına sınırlama getirme girişimleri Yönetim tarafından yeterince direnç görmemiştir.
PKK terör vasıtasıyla Türkiye’nin iç istikrarını ve siyasi iklimini, ekonomisini, komşularıyla ilişkisini etkileyebilmektedir. PKK’nın bu kapasitesinin önemli aktörlerin dikkatinden kaçmadığından emin olabilir ve onların “iştahını kabartıp kabartmağından” şüphelenebiliriz. Diğer bir çok ülke gibi ABD de, PKK ile diyalog kurmanın, onu takip etmenin ve hatta belki de onu desteklemenin Türkiye’ye karşı kullanacak bazı enstrümanlar verip vermeyeceği sorusunu kendisine sormuş olsa gerektir. ABD, PKK’nın varlığını ve gücünü belli ölçülerde ve belli şartlarda korumasını tercih etmesine rağmen örgütle direk bir ilişki içinde olmaktan kaçınıyor da olabilir. ABD direk ilişkisi olmasa bile PKK hakkında aşağıdaki türden yargılara sahip olabilir:
- PKK ABD hedeflerine hiç saldırmadı ama özellikle Avrupa’da buna yeteneği var.
- PKK’nın Türkiye’de son dönemde azaldığı söylenmekle beraber önemli sayılabilecek bir tabanı vardır.
- PKK’ya göz yummanın ABD’ye somut olarak henüz önemli bir maliyeti olmadı.
- PKK Türkiye’deki Kürt sorunu konusunda Ankara’yı normalde atmayacağı bazı adımları atmaya zorlamanın aracı olabilir.
- Ankara PKK ile mücadelede ABD ve İsrail’in sağlayabileceği silah, istihbarat, eğitim, işbirliği ve diplomatik desteğe muhtaç kalabilir ve bunlar karşılığında Türkiye’yi dış politikasında normalde belki atmayacağı bazı adımlara ikna etmek mümkün olabilir.
- PKK’nın yaptığı/yapabileceği bazı eylemlerle Türkiye’nin iç siyasetinin ritmi üzerinde etki yaratma kapasitesi vardır.
- Günümüzde PKK terör tekniklerinden kısmen gerilla tekniklerine geçiş yapmaktadır.
- PKK’nın Marksizmi, Amerikan aleyhtarlığı ve anti-emperyalizmi giderek bir kozmetik bir unsur ve “aksesuar” haline gelmiştir.
ABD, Türkiye ve hatta Orta Doğu’daki Kürt sorununun kendi istediği şekilde evrilmesi için PKK’nın varlığını ve gücünü koruması gerektiğini düşünüyor olabilir mi? Kendini “ilerici” bir örgüt olarak gören PKK’nın değişik ülkelerdeki Kürtler açısından belli bir pan-Kürdist bir çekiciliği ve önemi olduğu söylenebilir.
ABD’nin devlet politikası değilse bile bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülke ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğunu inandıkları düşünülebilir. PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir Kürt devletini Türkiye’nin 1) fiiliyatta kabullenmesi, 2) resmi olarak tanıması, 3) onunla işbirliği yapması, 4) onu koruma altına alması, 5) onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. K. Irak’ta bir süre sonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “vurucu gücü rolünü oynayabilir. PKK terörünün önce tırmanması sonra azalmasını takiben Türkiye’ye şiddetin tekrar artmamasının karşılığında Ankara’nın K. Irak’taki Kürt devletini kabullenmesi telkin edilebilir. Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesi gereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir.
Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürt konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır. ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir.
ABD’nin PKK’ya sızmış olması sürpriz olmaz. Bir ihtimal, birden fazla PKK vardır ve ABD bunlardan bir kısmı ile diyalog ve işbirliği içindedir. ABD’nin PKK içinde ‘gözdeleri’ ve kendini çok yakın hissetmediği unsurlar olabilir. Türkiye’ye teslim edilmesi gündeme gelebilecek PKK’lılar bu ikinci gruptan “seçilebilir”. Bu mantığı devam ettirirsek, Öcalan’ın Türkiye teslim edilmesinin nedeninin de bu olup olmadığı sorulabilir. ABD’nin Öcalan’ı Türkiye’ye vermesinin kendisine bedeli, bu sayede Türkiye’yi borçlu hissettirerek kazandıkları ile kıyaslanamayacak kadar düşüktür.
Şimdilik bu ilişkinin olası şekliyle ilgili aşağıdaki “dereceleri” sıralamakla yetinelim: Kesin düşmanlık, sıfır diyalog, karşılıklı kayıtsızlık, “uzaktan bakışarak anlaşmak”, aracılar üzerinden dolaylı diyalog, direk kontak, düzenli diyalog, ABD’nin PKK’ya sızmış olması, çıkar benzerliği, akıl verme, teknik Amerikan yardımı, taktik ortaklık, “taşeronluk”, stratejik düzeyde amaç ve eylem birliği. Bu arada dikkate alınması gereken bir başka ciddi ihtimal de, bu ilişkinin zaman içinde, belki inişli çıkışlı bir grafik şeklinde ve kurumdan kuruma değişmesidir. Mümkündür ki, ABD Dışişleri Bakanlığı PKK’yı terörist ilan eder ve Türkiye’yi bu konuda diplomatik olarak desteklerken, Amerikan istihbaratı ve belki de Pentagon PKK ile diyalog ve hatta belki de ona destek içinde olmuş olabilir. ABD Dışişleri diğer Amerikan kurumlarının ne yaptığını bilmiyor olabileceği gibi, belki daha ilginç ve aslında çok daha muhtemel olan, hepsinin birbirinden haberli ve hatta “koordineli” şekilde hareket ediyor olmasıdır.
Arada bir ilişki varsa da bu iki taraf için de açıkça kabul edilmesi gerekli veya çekici olan bir şey değildir. Ancak, PKK Amerikan rüzgarını arkasına aldığının, ABD ise, PKK’yı kontrol edebileceğinin düşünülmesinin kendilerine bazı avantajlar sağlayabileceğini düşünüyor olabilirler. Son dönemde bu iki aktörün eylemlerinin büyük ölçüde birbirlerinin politikaları ve çıkarlarıyla uyumlu olduğu söylenebilir. ABD PKK ile resmi olarak terörist ve “düşman” ilan ettiği benzer durumdaki aktörlerle olan ilişkisine kıyasla oldukça “olaysız” bir ilişki içindedir. PKK liderleri ve kadrolarının ABD’nin Irak’taki askeri varlığı nedeniyle –belki işgalden hemen önce ve hemen sonrasındaki dönem hariç[1]- ciddi bir endişe duyduklarını düşünmek zordur. Böyle bir korku varsa bile, “PKK’nın vücut dili” böyle bir işaret vermemektedir.
PKK liderliği K. Irak’ta barınmalarına ABD’nin göz yummasını dolaylı bir işaret olarak görmüş ve bu durumun devamı için ABD politikaları ile uyumlu bir pozisyon almakta gecikmemiştir. Bölge Kürtlerinin önemli bir kısmı gibi PKK da, ABD’nin bölgedeki varlığının kendilerine yeni imkanlar açtığı ve “fırsat penceresinin” sonuna kadar kullanılması gerektiği sonucuna varmıştır. “Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı isitihbarat birimlerinin PKK hareketini takip eden uzmanları tarafından” kaleme alınan bir metne göre “Öcalan, örgüt üst düzey elemanlarının ABD’nin bölgedeki yetkilileriyle dolaylı da olsa temaslar sağlamasının akabinde yeni bir durum tespiti ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Yapılan değerlendirmeye göre ‘ABD bölgeye gerici statükoları parçalamak ve demokrasi güçlerinin önünü açmak için gelmiştir. Dolayısıyla, örgüt ABD’nin bölgedeki politikalarının bir unsuru hale gelebilmek maksadıyla kendini yeniden şekillendirmelidir. ABD’nin karşı olduğu örgütlenme anlayış ve modelleri terk edilmelidir.’”[2]
ABD’nin PKK’ya karşı somut adımlar atmamasının gerekçesi olarak saydığı şeyler bugün olduğu gibi dile getirildikleri günlerde de inandırıcı değildi. Bu hareketsizliğin, ihmal, acz, Irak’ta yeterince askere sahip olmama, Kürtler ve Türkiye arasındaki “stratejik açmaz ve tıkanıklık”, Türkiye’yi 1 Mart nedeniyle cezalandırma güdüsü, kurumlar arası anlaşmazlık ve/veya koordinasyonsuzluk, adım atmamanın bir bedeli olmadığını görmenin verdiği rahatlık, İran’a karşı kullanılmak istenen Pejak’ı küstürmeme isteği, K. Iraklı Kürt grupları rahatsız etmekten kaçınma, PKK saldırılarına hedef olmak istememe gibi nedenleri olabilir.
ASAM uzmanı Arif Keskin’in İran’daki çevre etnik gruplar hareketlendiği zaman merkezdeki Farsların molla rejiminden memnun olmasalar bile onun etrafında kenetlenme ihtiyacı hissettikleri şeklindeki teorisi önemlidir. PKK-Pejak İran’a karşı stratejik değil taktik bir karttır. PKK-Pejak’ın İran konusunda ABD’ye getirisi, Ankara’nın ABD’nin Irak ve ötesindeki politika ve çıkarlarına yaptığı yardım ve katkılara[3] kıyasla muhtemelen oldukça mütevazidir. Ancak ABD PKK konusundaki hareketsizliği nedeniyle somut olarak önemli bir bedel ödemediği için örgütün İran konusundaki sağladığı ve sağlayabileceği avantajlar Washington’a cazip gelmiş olabilir. Eğer bu yorum doğruysa Türkiye sadece PKK’ya karşı değil ABD karşı da gerektiğinden fazla sabır göstermiş demektir.
Türkiye, PKK’nın İran’a yönelmesi halinde[4] nasıl tepki verecektir/vermelidir? PKK’nın İran’a kayacağı iddialarını belli bir rezervle karşılamak gerekir. PKK üyeleri aslında “sivilleşerek” K. Irak kentlerine yerleşecek olabilirler. Ayrıca PKK üyeleri gerçekten de İran’a karşı yönelseler bile bu durum bizim onların nihai hedefinin Türkiye olduğunu unutmamıza neden olmamalıdır.
ABD’nin PKK’ya karşı hareketsizliği ile ilgili kabaca üç ihtimal olduğu söylenebilir. Bunları en vahimden başlayarak sıralamak gerekirse:
a) ABD Türkiye’yi PKK’yı da kullanarak bölmek istiyor.
b) ABD Türkiye’yi bölme konusunda bir karara varmış değil ve belki böyle bir niyeti de yok ama Ankara tarafından bu yola tevessül edebileceğinin düşünülmesini amaçlıyor. Türkiye’yi “diken üstünde tutmak”, kendi yardımı ve “iyi niyetine” muhtaç halde tutmak, bir parça cezalandırmak, korkutmak ve 1 Mart gibi bir şeyin bir daha tekrarlanmamasını sağlayacak bir ders vermek istiyor.
c) ABD, bir ihmal-beceriksizlik-vizyonsuzluk-koordinasyonsuzluk yumağı içinde ve ne yaptığını bilmiyor. PKK’ya karşı adım atmayı erteleme yönünde dile getirdiği, aslında yetersiz olan, bahane ve açıklamalara kendi de inanıyor. Bunları gözden geçirmesini gerektirecek kadar büyük bir bedel ödemek üzere olduğunu düşünmediği için de konu hakkında siyasi- bürokratik bir hareketsizlik (inertia) içindedir.
ABD’nin PKK ile ilgili “planları” varsa da, ya da sadece ihmal, beceriksizlik, kurumlar arasında kopukluk gibi nedenlerle hareketsiz kalıyorsa da, Washington’u “yola getirmek” için yapılması gereken şeyler değişmeyecektir. Bu nedenle Türkiye’nin “sonsuz bir niyet okuma seansı”ndan çıkıp, ABD’ye rağmen ve ona karşı adım atabileceğini kanıtlaması ama ondan kopmak da istemediğini göstermesi gerekiyor. Aksi takdirde ABD, ya Türkiye’nin kolayca ikna edilebilir bir ülke olduğunu, ya da tamamen kaybedildiğini düşünerek, bilerek veya bilmeyerek uyguladığı Türkiye’nin çıkarları aleyhindeki politikalarına devam edecektir. Eğer Türkiye, 1) PKK konusunda Washington, Bağdat ve K. Irak Kürtlere şikayet ve muğlak talepler yerine ayrıntılı ve makul bir iş bölümü sunabilse, 2) bu aktörlere atılması istenen adımlar için mühlet verse, 3) verilen sözler tutulmazsa ABD dahil bu aktörlerin çıkarlarına karşı adımlar atılabileceğine dair inandırıcılık gösterebilse ve 4) ABD’ye rağmen ve onun prestijine ve hassasiyetlerine çok önem vermeden operasyonlar yapma gücü ve iradesine sahip olduğunu kanıtlayabilmiş olsa idi muhtemelen şıu anda PKK ile mücadelede daha üstün bir konumda olurdu.
PKK’nın ABD’ye saldırmaya cesaret edemeyeceği, K. Iraklı Kürtlerin ABD’ye olan ihtiyaçlarının yaşamsal olması nedeniyle ona hayır diyemeyecekleri, Pejak’ın ABD için İran’a karşı stratejik değil ancak taktik bir araç olduğu, ABD’nin çok asker kullanmadan da PKK’ya karşı yapılabileceği şeyler olduğu yeterince açıktır. Ayrıca, Washington’da İran’a saldırmak için bahane arayan güçlü kesimler varken Tahran’ın da Ankara’yı takiben Irak’a müdahale etme ihtimali olduğu inandırıcı değildir. Türkiye’nin ateş altındayken siyasi bazı açılımlara girmesinin zor ve sakıncalı olduğu ve bu yola girilse bile sonuç almanın zaman alacağı düşünülebilir.
“PKK (ya da ABD ya da Iraklı Kürtler vs) bizi K. Irak’a çekmeye mi çalışıyor?” sorusu meşrudur ama cevabı meçhuldür ve bu soru Türkiye’yi bir hareketsizliğe mahkum ederek felç etmemelidir. PKK’nın bir amacı olmayabilir, olsa bile ille de kendi açısından umduğu sonuçları elde etmesi gerekmez. Türkiye K. Irak bataklığına saplanmamalıdır. Ama bu cümle bizi sonsuz bir kararsızlık, zayıflık ve hareketsizliğe mahkum ederek felç de etmemelidir. Bataklığa saplanmadan da askeri güç kullanılabilir. PKK, Türkiye'nin ABD'ye rağmen müdahale edemeyeceğini ve "kendi aczi içinde kıvranacağını"düşünerek de son eylemelere girişmiş olabilir: "Kürtler, Türkler, işte bakın ben vuruyorum ama Türkiye'nin bana karşılık verecek gücü, cesareti, iradesi, dayanıklılığı yok. Bunu görün ve bu mücadeleyi kimin kazanacağını tahmin etmeye çalışın".
Eğer Başbakan’ın ABD gezisinden önce dramatik ve arkası gelebilecek izlenimi veren bir operasyon yapılsaydı bu görüşmelerde elimiz daha güçlü olurdu. Geçen sürede konunun sıcaklığı azaldı. Bizim için çok yetersiz olmakla beraber K. Iraklı Kürtler attıkları bazı kozmetik adımlarla (Türk askerlerin salıverilmesi, bazı PKK bürolarının kapatılması, kontrol noktalarının arttırılacağı sözleri) uzlaşma yanlısı bir görünüm elde ettiler. ABD Türkiye’yi yuvarlak sözler, muğlak taahhütler, uyarılar ve yarı tehditkar ifadelerle bekletebileceği intabaını edinmeye başladı. Yaklaşan kış nedeni ile Türkiye’nin operasyon yapma becerisi kısmen azaldı. Saldırıdan hemen sonra bir oldu-bitti ile yapılacak ve dünyanın anlamak zorunda kalacağı bir operasyon ise artık artan uyarı ve çağrılarla “dünyaya karşı yapılmış” görüntüsü verecek hale geldi.
Normalde bir meziyet ve hatta fazilet olan sabır ve kendini tutma Türkiye için giderek bir zaaf haline gelmektedir. Dramatik adımlar atmamak için sürekli nedenler bulan, buna gücü ve cesareti olduğı konusunda şüpheler yaratan, uyarı-tehdit ve “küçük şekerlerle” hemen ikna olan bir ülke görüntüsü verilmesi halinde üçüncü tarafların övgü cümleleri ve “sırt sıvazlamaları” ile karşılaşsak da, aynı kesimlerin içlerinden farklı şeyler söylediklerinden emin olabiliriz. Dışarıdan bakıldığında Türkiye çok kolay mutlu olan ve bir iki küçük jestle bir çok şey yaptırılabilecek bir ülke olarak görünüyor olabilir.
PKK ile ilgili mücadelede ideal işbölümünde, operasyonu Türkiye’nin, finansman, lojistik, propaganda, üye devşirme faaliyetlerinin kesilmesi gibi PKK’nın hayatını zorlaştırıcı adımları ise ABD, Bağdat ve K. Iraklı grupların atması gerekir. Diğer seçenekler gerçekçi olmayan, eksik ve güvenilmezdir. ABD’nin PKK konusundaki sorumluluğu Türkiye’ye sadece istihbarat işbirliği vaat etmekle ortadan kalkamaz. Kaldı ki, Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinden sonra sağlanacağı söylenen bu istihbaratın boyutu, zamanlaması ve kalitesi de belli değildir. Ankara’nın K. Irak’ta PKK’ya karşı girişebileceği operasyonları ABD’den gelecek bu istihbaratın gösterdiği hedeflerle sınırlaması ve bunun dışındaki operasyonları ABD’nin veto etmesi kabul edilmemelidir. Ancak öte yandan Türkiye’nin PKK’ya karşı K. Irak’ta atacağı adımları ABD ile koordine etmesinin önemli ve faydalı olabileceği de açıktır. Bu koordinasyonun Türkiye’nin hareket serbestliğine bir miktar azaltması da beklenebilir. Türkiye’nin, K. Irak’taki PKK hedeflerine karşı, ABD’nin bilgisi, onayı ve desteğiyle, coğrafi derinliği, kullanılan şiddetin derecesi ve süresi itibariyle belki sınırlı ama “kozmetik” olmayan, bir defa ile sınırlanamayacak ve sivil halka zarar vermemek için son derece dikkat gösterilen bir askeri harekatta bulunmaya çalışması gerekir. PKK’ya müdahalenin aşağıdaki stratejik neden ve amaçları şunlar olabilir: Terörü kaynağında bulmak, örgütün beyni ile askerleri arasındaki hattı kesmek, olabildiğince çok teröristi öldürmek, silahlı mücadeleye hazır olduğunu kanıtlamak, PKK üyesi olmanın riskli bir şey olduğunu kanıtlamak, PKK’ya destek vermenin ya da göz yummanın da bir bedeli olduğunu göstermek.
ABD’nin elinde PKK hakkında bizim sahip olmadığımız önemli istihbaratın olduğundan emin olabiliriz. Washington bunu niye Türkiye ile paylaşmıyor olabilir? Aslında şöyle de sorulabilir: Niye paylaşsın? Kimse kimseye gerekmedikçe bir şey vermez. ABD bu istihbaratı parça parça ve kesinlikle gerekli olduğuna ve karşılığında bir şey almanın mümkün olduğuna hükmettiği zaman verebilir. Türkiye’nin yaklaşık 25 yıldır mücadele ettiği PKK’ya karşı ABD’nin sağlayacağından bağımsız olarak K. Irak’ta anlamlı askeri müdahalede bulunabilecek istihbaratı yok ise durum oldukça ciddi demektir. Bu durumu anlatmak için “skandal” kelimesini kullanmak abartı olmayabilir. Bu yazının konusu olmamakla beraber Türkiye’nin istihbarat konusunda ciddi ve kollektif bir özeleştiri ve reform sürecine ihtiyaç duyduğu söylenebilir[5].
PKK ve Kürt sorunu Türkiye’nin enerjisini tüketen ve dış politikasında dezavantajlı hale getiren bir yük ve “yara”dır. PKK Türkiye’deki Kürt sorununu belki yaratan değil ama canlı tutan bir örgüttür. PKK olmasa idi Ankara Türkiye’nin Kürt vatandaşlarına yönelik attığı bazı adımları , muhtemelen atmayacaktı. Öte yandan, PKK Kürt sorununun bundan sonra barışçı bir şekilde çözülmesinin önünde ciddi bir engeldir. PKK ateşinin altında iken “açılımlarda bulunmak” hem Türkiye’deki Kürtler hem de üçüncü taraflarca şiddete boyun eğmek şeklinde görülebilecektir.
[1] Ruşen Çakır, Türkiye’nin Kürt Sorunu. İstanbul: Metis yayınları, 2004. s. 204.
[2] Aktaran Ruşen Çakır, s. 204.
[3] Daniel Fata, “Turkish Support for U.S. Policy by Daniel Fata”, ABD Temsiciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi (Dinleme Seansı), 15 Mart 2007.
[4] “Former leader of Kurd rebels reveals retreat into Iran” , Independent, 5 Kasım 2007.
[5] Sönmez Köksal, “Türkiye'nin istihbarat yeteneği sorgulanmalı” Milliyet, 22 Kasım 2007.
ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi
Şanlı Bahadır Koç,