“Dört Yıl Daha”: Yeni Bush Yönetimi ve Dünya
Şanlı Bahadır Koç·
Spotlar
1. İkinci dönem Başkanlıklarda balayı erken biter; medya daha acımasız, Kongre
daha az itaatkâr, muhalefet daha fazla bileylenmiş, yabancı hükümetler daha az saygılı ve kadrolar daha az disiplinlidir.
2. Bush Yönetimi’nde, ideolojinin, hakikati görmenin önünde bir engel değil, onu değiştirmek ve şekillendirmek için kullanılan bir levye olduğuna inanılmaktadır. Yeni muhafazakalara göre, realistler Amerikan gücünün başarabileceklerinin tam olarak farkında değillerdir. Onlara göre realistler, “tekerlekleri statükonun kumuna saplanmış”, yaratıcılıkları sınırlı, eski moda insanlardır. Yeni muhafazakârlar, dünyayı ve Amerikan pozisyonunu korumak değil, onu dönüştürmek istemektedir.
3. Değişim olacaksa da, bunun Yönetim’in kendi isteğiyle değil, şartların ve olayların zorlamasıyla olması daha muhtemeldir.
4. Dışişleri, Amerikan Ordusu ve CIA gibi güvenlik bürokrasisinin Bush Yönetimi’ne karşı kısmî “sivil direniş”i gelişebilir.
5. Son dönemde dünyaya büyük endişe veren ve tepki toplayan Amerikan dış politikasını şekillendiren kabaca beş önemli unsurdan bahsedilebilir. Bunlar; Bush’un içgüdüleri, yeni muhafazakârların amaçları ve dünya görüşü, 11 Eylül’ün halk ve elitler üzerinde yarattığı etki, ABD’nin ihtiyaçları ve ABD’nin gücüdür.
Son dönemde dünyaya büyük endişe veren ve tepki toplayan Amerikan dış politikasını şekillendiren kabaca beş önemli unsurdan bahsedilebilir. Bunlar; Bush’un içgüdüleri, yeni muhafazakârların dünya görüşü, 11 Eylül’ün halk ve elitler üzerinde yarattığı etki, ABD’nin ihtiyaçları ve ABD’nin gücüdür. Seçim bu faktörlerde önemli bir değişiklik yaratmamıştır. Dış politikanın tasarlanması ve uygulanması bazı yapısal sınırlar içinde gerçekleşse de, bu süreçte insan faktörünü küçümsememek gerekir. Amerikan dış politikasının önemli pozisyonlarında bulunan kişilerin dünya görüşleri, geçmişleri ve aralarındaki “kimya”, politikanın yönünü ve şeklini belirlemekte bazen çok önemli olabilmektedir. Bu listeye karar alma mekanizmalarının ve Yönetim ile bu kararları uygulayacak bürokrasi arasındaki ilişkinin şeklini de eklemek gerekebilir. Personel tercihleri, Başkan’ın niyetlerini yansıttığı için, izlenecek ya da izlenmesi amaçlanan politika için bazı ipuçları verebilir. Bu yazı, yapısal faktörlerin yanında, dış politika ile ilgili kilit pozisyonlardaki değişiklikleri de dikkate alarak, Bush Yönetimi’nin izleyebileceği muhtemel dış politikanın yönünü analiz etmeye çalışacaktır.
Yeni Bush Yönetimi’nin önünde zorlu bir gündem bulunmaktadır
[1]: Terörle mücadele, Irak
[2], İran
[3], Filistin
[4], Afganistan, K. Kore, Büyük Orta Doğu projesi, AB ile ilişkilerin tedavisi, kendi bölgesi dışında da aktif bir görüntü vermeye başlayan Çin’in
[5] çevrelenmesi ve otoriter eğilimleri güçlenen Putin’e karşı nasıl bir politika izleneceği gibi zorlu konularda acil, maliyeti yüksek ve riskli bazı kararlar alınması gerekebilir
[6]. Seçimden sonra gözlemciler, Bush’un dış politikasında devamlılık ve değişim yönünde işaretler aramaktadır. Değişim olacaksa da, bunun Yönetim’in kendi isteğiyle değil, şartların ve olayların zorlamasıyla olması daha muhtemeldir. Değişimin olup olmayacağını, olacaksa da şeklini, boyutunu ve zamanlamasını belirleyecek etkenler şunlar olabilir: Seçim öncesi verilen sözler ve yapılan açıklamalar; Bush’u destekleyen gruplar ve bunların Yönetim üzerindeki etkisinin şekli; yenilenen – ve yenilenmeyen- kadrolar
[7] ile karar alma mekanizmaları; Başkan’ın içgüdüleri, niyeti ve eğilimi; dış faktörlerin dikte ettiği şartlar ve krizler.
İkinci dönem Başkanlıklarda balayı erken biter; medya daha acımasız, Kongre daha az itaatkâr, muhalefet daha fazla bileylenmiş, yabancı hükümetler daha az saygılı ve kadrolar daha az disiplinlidir
[8]. Skandallardan sıyrılma çabası ile tarihe geçecek bir şeyler yapma güdüsü bir arada yer alır. Bazı çevrelerde, bir çok yönden (karakter, yöneticilik stili, içgüdü, ideolojik perspektif) babasından çok Reagan’a benzetilen
[9] George W. Bush’un, onun gibi ikinci dönemde daha uzlaşmacı politikalar izleyebileceği beklentisi bulunmaktadır.
Ne Bush’un ne de yardımcısı Cheney’nin 2008’de aday olmayacak olmaları Amerikan Yönetimine belli bir rahatlık getirecektir
[10]. Bush, halktan aldığına inandığı “siyasî sermayeyi” harcama konusunda çekingen olmayacaktır
[11]. Bush, ilk dört yıllık dönemde, Başkanlığın gücü ve sınırları konusunda, belki ancak yaşanarak öğrenilecek bir tecrübe kazanmıştır. Başta Dışişleri olmak üzere, yaptığı yeni atamalarda kendisine doğrudan bağlılığı olan kişileri seçmiştir
[12]. Bu nedenle, Başkan’ın politikanın oluşturulması ve uygulanması sürecine daha fazla müdahil olacağı
[13] düşünülmektedir. Ancak, bu gelişmenin ilk döneme oranla daha yumuşak politikalar getireceğini düşünmek için, şu an elde yeterince işaret yoktur
[14]. Göründüğü kadarıyla, Bush, ilk dönemde izlediği yolun doğruluğundan emindir. Seçim zaferinin de bunu tasdik ve takdis ettiğini düşünmektedir. Bush’un ilk dönemde örneği bolca görülen türden tek taraflı, müdahaleci ve “milliyetçi” uygulamalarının asker, bütçe ve meşruiyet açıklarının
[15] elverdiği ölçüde devam etmesi yüksek bir ihtimaldir. Kongre’nin iki kanadındaki Cumhuriyetçi hakimiyeti de, yeni dönemde Bush’un avantajları arasındadır.
Ancak bazı sınırlar, zorluklar ve sorunlar da yok değildir. Amerikan hegemonyasına karşı oluşan global dengeleme eğilimi ikinci dönemde daha belirgin hale gelebilir. ABD’den somut açılımlarla desteklenmiş büyük çaplı bir “cazibe taarruzu” gelmediği takdirde, Amerikan aleyhtarlığı uluslarası sistemin yarı-kalıcı bir unsuru haline gelebilecektir. Ekonomide yaşanabilecek problemler ve Irak’ta kaosun derinleşmesi gibi nedenlerle Bush’un içerideki popülaritesi azalabilir. Doların hızlı ve kontrolsüz değer kaybının Yönetim’in beklediğinden daha olumsuz sonuçları olabilir. Tarihsel olarak, Amerikan Yönetimleri’nin “topal ördek ” haline geldikleri ikinci dönemlerinde Kongre, medya, yabancı başkentler tarafından ciddiye alınması bir ölçüde zorlaşabilir. Tarihin en güçlü Başkan Yardımcısı ve bir tür Başbakan gibi olan olan Cheney’nin sağlığının bozulması Yönetim’in dengesini bozabilir. Hızlı ve büyük çaplı personel değişiklikleri sonucunda Bush Yönetiminin o ünlü iç disiplini zayıflayabilir. Amerikan Başkanlarının ikinci dönemlerinde daha çok görülen skandallardan bir veya daha fazlası patlak verebilir. 2008 seçimleri için Cumhuriyetçi Parti içinde bir köşe kapmaca yaşanabilir. Bush’un performansı ve popülaritesine göre, Cumhuriyetçi Başkan aday adayları ona yakın görünmekten kaçınabilirler. Cumhuriyetçi Parti’nin ılımlı kanadı
[16], partiyi, ülkeyi ve dünyayı yanlış yere götürdüğünü düşünerek Bush’un politikalarına karşı bayrak açabilir. Ayrıca, Dışişleri, Amerikan Ordusu ve CIA gibi güvenlik bürokrasisinin Bush Yönetimi’ne karşı yürüttükleri kısmî “sivil direniş” gelişebilir
[17].
Yönetim’de Personel Değişikliği
İlk dönemde Yönetim içinde bir ölçüde fikrî rekabet vardı. Tartışmaları genelde yeni muhafazakârlar kazanıyordu, ama yine de açık sayılabilecek bir tartışma ortamı yaratılmıştı. Diplomasi yolu isteksizce, kısmen ve göstermelik de olsa deneniyordu. Şimdi yönetimin ağırlık merkezinin iyice sağa kaymasıyla bir dengesizlik oluşabilecektir. Bush Yönetimi ne yapacağına karar vermiş ve yapılacak işler listesini problem yaratmadan hayata geçirecek kişiler seçilmiş gibi görünmektedir. Bush Yönetimi’nde, ideolojinin hakikati görmenin önünde bir engel değil, onu değiştirmek ve şekillendirmek için kullanılan bir kaldıraç olduğuna inanılmaktadır
[18]. Bush, dış politikasının aksadığını, kaynaklarla amaçlar arasındaki makasın açıldığını ve bu durumun sürdürülemeyeceğini görerek gerekli düzeltmeyi yapacak mı? Yoksa, işlerin büyük ölçüde iyi gittiğine inanarak benzer politikalara devam mı edecek? Seçim öncesinde, yönetimin hata ve başarısızlıkları kabul etmekten kaçınmasının kendi içinde bir mantığı vardı. Ama tekrar seçildikten sonra da, bu kendi kendini eleştirme sürecini atlamanın ciddi bedelleri olabilecektir. Bush’un ikinci dönemde daha yumuşak ve uzlaşmacı politikalar izleyeceğini umanlar personel tercihleri sonucunda hayal kırıklığına uğramıştır. Bush, ekibinde hızlı bir yenilemeye gitmesine rağmen, izleyeceği politikalarda da bu yöne gideceğine dair somut hiçbir işaret vermemiştir. Kabinesinin yarısından fazlasını yenileyen Bush, bu yola, izlenecek politikalara kendi damgasını vurmak, ilk dönemde rahatsız olduğu bazı unsurlardan kurtulmak ve ekibine yeni bir dinamizm getirmek için girmiş olabilir. Bu değişikliklerdeki en önemli kriterin, Başkan’a bağlılık ve yakınlık olduğu görülmektedir. İlk dönemde, Bush’un farklı bakış açılarına sahip bakan ve danışmanları olmasını, fikir ve seçenek açısından bir zenginlik olarak gördüğü belirtiliyordu. Powell’ın gidişi ile, Bush’un duyacağı fikirlerin çeşitliliğinin azalacağı düşünülebilir
[19]. Yönetimin “şahinlik katsayısı” artmış ve “ağırlık merkezi” şahinlere doğru daha da kaymıştır. Artık İran ve Kore gibi konular, Yönetim’in en üst düzeylerinde tartışılırken, askerî gücün kullanılması dahil sert yöntemlerin uygulanmasının önünde fren olarak duracak kimse kalmamıştır. İş İdaresi tahsili yapmış olan Bush’un, kabinesinde farklı görüşlerin yer almasından memnun olduğu ve bunun entelektüel bir rekabet yarattığına inandığı belirtiliyordu. Ama Powell’ın gönderilmesi, aslında Beyaz Saray’ın eleştiriye ve farklılığa fazla tahammülü olmadığını ve ikinci dönemde Yönetim içinde fikrî rekabet ve görüş zenginliğinin olmayacağını düşündürtmektedir
[20]. Bu gelişmenin sonucu olarak, Bush’un gerçeklerle olan bağlantısı iyice zayıflayabilir.
Rumsfeld
Bush’un yeni kabinesi ile ilgili kararlarının belki de en önemlisi Rumsfeld’in pozisyonunu koruması olmuştur. Powell’ın ayrılmasına rağmen Rumsfeld’in yerini koruyor olması anlamlıdır. Çünkü bu iki Bakan arasında ters bir simetri olduğu ve ikisinin de aynı anda ayrılacağı yönünde bir beklenti oluşmuştu. Rumsfeld’in kalması, “dere geçerken Savunma Bakanı değiştirilmez” düşüncesinin sonucu olduğu kadar, Başkan’ın Rumsfeld’e duyduğu güvenin de bir göstergesidir. Bush, en çok eleştirilen
[21], ayrılacağı yönünde en fazla spekülasyon yapılan, kabinenin en yaşlı (72) bakanı Rumsfeld’i görevde tutarak önemli bir mesaj veriyor olabilir. Rumsfeld’in, enerjisinden bir şey kaybetmiş olmasa da, yaşı bahane gösterilerek emekli edilmemiş olması önemli bir tercihtir. Genelde kabul edilen fikir ve uygulamaların dışına çıkmaktan çekinmeyen Rumsfeld’in düşman kazanmaya yatkın bir kişiliğe sahip olduğu belirtilmektedir. Savunma Bakanı, tarzı ve bazı kararları nedeniyle, sadece Demokratlar, medya ve Avrupa başkentlerinde değil, Kongre’de, kendi partisinde ve Amerikan silahlı kuvvetlerinde de çok sayıda kişinin tepkisini çekmiştir. Rumsfeld, Irak’ta sonradan gücünü kendisinin de kabul etmek zorunda kaldığı direnişi öngöremedi; savaş öncesinde Irak’a yeterince asker göndermedi ve sonra da bu pozisyonunda ısrar etti; savaş sonrasındaki kaosu önlemediği gibi önemsemedi. Ebu Garib skandalının, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak onun yarattığı atmosferin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de bir çok kişinin yanlış bir şekilde Rumsfeld’i bir parçası saydığı yeni muhafazâkar kesimlerde bile Rumsfeld’e karşı önemli bir tepki bulunmaktadır
[22]. Rumsfeld’i karakter ve tarz olarak kendine yakın bulan Bush, Savunma Bakanı’ndan vazgeçmenin yapılan hataların bir itirafı olarak görülmesinden endişelenmiş olabilir.
Bush, güvenliği seçim kampanyasının merkezine koymuştu. Seçimi kazandıktan sonra Savunma Bakanı’nı değiştirmemesi normal karşılanabilir. Rumsfeld’in başlangıçta düşünüldüğü gibi sadece bir yıl mı, yoksa daha uzun süre mi Bakanlıkta kalacağı belli değildir. Rumsfeld ile beraber Paul Wolfowitz ve Douglas Feith’in de görevlerinde kalacakları düşünülmektedir. Böylelikle Savunma Bakanlığı’nın sivil kanadında devamlılık sağlanmış olacaktır. Rumsfeld’in başladığı işlerin çoğunun daha sonuçlanmadığı
[23] söylenebilir. Daha hafif ve hızlı bir ordu isteyen Rumsfeld’in bu konudaki çabaları henüz meyve vermeye başlamamıştır.
[24] Bush’un, Rumsfeld’in Amerikan silahlı kuvvetlerini köklü bir dönüşümden geçirmek ve modernize etmekle ilgili bu vizyonunu beğendiği bilinmektedir
[25]. Rumsfeld, Irak’ta durumun düzeleceğini, silahlı kuvvetlerin dönüşümü projesinin ilerleyeceğini, Dört Yıllık Savunma Planı’na kendi damgasını vuracağını, füze savunmasının bir fantezi olmaktan çıkacağını ve tarihe başarılı bir Savunma Bakanı olarak geçeceğini düşünerek kalmak istemiştir.
Rice
Condoleezza Rice, Güvenlik Danışmanlığı süresince Başkan Bush ile çok yakın kişisel ilişkiler geliştirmiştir. Bu, yeni görevi için bir artı olarak görülebilir. Ancak Rice “realist” Brent Scowcroft’un talebesi olmasına rağmen, son dört yıl içinde bir ölçüde neo-conlara yanaşmıştır. Ama yine de İran ve K. Kore konusunda diyalog yolunu onlardan daha fazla savundu. Rice’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’ndaki performansı ile ilgili olarak, 11 Eylül öncesinde yapılan terör uyarılarını ciddiye almadığı, departmanlar arası eşgüdüm ve disiplini (“interagency process”)
[26] sağlamada başarı gösteremediği ve Pentagon’un şahinlerine hakim olamadığı şeklinde eleştiriler
[27] yapılmaktadır. Büyük, köklü ve muhafazakâr bir yapısı olan Dışişleri Bakanlığı bünyesinin Rice’ı kabul edip etmeyeceği tartışılmaktadır. Rice’ın, Cheney ve Rumsfeld’e karşı bir eziklik içinde olduğuna ve istese bile onlara kendini kabul ettiremeyeceğine inananlar çoğunluktadır. Rice’ın Bush’un yakını olması söylediklerinin yabancı başkentlerde daha bir dikkatle dinlenmesini sağlayabilecektir. Öte yandan da, Rice dünyada Başkan’a duyulan tepkiden nasibini alacağı için göreve belli bir yükle başlayacaktır.
Rice, ilk dönemde yeni muhafazakârlarla Powell arasında denge oyu idiyse de, nihaî kararlara bakıldığında tercihini genellikle Cheney’nin liderliğindeki grup için kullandığı söylenebilir. Rice, ilk dönemde, hem işgal ettiği mevkinin merkeziliği, hem Başkan’a yakınlığı sayesinde dış politikada önemli bir “fark” yaratabilecek durumda olmasına rağmen, bunu gerçekleştirememiştir. Rice, şahinlerin çoğundan farklı olarak diplomasinin önemli olduğunu kabul etmektedir. Ama diplomasinin gerektirdiği beceri ve sabra ne denli sahip olduğu tartışmalıdır. Rice Dışişleri Bakanlığı’nı sahiplenecek mi, yoksa geçmişte başka bazı bakanların yaptığı gibi, işleri yanında getirdiği az sayıda danışmanı ile mi götürmeye çalışacaktır?
[28] Bazıları ise, Rice’ın daha da ileri giderek, yeni CIA Başkanı Goss’un yapmaya çalıştığı gibi, “binayı” ıslah etmeyi deneyeceğini düşünmektedir. Bu durumda Dışişleri bürokrasisinin önemli bir direnişi olabileceği söylenmektedir. Rice’ın başka bir ortamda Fransa, Almanya ve Rusya için söylediğini Dışişleri Bakanlığı’na uyarlamak gerekirse, yeni Dışişleri Bakanı Amerikan diplomatlarını cezalandıracak mı, onları yok mu sayacak, yoksa affedecek ve kazanmaya mı çalışacak? Kilit görevlerdeki kariyer bürokratlarına yönelik kapsamlı bir temizlik operasyonu başlatırsa, başında olduğu kurum ile çatışma riski ile karşı karşıya gelecektir. Rice, muhtemelen, dört yıl beraber çalışacağı kadroları ilk baştan karşısına almak istemeyecektir.
Rice’ın, Powell’ın yerini almış olmasının önemi, bu ikisi arasındaki bakış açısı farklılığından çok, Başkan’a olan yakınlık dereceleri ile ilgilidir. Rice’ın, eski vekilinin Ulusal Güvenlik Danışmanı olması nedeniyle, Beyaz Saray’daki koordinasyon sürecinde etkin olabileceği de söylenmektedir. Ama başka bir düşünceye göre, Rice, Bush’un hemen yanında değil de Dışişleri Bakanlığı’nda olunca, Başkan ile olan ilişkisi eski yakınlığını koruyamayabilir. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı karnesi kırıklarla dolu olan Rice, son dört yıldır Bush’un sırdaşı ve uluslararası ilişkiler konusundaki hocasıydı. Sonuçta bu roller büyük ölçüde kapalı kapılar ardında oynanıyordu. Dışişleri Bakanlığı ise daha çok kameraların önünde oynanan bir roldür. Rice’ın bu nedenle, eski görevinde olduğundan daha açık ve popüler olması gerekecektir
[29]. Rice’ın “hocası” realist Scowcroft, ulusal güvenlik danışmanlığından Dışişleri Bakanlığı’na geçişin zor olduğuna dikkat çekmektedir
[30] Scowcroft, bu ikisinin oldukça farklı işler olduğunu belirtmektedir. Ona göre, ağırlık ilkinde siyaset belirleme ve koordinasyonda, ikincisinde ise diplomasidededir. Bir Dışişleri Bakanı diplomasinin geleneksel ve “halkla ilişkiler” boyutlarını beraber götürebilmelidir. Acaba Rice bu işi yapmak için yeterince donanımlı mıdır? Ulusal Güvenlik Konseyi gibi personel sayısı 100 civarında olan bir birime tam olarak hakim olamaması çok daha büyük bir kurum olan Dışişleri Bakanlığı’nda ne denli başarılı olabileceği konusunda soru işaretleri yaratmaktadır.
[31] Amerikan dış politikasında Dışişleri Bakanlığı, giderek merkezi rolünü kaybetmektedir. Bunun Rice ile değişebileceğine inananlar varsa da
[32], şahinler Bakanlığın sorununun başında kimin olduğundan bağımsız olduğunu düşünmektedir. Onlara göre, Amerikan Dışişleri, diplomasiyi bir saplantı haline getirmektedir. Diplomatlar, genelde askerî gücün öneminin ve gerekliliğinin farkında değildir. Şahinler ayrıca Bakanlığı, Amerikan çıkarlarının avukatlığını yapmak yerine yabancı ülkelerin Washington’daki lobiciliğini yapmakla eleştirmektedir
[33].
Rice-Rumsfeld ilişkisi, Powell ile Rumsfeld’inki kadar değilse de, problemli olmuştu. Rice’ın aslında Savunma Bakanlığı görevini tercih ettiği düşünülüyordu. Rice, Cheney ve yeni muhafazakârlardan gelen telkinlere rağmen
[34] yardımcısı olarak John Bolton’u seçmezse işe önemli bir başarıyla başlamış olacaktır
[35]. Bu konudaki son kararı muhtemelen Bush verecektir. Ama eğer Rice yardımcısını kendi seçmekte ısrar ederse, Bush’un buna karşı çıkmayacağı düşünülebilir. Ancak bu sefer de, Bolton’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcılığına gelmesi sözkonusu olabilecektir.
[36] Rice hakkında umutlu olmak için bazı nedenler de yok değildir: ilk başta kendisinden beklenen, Powell’dan daha sert olmakla beraber, Yönetim’de Cumhuriyetçi Parti’nin “gerçekçi” kanadını temsil etmesiydi
[37]. Ama öyle olmadı. Yönetime girdiğinde “realist” olan Rice giderek yeni muhafazakarlara daha yakın bir pozisyona geçmiştir. Rice Yönetim’in geneline hakim olan havaya kendini kaptırmış ya da azınlıkta kalmak istememiş olabilir. 11 Eylül’ün etkisiyle samimi olarak “dava”ya katılmış da olabilir. Rice’ın “neocon” lardan farklı düşündüğü zamanlar olduysa bile, bunu çok az belli etmiştir. Eliot Abrams’ı Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu sorumluluğuna getirmesi muhtemelen yeni muhafazakârların baskısı ile olmuştur. Ancak Irak’ta işler sarpa sarmaya başlayınca, Irak koordinatörlüğünü Pentagon’dan alıp Scowcroft gibi bir başka realist Robert Blackwill’e vermesi dikkat çekiciydi. Yine de Rice’ın son dört yılda kendi damgasını vurduğu bir başarısı olduğunu söylemek zordur
[38]. Rusya üzerine akademik kariyer yapan Rice, Orta Doğu konusunda bir uzmanlığı olmamasına rağmen bölgeyi dönüştürme projesini sahiplenmekten kaçınmamıştı
[39]. Rice, Dışişleri Bakanı olduktan sonra, İran’a, doğrudan ikili görüşmeler değilse bile, nükleer programından vazgeçmesi için pozitif teşvikler sunacak mı? Yardımcısı Bolton olursa bunun gerçekleşmesi çok çok güç olacaktır.
Bu arada Armitage’ın yeni oluşturulacak istihbarat koordinatörlüğüne geleceği iddiaları bir yana, ufukta Cheney’nin dış politika üzerindeki etkisini kendi sağlığı dışında sınırlayacak bir faktör görünmemektedir. Hadley’in
[40] Ulusal Güvenlik Danışmanlığına getirilmesi, yakın olduğu bilinen Cheney’nin kazanç hanesine yazılabilir. John Bolton’un Dışişleri’nde iki numara olması halinde şahinler, Yönetimin dış politikasında iyice hakim konuma geçecekler ve kilit bütün pozisyonları kontrol eder hale geleceklerdir. O noktadan sonra Bush’un sürpriz ılımlı açılımlar yapması teknik olarak zorlaşacaktır. Çünkü politika seçeneklerinin oluşturulması, bunların kâr-maliyet analizlerinin yapılması ve Başkan’a hangi şekilde sunulacağı neredeyse tamamen şahinlerin elinde olacaktır. Bu durumda, Wolfowitz’in 2006 başında Savunma Bakanı olması beklenebilir. Ancak Irak’taki başarısızlığın geri çevrilemez hale gelmesi ve Cumhuriyetçilerin içinden çıkabilecek parti içi muhalifler Wolfowitz’i engelleyebilir.
Bush seçimden sonra, ittifakları güçlendirme ve diplomasiye canlılık getirme konusunda muğlak ifadeler kullanmakla yetinmiş
[41] ve henüz bunları somut girişimlerle desteklememiştir.
Bush’un Şubat ayında yapacağı Avrupa gezisinde uzattığı “zeytin dalını” söylemden öteye götürerek somutlaştırması beklenebilir. Kerry seçilseydi Washington ile başta Paris-Berlin olmak üzere AB arasında bir balayı yaşanabilirdi. Ancak Bush’un seçilmesi ile bir yumuşama yaşanması için sözlerden daha fazlası gerekecektir. İlişkide kısa vadede bir ilerleme sağlanmazsa, Bush’un ikinci dönemi, Atlantik ötesi ilişkilerdeki problemin artarak kemikleştiği ve kalıcı hale geldiği bir dönem olabilir. Avrupa’dan bazı sesler ABD ile inatlaşmanın kesilmesi ve dört yıl daha beraber yaşanacak Bush Yönetimi ile anlaşma yollarının aranması gerektiğini savunmaktadır
[42]. Ama bunlar hâlâ azınlıktadır ve sayılarının artması Washington’dan bazı jestlerin gelmesini gerektirmektedir. Avrupalıların çoğu ABD ile ilişkilerin kontrolsüz bir şekilde daha da bozulmasından endişe etseler de, “eski güzel günlere dönmek” için çok fazla fedakarlık yapmak niyetinde de değillerdir. The Economist’in de dikkat çektiği gibi, sorunlu konularda çözüme ulaşmanın ve beraber hareket etmenin iki tarafın da çıkarına olması, tarafların mutlaka anlaşacakları anlamına gelmemektedir
[43]. Avrupa başkentleri Bush’un yeni ekibini mikroskopik bir analize tabi tutmakta ve sertlik yanlılarının durumlarını koruyup korumadıklarına bakmaktadır. Yeni Bush Yönetimi, Avrupa’ya içerik açısından doyurucu olmasa da, hiç değilse tarz itibarıyla çekici gelecek ve red edilmesi kolay olmayacak bazı açılımlarda bulunabilirse, ilişkinin geleceği konusunda iyimser olmak mümkün olabilir. Ukrayna’daki krizde gösterilen paralel ve muhtemelen danışıklı tutumun diğer konulara da taşınıp taşınamayacağı dikkatle izlenecektir.
[44]
Sonuç
Seçimden hemen sonra yapılan değerlendirmeler belirli ölçüde yanılma riski taşımaktadır. Bir başkanı seçenler ve onun seçilmesine yardım edenler ile dönemin sonunda bundan memnun olanlar her zaman aynı olmayabilir. Özellikle ikinci dönemlerde bu fark daha da artabilir. Bush yeniden seçilmek zorunda değildir. Kongre’de partisinin önemli ama son istihbarat reformu yasasında görüldüğü gibi sorunsuz olmayan bir çoğunluğu vardır. Kilit pozisyonlara kendi istediği isimleri getirmiştir. Başkanlar ikinci dönemlerde tarihe geçmek için daha bir istekli olmaktadır. Amerikan dış politikasının dünyadaki gerçekleri yaratma, etkileme ve değiştirme gücü o kadar fazladır ki, burada sınırlı bir değişim ve tarz yeniliğinin bile dünya siyaseti için önemli sonuçları olabilir. Amerika, başında kim olursa olsun, ne dünyanın en güçlü ülkesi olmaktan, ne de diğer “ölümlü” devletlerin dışında kendine ait bir kategoride bulunmaktan vazgeçmeyecektir. Ama bu hedef Bush’un ilk dönemindeki kadar karışıklık yaratmadan gerçekleştirilebilir.
Şartlar Yönetimin tam olarak istediğini yapmasını engelleyebilir. Bunun en çarpıcı örneğinin İran olacağı düşünülmektedir. ABD’nin ekonomik ve askerî sorunlarının Bush’u sınırlayacağı ve belli oranda değişmeye zorlayacağı söylenebilir. Bu sınırlayıcı unsurların başında para, asker ve meşruiyet açıkları gelmektedir: 1) Amerika’nın bütçe ve dış ödemeler dengesindeki açıklar, bunun doların değeri üzerinde şimdiden görünen ve Amerikan halkının refahı üzerinde zamanla ortaya çıkabilecek etkisi, 2) Amerikan Ordusu’nun hemen hemen tüm askerlerinin ya halihazırda belli bölgelerde konuşlanmış olması, ya da buralardan yeni dönmüş olması ve 3) ABD’nin ve Bush Yönetimi’nin “siyasî meşruiyet açığı”nın bulunması.
İnsanlar, gruplar ve devletler değişebilir, öğrenebilir veya öğrendiklerini unutabilirler. Ama Bush Yönetimi’ni oluşturan kişilerin temel konulardaki (güç kullanımı, ittifaklar ve tek taraflı hareket etmek, uluslararası kurumların ve hukukun önemi, demokratikleşme) görüşlerinde önemli bir değişim olduğunu söylemek mümkün değildir. Bush’un ilk dönemden farklı politikalar izlemesi imkansız değildir. Ama bu noktada söylenebilecek olan, yaptığı personel değişikliklerinin ve verdiği diğer işaretlerin çok azının bu yönde olduğudur.
· ABD Masası, Araştırmacı. E- posta: sbkoc@avsam.org
[1] Richard Haass, “The World on His Desk”, The Economist, 4 Kasım 2004; Henry Kissinger, “America's Assignment”, Newsweek, 8 Kasım 2004.
[2] Irak, yeni yönetimin önündeki en ivedi konu olacaktır. Seçimlerin ertelenip ertelenmeyeceği, seçimden çıkacak Irak yönetimi ile ilişkilerin nasıl yürütüleceği, Irak güvenlik güçlerinin eğitimi, Irak’tan çekilmenin şekli ve zamanlaması, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunup korunmayacağı, Şiî egemenliğinde bir Irak’ın kabullenilmesi ve potansiyel Kürt-Türk, Kürt-Arap ve Sünnî-Şiî çatışmalarına nasıl karşılık verileceği gibi konularda alınacak kararlar zorlu değer tercihleri (trade-offs) içerecektir.
[3] Franklin Foer, “Neocon v. Neocon on Iran”, The New Republic, 20 Aralık 2004.
[4] Arafat’in ölümü ve Şaron’un Gazze Planı’nın barış için bir “fırsat penceresi” açmış olabilir. James Baker, barış sürecinin Washington tarafından zorlanması gerektiğini belirtmektedir. James Baker, “Talking Our Way to Peace”, New York Times, 2 Aralık 2004; Martin Indyk, “Actions Speak Louder Than Tours”, New York Times, 6 Aralık 2004. Bu düşünceyi eski tüfeklerden Scowcroft, Brzezinski ve bir ölçüde Kissinger’ın da paylaştığı söylenebilir. Ancak şu aşamada Bush sadece Filistin Yönetimi’nin demokratikleşmesine vurgu yapmakta ve İsrail’e baskı yapacağına dair herhangi bir işaret vermemektedir. Barış sürecini hareketlendirmek her şeyden önce Sharon’u sıkıştırmayı gerektirmektedir. Bush’un Şaron baskı yapmaya eğilimi, gücü ve ihtiyacı olup olmadığı belli değildir. Bush’un kafasında bu yönde fikirler, planlar ve politikalar olduğu şüphelidir. Filistin devletinden bahsederken sadece muğlak bir niyet sözkonusu olabilir. Ya da, daha kötüsü, Bush insanlara duymak istediklerini düşündüğü ama aslında kendisinin inanmadığı bir şeyi söylüyor olabilir. Sharon’un âdil denebilecek türden bir barışa direneceği açık olduğuna göre Washington’un bu direnişe nasıl karşılık vereceğini önceden belirlemesi gerekmektedir
[5] Güney Doğu Asya’da etkinliği artan Çin’in, İran ve bir ölçüde S. Arabistan ile geliştirdiği özel ilişki ve Güney Amerika’da aktifliği dikkat çekicidir. Robin Wright, “Iran's New Alliance With China Could Cost U.S. Leverage”, Washington Post, 17 Kasım 2004; Simon Henderson, “China and the Oil: The Middle East Dimension”, Washington Institute Policy Watch, 15 Eylül 2004.
[6] Bunlara Dolar’ın değer kaybının Amerikan ve dünya ekonomisi açısından yaratacağı sonuçların yönetilmesi, emekli olacak Fed Başkanı Alan Greenspan’ın yerine kimin geleceğinin belirlenmesini, sosyal güvenlik reformu ve vergi düzenlemelerinin Kongre’den geçirilmesi ve bazı Yüksek Mahkeme üyelerinin yenilenmesini de ekleyebiliriz.
[7] Colin Powell ve Richard Armitage istifa etmiştir. Donald Rumsfeld’in en azından bir süre daha görevini koruyacağı anlaşılmaktadır. Condoleezza Rice’ın Dışişleri Bakanlığı’na kaydırılması ile yardımcısı Stephen Hadley Ulusal Güvenlik Danışmanı olmuştur. Ayrıca CIA başkanlığına Cumhuriyetçi milletvekili Porter Goss getirilmiştir.
[8] Beşinci yıl özellikle iç politika açısından çok önemlidir. Halktan alınan yetkinin taze olduğu ikinci dönemlerin başının çok önemli olduğu, beşinci yıldan sonra içerideki gücünün azalmaya başladığı ve ağırlığın daha çok dış politikaya kaymaya başladığı belirtilmektedir. Başkanın Partisi altıncı yıldaki seçimlerde genelde kan kaybetmektedir. Robert E. Gilbert, “Second-term Blues”, Christian Science Monitor, 5 Aralık 2004.
[9] Bill Keller, “Reagan’s Son”, New York Times Magazine, 25 Ocak 2003.
[10] Charles Krauthammer, “Why Bush Has No Fear”, Time, 29 Kasım 2004.
[11] Ancak, Bush’un 2,9 oyluk farkı genelde beklenenden fazla olmakla beraber, bu, ikinci kez seçim kazanan diğer Başkanların yaptığı farktan oldukça az olmuştur: Son dönemde ikinci kez seçilen başkanlardan Clinton yüzde 8,5, Reagan yüzde 18, Nixon yüzde 23 fark atmıştı.
[12] Bu durum iç politika ile ilgili tercihler için de geçerlidir. Jim VandeHei ve Mike Allen, “A Domestic Policy in Sharp Focus - Bush Approach to Be More Disciplined and Aggressive”, Washington Post, 10 Aralık 2004.
[13] David Gergen, “The Power of One”, New York Times, 19 Kasım 2004.
[14] Edward Luttwak, başkanların ikinci dönemlerinde ilk dönemdeki bazı aşırı pozisyonlarından vazgeçerek “ortalamaya” yaklaştıklarına inanmaktadır. Edward Luttwak, “Governing Against Type, New York Times, 28 Kasım 2004. Bu durum için en çarpıcı örneğin Ronald Reagan olduğu söylenebilir. Bilindiği gibi Reagan ikinci döneminde dış politikada radikal tutumundan vazgeçerek Gorbachev reformlarının yeşermesine fırsat vermişti. Başkan’ın üzerinde, babası, Brent Scowcroft ve James Baker gibi isimlerin etkisinin yavaş yavaş ama belki bir süre sonra net şekilde farkedilecek derecede artmasını bekleyenler bulunmaktadır. Ama daha güvenli tahmin, Bush’un ikinci dönemde en yakın olacağı üç danışmanının Karl Rove, Dick Cheney ve Condoleezza Rice olacağıdır. Bilindiği gibi Bush, 2000 seçimleri öncesi mülayim bir dış politika vadetmesine rağmen seçildikten sonra bunun tersi uygulamalar içinde olmuştur. Bazı gözlemciler şimdi de, beklenen sert politikaların aksine daha ılımlı politikalar izleneceğine inanmaktadır.
[15] Fareed Zakaria, “Writing Prose for a New Term”, Newsweek, 15 Kasım 2004.
[16] David Paul Kuhn, “GOP Moderates Could Rock The Boat”, CBS News, 9 Kasım 2004.
[17] Bush Yönetimi CIA, Dışişleri ve generallerin görevinin Başkan’ın politikalarını uygulamak ve desteklemek olduğuna inanmaktadır. Bu politikaya inanmayanların köstek olmak ve muhalefete malzeme üretmek yerine istifa etmeleri gerektiği belirtilmektedir. İkinci dönemde bürokrasi ile Bush Yönetimi arasındaki mücadele daha da şiddetlenebilir. CIA’deki kariyer bürokratları da esas görevlerinin karar alıcılara en doğru bildikleri şekilde hakikati sunmak olduğuna inanmaktadır. Seçim öncesinde CIA’in Başkan Bush’u zor durumda bırakmak amacıyla bazı bilgileri basına sızdırdığına inanan yeni CIA Yönetimi’nin kurum içinde disiplini sağlamak için özellikle operasyon biriminde ciddi bir temizlik yapması ve gözdağı vermek için “isyanın elebaşıları”nı görevden uzaklaştırması gündemdedir. Kurumu sağ kanattan eleştirenler, CIA’in risk almaktan kaçınan, yaratıcılığı körleşmiş, liberal eğilimli ve Bush karşıtı hantal bir bürokrasi haline geldiği ve kurumu “eski günlerine döndürmek” ve yeni tehditlerle başa çıkabilir hale getirmek için kökünden sarsmak gerektiğini ifade etmektedir. Bu grup, CIA’den yönetime ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğini söylemesini değil; önemli konularda taze, faydalı ve gerekli istihbarat sağlamasını istemektedir. Onlara göre CIA bir icra kurumu değil destek birimidir. Çağrıldığında itiraz etmeden gelmeli, istenmediğinde de “gölge etmemelidir”. CIA bürokrasisi ise, istihbaratın siyasî otoriteye karşı belli bir bağımsızlığı olması gerektiğine inanmaktadır. Ayrıca başarısızlığın belli ölçüde istihbaratın doğasında olduğu, herşeyi bilmenin ve öngörmenin mümkün olmadığı belirtilmektedir. Kurumu savunanlar ise, CIA’in başarıları ve başarısızlıklarının doğru teşhis edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunlara göre CIA beklenmeyen önemli bazı gelişmeleri öngörme konusunda başarısız olmuş olabilir. Kurum, Çin-Sovyet rekabetini, İran devrimini, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalini, Sovyetler’in dağılma sürecini öngörememiştir. 90’ların başında Saddam’ın nükleer güç edinmeye ne denli yaklaştığını tespit edememiş, El Kaide tehdidini yeterince vurgulamamış, 11 Eylül’ü tahmin edememiş, Saddam’ın silahları konusunda yanılmıştır. Ama kurumun özellikle açık toplumlarda operasyonel anlamda başarılı olduğu düşünülmektedir. Kurumu savunanlar eksiklikler varsa da neşterin doğru yere vurulması ve sağlıklı organlara zarar verilmemesi gerektiğine inanmaktadır.
[18] Ron Süskind, “Without A Doubt”, New York Times Magazine, 17 Ekim 2004. Yeni muhafazakalara göre, realistler Amerikan gücünün başarabileceklerinin tam olarak farkında değillerdir. Onlara göre realistler, “tekerlekleri statükonun kumuna saplanmış”, yaratıcılıkları sınırlı, eski moda insanlardır. Yeni muhafazakârlar, dünyayı ve Amerikan pozisyonunu korumak değil, onu dönüştürmek istemektedir.
[19] Bakanlık, Powell için parlak kariyerinin daha az başarılı sayfalarından biri olarak görülebilir. Powell son tahlilde başarısız bir Dışişleri Bakanı olmuştur. Zaferleri hep yetersiz, kozmetik ya da geçti. Kendinden önceki Amerikan Dışişleri Bakanları’nın aksine yeterince seyahat etmemiştir. Belki de meydanı -Washington meydanını- tamamen şahinlere bırakmak istememiştir. Powell, siyasî iç güdüleri benzer olan Dışişleri personelinin sevgi ve saygısını kazanmış olmasına rağmen Başkan Bush ile gerekli kimyayı bir türlü sağlayamamıştır. Bush, Powell’a en fazla saygılı bir ilgisizlik göstermiştir. Bakanlığı döneminde Powell, şahinlere karşı iyi tutmayan bir fren olmuştur. Savaş öncesinde BM Güvenlik Konseyi’ne gitmek gibi son tahlilde tarihe küçük bir dipnot olarak geçecek bir-iki başarı dışında, Yönetim’in politikalarının genel istikameti konusunda akılda kalıcı hemen hiçbir başarı elde edememiştir. Bunun yerine Powell, uluslararası arenadaki prestiji ile sertlik yanlıları için bir tür kalkan vazifesi görmüştür. Powell Yönetim’in politikalarının önemli bir kısmına katılmasa bile bağlılığı ön planda tutmuş ve inanmadığı bu politikaları dünya kamuoyuna satma rolünü isteksizce kabullenmiştir. Irak savaşı öncesinde, BM’de yaptığı sunumda olduğu gibi şahinler onu kullanmışlardır. Avrupalılar, ona başlangıçta saygı ve sempati duymuş ama bir süre sonra aslında Powell’ın Bush Yönetimini temsil etmediğini anlamışlar ve saygıları bir tür acımaya dönüşmüştür. Powell seçim öncesinde istifa etseydi, belki seçimin sonucuna bile etki edebilirdi. Ama o hep, bir gün Bush’un kendisini dinleyeceği umudu ile yaşadı. Powell eğer Bush isteseydi görevde bir süre daha kalabilirdi. Powell diplomatları dinliyordu. Etkin bir yöneticilik tarzı vardı. İyi bir problem çözücüydü. Bush tarafından desteklenseydi çok başarılı olabilirdi. Bush Dışişlerine Powell’ın yerine onun kadar ılımlı birini getirmeyerek Yönetimin tek taraflılık katsayısını artırmıştır. Powell’ın, belki de önemli sayılabilecek tek başarısı Çin ile ilişkileri iyi götürmesiydi. Powell’ın üstün diplomatlığı olmasa idi 2001’deki casus uçağı krizi, ilişkide daha fazla hasar yaratabilirdi. Onun yokluğunda, bu ilişkide geçtiğimiz dört yıldan daha fazla sorun beklenebilir.
[20] David Broder, “Tight Little Cabinet”, Washington Post, 15 Aralık 2004.
[21] “Resign, Rumsfeld: Responsibility for Errors and Indiscipline Needs to be Taken at the Top”, The Economist, 6 Mayıs 2004.
[22] William Kristol, “The Secretay of Defense We Have” Washington Post, 15 Aralık 2004 ; Tom Donnely, “Secretary of Stubbornnes: Donald Rumsfeld's Idee Fixe Endangers Success in Iraq.”, Weekly Standard, 15 Eylül 2003.
[23] Richard W. Stevenson ve Thom Shanker, “President is Said to be Keeping Rumsfeld as Defense Secretary”, New York Times, 4 Aralık 2004.
[24] Greg Jaffe, “U.S. Army Rethinks its Future”, Wall Strret Journal, 8 Aralık 2004.
[25] Şanlı Bahadır Koç, “Askerî Alanda Devrim - Askerî Bir Senfoni”, Stratejik Analiz, Ocak 2004, ss.73-79; Greg Jaffe, “U.S. Army Rethinks Its Future”, Wall Street Journal, 8 Aralık 2004.
[26] Alan G. Whittaker, Frederick C. Smith ve Elizabeth McKune, The National Security Policy Process: The National Security Council and Interagency System, Eylül 2004.
[27] Glenn Kessler, “Rice's NSC Tenure Complicates New Post - Failure to Manage Agency Infighting Cited”, Washington Post, 16 Aralık 2004.
[28] Strobe Talbott, NPR, 28 Kasım 2004.
[29] Yasemin Çongar, “Rice ile Ne Değişecek? ”, Milliyet, 22 Aralık 2004.
[30] Brent Scowcroft röportajı, Council on Foreign Relations web sitesi,
http://www.cfr.org 8 Aralık 2004.
[31] Michael Hirsh ve Eve Conant, “The World According to Condoleezza Rice”, Newsweek, 29 Kasım 2004.
[32] İyimserler, Rice’ın Dışişleri Bakanlığı’nın marjinalleşme ve demoralize olma sürecini durdurabileceğini ve kurumun tekrar kendine güvenir hale gelmesine katkı yapabileceğini düşünmektedir. Bunun karşılığında, Bakanlığın da dış politikaya yaklaşımını bir parça sağa yaklaştırabileceği hesaplanmaktadır.
[33] Newt Gingrich, “Rogue State Department”, Foreign Policy, Temmuz 2003, ss. 42-48.
[34] Yeni Muhafazakarların Yönetim içinde ve dışındaki dayanışmalarına siyaset biliminden bir bakış için bkz. Janine R. Wedel, “Flex Power - A Capital Way to Gain Clout, Inside and Out”, Washington Post, 12 Aralık 2004.
[35] Sonni Efron, “Washington-Watchers Seek Hint of Rice's Pick for Deputy”, Los Angeles Times, 12 Aralık 2004. Rice’ın yardımcısı olarak Yönetime katılmadan önce Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin başkanlığını yürüten Bolton’un dışında, NATO Büyükelçisi Nicholas Burns, Rice ile beraber bir kitap yazmış olan Philip Zelikow (Germany Unified and Europe Transformed: A Study in Statecraft, Cambridge: Harvard University Press, 1995), baba Bush döneminde Dışişlerinde üç numara olan Scowcroft’un başka bir talebesi Arnold Kanter ve daha önce aynı görevi yürütmüş eski Almanya elçisi Robert M. Kimmitt gibi isimler geçmektedir. Zelikow 2002’de yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesine önemli katkılar yapmıştı. James Mann, Rise of the Vulcans, New York: Viking, 2004, ss. 316-7, 331. Zelikow ayrıca 11 Eylül Komisyonu’nun da Yönetici Sekreterliği’ni yürüttü. Bolton’un bu göreve gelmesi önemli bir işaret olacaktır. Fred Kaplan, “The Bushie Who Could Spoil Condi's Dream Job”, Slate, 19 Kasım 2004. Bolton, Yönetim’in belki de en tek taraflı sesi olarak kabul edilebilir. Dışişleri’nde “Cheney’nin adamı” olarak görülen ve işinin “gözlemek, karşı çıkmak ve gerektiğinde kösteklemek” olduğu belirtilen John Bolton, özellikle K. Kore konusunda diplomasiye tamamen kapalı bir yaklaşım içinde olmuştur. Rice’ın bu yönde gelen baskılara direnerek kendi istediği, tanıdığı ve güvendiği birini seçmesi halinde “köklerine dönmesini” ve yeni muhafazakârlara karşı bir denge olmasını bekleyenler umutlanabilir.
[36] Jim Lobe, “Don't Count Out Realists Yet”, Inter Press Service, 19 Kasım 2004.
[37] Rice’ın Amerikan dış politikasının nasıl olması gerektiğine dair 2000 yılında yazdığı makale için bkz. “Promoting the National Interest”, Foreign Affairs, Ocak/Şubat 2000, ss. 45-62.
[38] Rice’a haksızlık etmemek için şu gerçeğe dikkat çekmekte fayda olabilir: Powell, Rumsfeld, Cheney ve yeni muhafazakarların arkasında önemli Washington destekçileri ve kadrolar vardır. Rice ise Başkan ile çok yakın olmasına rağmen arkasına benzer bir gücü alabilecek durumda ve yaradılışta değildi. Belki de Bush’a çok yakın olduğu için bu tür bağlantılar kurması zor olmuştur. Son sekiz yılını Stanford’da geçirdiği için böyle bir şansı olmamıştır.Washington’daki en önemli kişinin “kulağına” sahiptir. Ama Yönetim içinde ve dışında ittifaklar kurma konusunda başarılı olamamıştır. Buna rağmen, Bush’un seçim kampanyasına aktif olarak katılan Rice’ın 2006’da Cheney’nin yerine Başkan Yardımcısı ve 2008’de başkan adayı olabileceği şeklinde spekülasyonlar yapılmaktadır. Bilindiği gibi ABD’de siyahlar yüzde 90 oranında Demokratlar’a oy vermektedir. Bazıları, Rice’ın rengi, muhafazakârlığı ve kadın olarak erkeklerin hakim olduğu bir dünyada ayakta kalması gibi nedenlerle çekici bir aday haline gelebileceğini düşünmektedir.
[39] Beyaz Saray Web sitesi
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2003/08/20030807-1.html
[40] Glenn Kessler, “For New National Security Adviser, a Mixed Record”, Washington Post, 17 Kasım 2004.
[41] Dana Milbank, “President Outlines Foreign Policy”, Washington Post, 2 Aralık 2004.
[42] John Vincour, “Schröder is Rethinking German Role vs. U.S.”, International Herald Tribune, 7 Aralık 2004.
[43] “Changing the Guard”, The Economist, 18 Aralık 2004.
[44] Charles Krauthammer, “Why Only in Ukraine?”, Washington Post, 3 Aralık 2004; Zbigniew Brzezinski, “Imperial Russia, Vassal Ukraine”, Wall Street Journal, 1 Aralık 2004; Fareed Zakaria, “Tag-Teaming the Mullahs”, Newsweek, 6 Aralık 2004.