<$BlogRSDURL$>
TurcoPundit
28 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 27 Mayıs 2004
Kerry ve Dış Politika

Bush seçimi kaybederse Başkanlığı tarihe kısa dönemli anomalilerden biri olarak mı geçecek, yoksa ortaya koyduğu bazı kavramlar, prensipler ve bunları uygulama tarzının gelecekteki Amerikan dış politikasını üzerinde de kalıcı bir etkisi olacak mı? Irak’ta rejim değişikliği temelde doğruydu da sadece uygulamadaki yanlışlıklar nedeniyle mi “bu hale” geldi, yoksa zaten güç kullanarak rejimleri değiştirmek ve buralarda Batı yanlısı demokratik rejimler kurmaya çalışmak hiç girişilmemesi gereken bir hayal miydi? Önümüzdeki dönemde, Irak’ta olduğu gibi ülkeleri işgal ederek rejimlerini değiştirme modeli gündemde olmayacaksa da, bu durum güç kullanma opsiyonunun tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Örneğin İran nükleer güç edinmenin eşiğine geldiği zaman nokta hedeflere hava saldırıları düzenlenmesi ihtimali geçerliliğini koruyacaktır. Ama böyle bir harekat düzenlenmeden diplomatik yolların Irak’takine oranla çok daha uzun süre ve sabırla denenmesi, ABD ile Avrupa’nın farklılıklarını aşmak için daha fazla çaba göstermeleri beklenebilir.

Bu arada, Bush’a karşı ciddi dış politika alternatifleri koymadığı için eleştirilen Demokrat aday John Kerry dört maddelik dış politika planında ABD’nin ittifaklarını güçlendirmeyi, silahlı kuvvetleri gözden geçirmeyi, ülkenin güvenliğini korumak için “yumuşak güç” unsurlarını daha çok ve daha yaratıcı şekillerde kullanmayı ve Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığı sona erdirmeyi önermektedir. Adayların kampanya sırasında dile getirdikleri ile göreve geldiklerindeki uygulamaları arasında belli bir fark olması olağandır. Bu kısmen seçim öncesinde bazen gerçek düşünce ve planların oy getireceği düşünülen sözlerin arkasına gizlendiği için ama daha çok da dünya Beyaz Saray’dan bakınca daha farklı göründüğü için olabilir. Kerry’nin Bush ile farklılığını netleştirmek için vurguladığı yumuşak güç, saygınlık, meşruiyet, ittifaklar gibi kavramlar seçilmesi halinde pratiğe nasıl yansıyacaktır? Türkiye açısından bakmak gerekirse, muhtemel bir Kerry Yönetiminin örneğin Irak’ın bütünlüğünü koruma konusunda ne kadar ısrarcı olacağı, Türkiye’nin AB üyeliğine nasıl bakacağı ve ne tür bir destek vereceği, Orta Doğu’nun modernleşmesi ve demokratikleşmesi konusunu politikasının ne ölçüde merkezine oturtacağı sorularını cevaplayabilmek için elde yeterince veri yoktur. Bu sorulara sağlıklı cevaplar vermek için Kerry’nin yavaş yavaş oluşan dış politika ekibinin geçmişleri, yazdıkları ve konuşmaları yakın takibe alınmalıdır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
27 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 26 Mayıs 2004
Brahimi, Yetki Devri, Üsler

Sünni ve Arap milliyetçisi olan Brahimi siyasi kişiliğini Cezayir bağımsızlık mücadelesinde kazanmış, emperyalizme belli bir alerji duyan ama öte yandan da siyasetin başka şeylerin yanında esas olarak güçle ilgili olduğunun da bilen tecrübeli ve realist bir diplomat olarak tanınmaktadır. Aldığı kararlarda tamamen ABD’den bağımsız hareket ettiği değil ama belli bir mesafeyi koruduğu düşünülebilir.Brahimi’nin kuracağı geçici yönetimle ilgili cevabı hala belli olmayan aşağıdaki sorular sorulabilir: Temsil gücü ve meşruiyeti olacak mı? Etnik ve dini gruplar hangi ağırlıkta temsil edilecek? Siyasi mi yoksa teknokrat mı olacak? İşgal güçleri ile ilişkisi ne olacak? Egemenliği hangi konularda (güvenlik, petrol) ve hangi derecede devralacak? ABD’ye ne kadar karşı koyabilecek? Ülkeyi seçimlere götürecek yönetimin siyasi değil teknokrat olması doğru tercih olabilir. Böylelikle Ocak ayındaki seçime girecekler tüm zaman ve enerjilerini kampanya yapmaya verebilirler. Bu kişiler dışarıda kalırsa yönetim olanaklarını seçimde kendi çıkarları için kullanmalarının ya da bu şekilde suçlanmalarının önüne geçilebilir. Beyaz Saray bu yönetime ılımlı ölçüde Amerikan ve işgal aleyhtarı ama saygın kişilerin seçilmesini kabullenebilir. O zaman Bush Amerikan halkına, “bakın onları Saddam’dan kurtardık ve bir tür demokrasi kurduk. Varsın bizi sevmesinler” diyerek Irak’ta belki mutlak değil ama ilk baştaki hedefin gerisine düşülmesi anlamındaki göreceli başarısızlığı rasyonelleştirmeye çalışabilir.

Washington’un Türkiye’den üs talebinde bulunması ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını Doğu’ya taşıması kadar -ve hatta belki de daha fazla- Washington’un Irak’ta uzun dönemli stratejik askeri üs bulunduramaması ihtimalinin belirmesi ile ilgilidir. ABD daha uzun süre daha Irak’ta askeri güç bulundurabilir ama bu başlangıçta planlandığı gibi bölgeyi “kolaçan etmek” ve başka bazı harekatlar için sıçrama tahtası olmaktan çok Irak’ta düzeni sağlamakla sınırlı bir güç olabilir. Ancak ABD askerlerinin Ocak ayından sonra ülkede istenmediğinin yeni seçilecek siyasiler tarafından net bir şekilde ortaya konması halinde bu gücün kısmen kuzeye, Kürt Bölgesine kaydırılması gündeme gelebilir. Böyle bir gelişme K. Irak’ın geleceği ile ilgili ciddi yeni komplikasyonlara neden olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)



 
25 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 24 Mayıs 2004
Irak, Çelebi ve Kürtler

Washington’un önemli iç politik, diplomatik, ekonomik, askeri ve psikolojik bedeller ödedikten sonra Irak’ta ilk başta önüne koyduğu amacından uzağa düştüğü kesindir ama acaba işler gerçekten ABD açısından artık içinden çıkılmaz hale gelmiş midir? Yoksa Sadr’ı bertaraf edip, Sünnilerle bir tür “soğuk barış” sağlayabilir ve Brahimi’nin ortaya koyacağı planı sahiplenebilirse, askeri değil ama siyasi olarak “şerefli” bir geri çekilmeyi gerçekleştirebilir mi? Sadece beş hafta kalmış olmasına rağmen 30 Haziran’dan sonra Irak’ta ortaya nasıl bir resim çıkacağı ile ilgili belirsizlik devam etmektedir. Washington yeni Irak Yönetimi’ne devredeceği yetkinin büyüklüğü ile ilgili neredeyse her hafta değişik şeyler söylemektedir (sınırlı, yarım, tam). ABD’nin yetki devrini istediği şekilde kutsayacak bir BM kararı çıkarabileceği şüpheli, yabancı kuvvetlerin statüsünün ne olacağı tartışmalıdır.

Irak savaşı ile ilgili yanlış olan bir çok şeyi sembolize eden Ahmet Çelebi yine de yanlış olan her şeyden sorumlu olamaz. Yönetim içindeki desteğini kaybetmiş görünen Çelebi ve bazı yakınlarının İran adına casusluk yaptığı ve üst düzey Amerikalı yetkililerden aldığı Tahran’ın iletişim şifrelerini çözdüğü bilgisini İranlılara verdikleri iddiası doğru ise bu yetkililerin hukuki bazı soruşturmalara uğraması bile söz konusu olabilir. Çelebi bir politikacının yeni Irak’ta başarılı olabilmesi için Amerika ile belki düşman olması değilse bile arasına belli bir mesafe koyması, Washington’u eleştirmekten kaçınmaması ve işgale karşı milliyetçi bir söylem geliştirmesi gerektiğini anlamış görünmektedir. Bu arada burada daha önce tartışılmış önemli bir noktayı hatırlamakta fayda olabilir: Kürtlere Başbakanlık pozisyonun verilmesi onları Irak’a bağlayacak ya da en azından ayrılma taleplerini zayıflatacak bir faktör olabilir. Tersi ise Kürtlerin yeni Irak’ta kendilerine yer olmadığı şeklindeki düşüncesini güçlendirecektir. Bu nedenle Ankara’nın bu pozisyonu Kürtlerin alması için -Kürtlerin de göreceği bir şekilde- lobi yapması doğru olabilir. Gerçi Sünni olan Brahimi’nin üst düzey iki pozisyondan Sünnileri dışlayacak böyle bir şeye razı olup olmayacağı ve Kürtlerin Bağdat’ta elde edecekleri pozisyonları Irak içinde kalmak için değil, Irak’tan ayrılmak için gerekli adımları atmak için kullanmak isteyip istemeyecekleri şüphelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
20 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 20 Mayıs 2004
ABD Seçimleri Üzerine Notlar

Cumhuriyetçi Parti içinde Bush Yönetimi’nden memnuniyetsizliğini belli edenler artarken Demokrat Parti Bush’u Beyaz Saray’dan uzaklaştırmakta kararlı ve ‘birlik ve beraberlik’ içinde görülmektedir. Adaylık yarışında zaman zaman çetin tartışmalar yaşayan Dean ile Kerry’nin yakın zamandaki dostluğu buna örnek olarak gösterilebilir. Kerry’nin yardımcısı olarak kimi seçebileceği ile ilgili spekülasyonlar devam etmektedir. İsmi geçenler arasında Kerry’nin adaylık yarışındaki rakipleri Edwards, Gephardt ve Clark’ın yanısıra Iowa Valisi Vilsack da vardır. Cumhuriyetçi Senatör John McCain ise medya tarafından ısrarla kendisinin de bu listenin içinde tutulmasına şüpheye yer bırakmayacak şekilde karşı çıkmasına rağmen yine de Kasım ayında gönlünün kendi partisinin adayı Başkan Bush değil Senato’dan yakın arkadaşı John Kerry’den yana olacağını hissettirmektedir. McCain’in Kerry ile beraber seçime girmesi ulusal güvenlik konularında ciddi bir ikili yaratacağı gibi partilerüstü bir görüntü de vererek Kerry’nin şansını ciddi ölçüde arttırabilir. Ancak kürtaj gibi sosyal konularda sıkı bir muhafazakar olan McCain’in Demokrat seçmenlerde belli bir burukluk yaratması da beklenebilir. McCain’in Başkan Yardımcısı değilse bile, Kerry’nin kazanması halinde Savunma Bakanı olması ciddi bir olasılıktır.

Dünkü Kerry-Nader görüşmesinin “olumlu” geçmesi, Nader’ın çevre konularında bazı sözler aldıktan sonra “uygun bir zamanda” Kerry lehine çekilebileceğini düşündürtmektedir. Nader bir kez daha Bush’un seçimi kazanmasının müessibi olarak tarih geçmek istemeyebilir. Bu arada nominal olarak rekor seviyelere ulaşan petrol fiyatları Amerikan seçimlerinde bir faktör olabilir. Seçmenler yükselen fiyatlardan rahatsızlık duysalar da henüz bu durumdan Başkan Bush’u sorumlu tutmaya başlamamışlardır. Ancak fiyatlar yüksek kalmaya devam ederse bu durum değişebilir. Demokratlar yavaş yavaş yüksek fiyatların Bush ‘un genel olarak Orta Doğu ve özel olarak Irak’taki başarısızlıkları ile ilgili olduğunu söylemeye başlamışlardır. Bu arada Bush’un İsrail lobisinin etkin kuruluşu AIPAC’te yaptığı konuşmanın tam altmış yedi (67) kez alkışlarla ve “dört yıl daha” tezahüratıyla kesilmesi not edilmelidir. Başkan Bush, 16 yıldır Fed Başkanlığını yürüten Alan Greenspan’ın görev süresini bir dönem daha uzatmaya karar vermiştir. Kerry seçilirse bu göreve Clinton dönemi ekonomi politikalarının baş mimarlarından Barry Rubin’in gelmesi beklenebilir (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
17 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 18 Mayıs 2004
Kongre’nin Artan Rolü ve Ağırlığı – Kasım Seçimleri

Vietnam ve Watergate örneklerinde olduğu gibi, Irak’ta yaşanan başarısızlık ve skandallarla beraber, ne kadar süreceği belli olmayan bir süre için Kongre’nin Amerikan siyasetindeki rolünün artması beklenebilir. Son dönemde denetleme sorumluluğunu yeterince etkin kullanmayan Kongre, savaştan vergi indirimlerine bir çok konuda insiyatif, yetki, sorumluluk ve parayı Beyaz Saray’a çok kolay vermiştir. 11 Eylül sonrasında oluşan ortam ve Irak Savaşı Bush politikasının yanlışlarını yüksek sesle dile getirmeyi cesaret gerektiren riskli bir şey haline getirmiştir. Ama Kongre, sadece Irak savaşının haklılığı, gerekliliği ve ivediliği gibi temel konularda kendi iradesini Yönetim’e devretmekle kalmamış, savaşın önce ve sonrasındaki planlama, harcama ve kilit noktalarda yapılan ve şu anda gelinen zor duruma katkıda bulunan temel siyasi tercihler konusunda da yakın zaman kadar eleştirel ve denetçi bir tutum alamamıştır. Bu nedenle eğer ortada bir başarısızlık varsa bunda Kongre’nin de – Yönetim’e göre daha az olmakla beraber- payı vardır. Belki de yavaş yavaş bu sorumluluğu hissetmeleri nedeniyle, içlerinde Cumhuriyetçiler’in de olduğu giderek artan sayıda senatör ve milletvekili Yönetim’in Irak politikasını sorgulamaya, eleştirmeye ve denetlemeye başlamıştır. Her iki yılda bir seçime giden ve bu nedenle halkın nabzını özellikle tutmak zorunda olan milletvekilleri ile dış politika ve güvenlik konularında ağırlığı olan Senato, artık Yönetim tarafından önüne gelen istek ve teklifleri kolayca onaylayan bir “lastik damga” olmaktan çıkabilir.

Bu arada, kamuoyu yoklamalarındaki durumu adeta “serbest düşüşe” uğrayarak giderek kötüleşen Başkan Bush’un kampanyasını yönetenler artık Bush’un müspet yönleri ve “başarılarını” öne çıkarmaktan çok Kerry’yi de aşağıya çekmeye çalışmaktadır. Bush seçim ekibi seçmenlere mevcut Başkan’ın “mükemmel değilse bile yine de Kerry’ye yeğ” olduğunu düşündürtmeye yönelik negatif bir kampanya yapmaktadır. Kerry ise siyasi hayatında zamanlama konusunda genel olarak başarılı olmuş bir politikacı olarak kabul edilmektedir. Bir görüşe göre Kerry çok erken öne çıkmayarak “sprintini” gizlemektedir. Bu yaklaşımı eleştirenlerse, Kerry’nin, şu anda öne çıkmayarak ve Bush politikalarına makul ve çekici alternatifler öne sürmeyerek seçimi erkenden bitirme şansını kaçırıyor olabileceğine işaret etmektedir. Bush’un bu noktadan sonra seçimi kazanması tarihsel örneklere tamamen ters olacaksa da, 2004 seçimlerinin bu tür sürpriz bir gelişmeye tamamen kapalı olmayan olağanüstü bir seçim olduğu düşünülebilir. Bu arada LA Times’ın yıldız siyaset analisti R. Brownstein’ın da işaret ettiği gibi seçimin sonucunu önemli ölçüde iki adayın kontrolü dışındaki faktörler belirleyecektir. Burada daha önce yapılan seçimin çok yakın geçeceği respiti belki şu şekilde revize edilebilir: Seçimin sonucu çok yakın gerçekleşmeyebilir ama at başı yarış daha uzun süre devam edecektir. Son düzlükte seçmenler adaylardan birinden –muhtemelen Bush- ümitlerini keserek belirgin bir şekilde öteki adaya meyledebilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G-ABD 17 Mayıs 2004
Irak’ta Süreç Hızlanırken

Irak, belki genel bir “dış olaylar” konusu olarak değil ama stratejik bir konu olarak Ankara’nın gündeminden neredeyse tamamen düştüğü bir sırada, Türkiye için çok önemli gelişmelere sahne olmaktadır. Önümüzdeki 6-12 aylık dönemin K. Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulup kurulmayacağını belirleyeceğini iddia etmek abartı olmayacaktır. ABD’nin Irak’ta belki askeri değil ama siyasi bir yenilgi ihtimali ile karşı karşıya olması, Washington’un bu ülkenin birliğine yönelik ve zaten genelde belli bir şüphe ile karşılanan taahhüdünü zayıflatabilir. Burada daha önce sık sık ifade edildiği gibi, ülkedeki güvenlik durumunun bozulması K. Iraklı Kürtler’in bağımsızlık amaçlarını hayata geçirme isteklerini, belki haklarını ve bu konuda başta ABD olmak üzere Batı’dan destek bulma şanslarını ciddi şekilde attırmaktadır. Şu görüş, her zaman bu kadar net ifade edilmese de, yavaş yavaş daha çok taraftar kazanır gibidir: “Irak’ı kurtaramadık hiç değilse K. Irak’ta Batı yanlısı ve nispeten demokratik bir yönetim kuralım. Şu haliyle Kürtleri Irak’ın geri kalanı ile berber yaşamaya zorlamanın pratik ve ahlaki bir gereği yok.” Irak’ın kısa vadede demokratik, laik ve Batı yanlısı olamayacağı ortaya çıkarken, bu hasletlere şimdiden sahip olduğu düşünülen Kürt bölgesinin Irak’ın geri kalanı ile ortak bir geleceğe zorlanması ihtimali azalmaktadır.”

Böyle kritik bir döneme girerken Ankara’nın, şimdiye kadar sahip olduğu varsayımları son bir gözden geçirmeye tabi tutması, kurumlar arası koordinasyon ve kriz yönetimi konusunda teknik, enformatik ve zihinsel altyapısını oluşturması, artık istihbaratı politikanın entegre bir parçası haline getirmesi, yapılması gerekebilecek değer tercihleri (trade-off) konusunda kendini ve kamuoyunu hazırlaması ve nihayet, muhtemel bir caydırıcı, önleyici ve belki de Kürtlerce atılacak oldu-bitti bir adımı geri çevirmeye yönelik zorlayıcı (compellent) bir askeri müdahale için hazırlıklarını olgunluk düzeyine ulaştırmış olması gerekmektedir. Irak’taki olayların hızı, karmaşıklığı, değişkenliği ve önemi artarken bu ülke, başka bir çok başkent gibi aynı anda birden çok konuya odaklanma zorluğu yaşayan Ankara’da önce Kıbrıs’ta yaşanan, şimdi de AB cephesinde yaşanacak gelişmelerin gölgesinde kalmaktadır. Ancak, Türkiye’nin sık sık iftiharla bahsedilen bölgesel süper güç sıfatını hakkıyla kazanabilmesi için, “sakız çiğnerken yürüyebilmesi” ve aynı anda birkaç santranç oyununu yürütebilmesi gerekir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G-ABD 12 Mayıs 2004
ABD Seçimleri Üzerine Notlar

Hemen bütün siyasi yorumcular Kasım ayındaki Başkanlık seçimlerinin çok yakın geçeceği ve 2000 seçimlerinde oluşan 50/50 dengesine yakın bir resmin ortaya çıkacağında birleşmektedir. Seçimin sonucuna iki tarafın güçlü yönleri ve zaafları kadar, adayların kontrolü dışında yaşanabilecek yeni bir terör saldırısı gibi bazı gelişmelerin de etki edebilecek olması tahmin yapmayı güçleştirmektedir. Örneğin, ABD’ye yönelik büyük çaplı yeni bir terör eylemi gerçekleşirse bunun güvenlik kaygılarını ön plana çıkaran Bush’a mı, yoksa ABD Başkanı’nın ekonomik, siyasi ve askeri kaynakları terörle mücadele yerine Irak’ta harcamasının hata olduğunu iddia eden Demokratlar’a mı güç vereceğini öngörmek zordur. Politikada altı ay çok uzun bir zamandır ve seçime kadar köprülerin altından daha çok krizler ve ekonomik rakamlar geçecektir. Bizim görüşümüz şimdiden tahmin yapmanın zor ve riskli olduğu bu seçimi Demokrat aday John Kerry’nin kazanması ihtimalinin bir parça daha fazla olduğudur. Başkan Bush’un Irak başta olmak üzere ama onunla sınırlı olmayan bir çok konuda hırpalanmaya açık konumu Kerry’ye ciddi bazı fırsatlar sunmaktadır. Ancak asıl önemli olan Demokratların bu zaafları ne derece maharetli kullanacağı olacaktır.

Bush’un zorluklarına rağmen Kerry henüz bunu değerlendirememiş gözükmektedir. Bunda son ayı ağırlıklı olarak bağış toplamak için geçirmesinin de payı olabilir. Kerry çok çekici, heyecan verici bir lider değildir. Ama Bush yönetiminin içeride ve dışarıda “kırdığı porselenlerden” sonra belki de “düz,” “çok renkli olmayan” ama yaraları saran bir Başkan doğru tercih olabilir. John Kerry ise bir yandan Demokratların ulusal güvenlik konusunda Cumhuriyetçilere göre daha yumuşak ve başarısız oldukları konusunda oluşmuş önyargıyı kırmak için sert ve kararlı bir görüntü vermek, öte yandan da Bush’tan farkının “Cola ile Pepsi” arasındakinden daha fazla olduğunu göstermenin zorluğunu yaşamaktadır. Bu farkın belirgin olmaması durumunda Kerry bir parça oyu Ralph Nader’e kaybetmek ve normalde Demokrat eğilimli olan bazı seçmenleri sandığa çekememek gibi risklerle karşı karşıya kalabilir. Cumhuriyetçiler bu seçimle beraber hem Kongre’nin iki ayağını, hem Beyaz Sarayı hem de boşalan yerlere yapacakları atamalarla Yüksek Mahkeme’yi ele geçirme şansı ile karşı karşıyadır. Ancak Bush Yönetimi’nin bir çok konuda ortaya koyduğu düşük performans yukarıda bahsedilen bir çok avantajına rağmen seçimi kaybedebileceğini göstermektedir. Ayrıca Bush’un bazı aşırı ideolojik tercih ve uygulamalarından rahatsız olan ılımlı Cumhuriyetçilerin de sandığa gitmeyebileceği düşünülmektedir. Seçimin sonucunu belirleyecek olan, ekonomi, Irak ve genel olarak ulusal güvenlik cephesinde yaşanacak gelişmeler kadar adayların bunlara bulacağı çözümler olacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
13 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajlar? e-mail ile almak istiyorsan?z l?tfen ajp1914@yahoo.com adresine yaz?n?z

G-ABD 12 Mayıs 2004
ABD Seçimleri Üzerine Notlar

Hemen bütün siyasi yorumcular Kasım ayındaki Başkanlık seçimlerinin çok yakın geçeceği ve 2000 seçimlerinde oluşan 50/50 dengesine yakın bir resmin ortaya çıkacağında birleşmektedir. Seçimin sonucuna iki tarafın güçlü yönleri ve zaafları kadar, adayların kontrolü dışında yaşanabilecek yeni bir terör saldırısı gibi bazı gelişmelerin de etki edebilecek olması tahmin yapmayı güçleştirmektedir. Örneğin, ABD’ye yönelik büyük çaplı yeni bir terör eylemi gerçekleşirse bunun güvenlik kaygılarını ön plana çıkaran Bush’a mı, yoksa ABD Başkanı’nın ekonomik, siyasi ve askeri kaynakları terörle mücadele yerine Irak’ta harcamasının hata olduğunu iddia eden Demokratlar’a mı güç vereceğini öngörmek zordur. Politikada altı ay çok uzun bir zamandır ve seçime kadar köprülerin altından daha çok krizler ve ekonomik rakamlar geçecektir. Bizim görüşümüz şimdiden tahmin yapmanın zor ve riskli olduğu bu seçimi Demokrat aday John Kerry’nin kazanması ihtimalinin bir parça daha fazla olduğudur. Başkan Bush’un Irak başta olmak üzere ama onunla sınırlı olmayan bir çok konuda hırpalanmaya açık konumu Kerry’ye ciddi bazı fırsatlar sunmaktadır. Ancak asıl önemli olan Demokratların bu zaafları ne derece maharetli kullanacağı olacaktır.

Bush’un zorluklarına rağmen Kerry henüz bunu değerlendirememiş gözükmektedir. Bunda son ayı ağırlıklı olarak bağış toplamak için geçirmesinin de payı olabilir. Kerry çok çekici, heyecan verici bir lider değildir. Ama Bush yönetiminin içeride ve dışarıda “kırdığı porselenlerden” sonra belki de “düz,” “çok renkli olmayan” ama yaraları saran bir Başkan doğru tercih olabilir. John Kerry ise bir yandan Demokratların ulusal güvenlik konusunda Cumhuriyetçilere göre daha yumuşak ve başarısız oldukları konusunda oluşmuş önyargıyı kırmak için sert ve kararlı bir görüntü vermek, öte yandan da Bush’tan farkının “Cola ile Pepsi” arasındakinden daha fazla olduğunu göstermenin zorluğunu yaşamaktadır. Bu farkın belirgin olmaması durumunda Kerry bir parça oyu Ralph Nader’e kaybetmek ve normalde Demokrat eğilimli olan bazı seçmenleri sandığa çekememek gibi risklerle karşı karşıya kalabilir. Cumhuriyetçiler bu seçimle beraber hem Kongre’nin iki ayağını, hem Beyaz Sarayı hem de boşalan yerlere yapacakları atamalarla Yüksek Mahkeme’yi ele geçirme şansı ile karşı karşıyadır. Ancak Bush Yönetimi’nin bir çok konuda ortaya koyduğu düşük performans yukarıda bahsedilen bir çok avantajına rağmen seçimi kaybedebileceğini göstermektedir. Ayrıca Bush’un bazı aşırı ideolojik tercih ve uygulamalarından rahatsız olan ılımlı Cumhuriyetçilerin de sandığa gitmeyebileceği düşünülmektedir. Seçimin sonucunu belirleyecek olan, ekonomi, Irak ve genel olarak ulusal güvenlik cephesinde yaşanacak gelişmeler kadar adayların bunlara bulacağı çözümler olacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

 
12 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 11 Mayıs 2004
Bush ve Irak

Bush eğer Rumsfeld’in istifasını ister, Abu Ghraib hapishanesini yıkar, suçlu Amerikalı askerlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlar, yapılanların işkence olduğunu kabul eder ve hiç bir şüpheye bırakmayacak şekilde özür diler ve yıpranmamış, saygın bir Savunma Bakanı bulabilir ve Brahimi çok da istekli olmadan aldığı zorlu görevin üstesinden şapkasından çıkaracağı bir sürprizle gelebilirse, belki ABD Yönetimi mevcut durumdan az bir zararla çıkabilir. Aksi halde Abu Ghraib’de olanlar Irak operasyonunun siyasi ve moral iflasının bir sembolü olarak zihinlere kazınırken Bush da babası gibi bir dönemlik başkanlar listesine katılacaktır. Bush’un şu andaki destek rakamları seçime bu kadar süre kala sadece kaybeden başkanlarınki kadar. Zaten Bush’un seçimi tekrar kazanması Amerikan demokrasisi için ciddi tehlikeler getirecekti. Kongre’nin iki kanadında da hakim olan Cumhuriyetçiler Beyaz Saray’ı tekrar kazandıktan sonra önümüzdeki dönemde Yüksek Mahkeme’nin görevden ayrılması beklenen üç üyesini de seçse idi Amerikan iç ve dış siyaseti görülür bir gelecekte Cumhuriyetçilerin tekeline girebilirdi. ABD Irak’ta kolay bir başarı kazansa idi, haklılığına iyice inanıp yeni askeri müdahalelere girişebilirdi.

Dünyanın en güçlü, en zengin ülkesi olan, en iyi üniversiteler ve düşünce kuruluşlarına sahip ABD, nasıl oldu da George Bush gibi bariz şekilde vasatın altında zihinsel yetenekleri olan birini Başkan seçti, Irak’ta şimdiki zor duruma düştü, arada moral liderliğini, prestijini, bazı müttefiklerini ve yaklaşık 200 milyar doları kaybetti? O kadar vicdanlı, iyi eğitimli ve zeki insanın desteğini alan Irak operasyonu nasıl oldu da bu hale geldi? Paul Wolfowitz gibi, belki başka bazı kusurları olsa bile çok uzun zamandır demokrasi konusunda ciddi bir tutarlılığı olan bir entellektüel devlet adamı, nasıl oldu da neredeyse bütün yumurtaları Çelebi gibi tasdikli bir sahtekarın sepetine koyabildi? İleride tarihçiler bu sorulara cevap ararken şüphesiz şimdi bizim bilmediğimiz bilgilere ve kaçırdığımız bakış açılarına ulaşacaklar. Acaba Irak harekatı zaten başarısız olmaya mahkum muydu, yoksa sadece aşırı gurur, dikkatsizlik ve akılsızlığa mı kurban gitti? Yakın zamana kadar Irak “davasının” daha kaybedilmediğini iddia eden bir çok önde gelen yorumcu artık yavaş yavaş fikirlerini değiştirmeye başlamaktadır. Acaba son dönemde yaşanan dramatik olumsuz olaylar idrakimizi ve muhakememizi orantısız şekilde etkiliyor olabilir mi? Belki de, ama Irak ve Gazze’de son yaşananlar, üstüste yığılan bedenler ve kesilen kafalar bir tür medeniyetler savaşı yaşıyor olduğumuzu söyleyenleri ciddiye almamayı zorlaştırıyor. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
10 May 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 10 Mayıs 2004
Irak’ta Güvenlik

Weekly Standard gibi yeni muhafazakar yayınlar Rumsfeld ile aralarına daha önceden koydukları daha da derinleştirme ihtiyacı duymaktadırlar. Kristol ve Kagan gibi yazarlar Savunma Bakanı’nı zaten uzun süredir Irak’taki güvenlik durumunun ciddiyetini kabul etmedikleri ve daha fazla Amerikan askeri gerektiğini reddettikleri için eleştiriyorlardı. Bu arada bu iki yazar Irak’taki seçimlerin yılbaşına bırakılmadan Eylül’de yapılmasını önermektedirler. Bunun çok açık güvenlik zorlukları olduğunu kabul etseler de mevcut durumdan çıkmak için tek yol olacağını savunmaktadır. İkili, seçim havasına girilmesinin grupları silahlı direnişten siyasi propaganda yapmaya yönelteceğini ve ABD üzerindeki askeri ve siyasi baskının hafifleyeceğini ummaktadırlar. Özellikle Sünni bölgelerinde askeri direnişin devam etmesi durumunda, seçimin bu bölgeler için geçersiz sayılacağı ve Sünnilerin yeni Yönetim’de hiç temsil edilmeyeceği tehdidi ile bu bölgenin yola getirilebileceğine inanmaktadır. Şimdiye kadar bu çevrelerin ürettiği pek çok fikri uygulayan Beyaz Saray’ın bu fikre nasıl bakacağı bilinmez ama Irak’taki zorlukların Bush’u yeni muhafazakarlardan bir parça soğutmuş olması yüksek bir ihtimaldir. Yine de Beyaz Saray Kasım’daki seçimlere Irak’ta seçim yaptırmış ve egemenliği Iraklılar’a devretmiş olarak girmeyi isteyebilir. Ancak burada belirleyici olan ve aslında pek de umut vermeyen şey, bu kadar kısa bir süre de seçimin yapılabileceği kadar bir güvenliğin sağlanıp sağlanamayacağı ve Bush Yönetimi’nin bir fiyasko ile sonuçlanarak seçilme şansını sona erdirebilecek böyle riskli bir girişime cesaret edip edemeyeceğidir.

Burada daha önce de sık sık tekrar edildiği gibi, ABD Irak’ta son dönemde sayıları iyice artan ve zaman daraldığı için telafisi de mümkün olmayabilecek hatalar yapmaktadır. Örneğin Felluce’de bir yandan kararlılık göstermek öte yandan da iki taraftan ve sivillerden çok sayıda kayba neden olabilecek büyük çaplı harekattan kaçınmak isteyen ABD sonuçta bu hedeflerin ikisine de ulaşamamıştır. Uzayan kuşatma ve müzakere süreci şehri ele geçirmeye yetmediği gibi, AC 130 uçakları ile yapılan saldırılar Amerika’ya büyük tepki, direnişçilere ise sempati duyulmasına neden olmuştur. Çözüm olarak getirilen Saddam’ın eski generali, bunun kısa süre sonra değiştirilmesi, alandaki generaller ile Washington’un yaptığı açıklamalar arasındaki çelişkiler ABD Yönetimi’nin bir tür kararsızlık ve hatta panik içinde olduğunu düşündürtmektedir. Abu Ghraib il ilgili gelişmeler bu izlenimi daha da güçlendirmektedir.
Sonuç olarak ABD Yönetimi başta reddettiği hemen her tercihe (BM, asker sayısını arttırma, Sistani ile daha yapıcı diyalog, Baas’tan arındırmayı sınırlı tutma, Yönetici Konsey’e temsil gücü olan kişileri alma) dönüş yapmak istemektedir. Ama bundan bir yıl ya da altı ay önce doğru olabilecek bu tercihler şu anda bir güçsüzlük ve çaresizlik imajı oluşturmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G-ABD 06 Mayıs 2004
Abu Ghraib ve Ötesi - 2

Savunma Bakanı Rumsfeld Kongre’deki ifadesinde sanki olayların kendisinden değil de kamuoyuna yansımasından rahatsızlık duymuştur. Belki de ilk başta “rüşvetin belgesi olmadığı” gibi işkencenin de olmayacağı düşünülmüş olabilir. Bir görüşe göre Rumsfeld’in 11 Eylül sonrasında başta Guantanamo’dakiler olmak üzere Amerika’nın gözetim altında tuttuğu kişilerin hukuki haklarını kısıtlamaya yönelik eğilimi, direk olarak değilse bile dolaylı olarak bu tür gelişmeleri daha mümkün kılmıştır. Ayrıca, Genel Kurmay Başkanı Myers’ın, olayın ciddiyetinin CBS televizyonu tarafından yayınlanmasını engellemeye çalışacak kadar farkında olmasına rağmen Rumsfeld’e haber verme gereği duymamış olduğuna inanmak zordur. Bu arada Bush Beyaz Saray’ı belki bir yandan Rumsfeld’in istifasının Yönetim’in ve ABD’nin prestij kaybını durduracağını hesaplarken, öte yandan da bu istifanın rakiplerinin iştahını daha da kabartacağından ve arkasının da gelebileceğinden endişelenmektedir. Rumsfeld’i istifaya zorlamak, bir anlamda Bush’un baştan beri yaptığı bir çok şeyin yanlış olduğunun kabulü olarak görülebilir. Ayrıca, düşük bir ihtimal olmakla beraber, görevden alınmayı hazmedemeyecek bir Rumsfeld Yönetim’in işleyişi ile ilgili olarak zarar verecek bazı açıklamalarda bulunmaya kalkabilir. Ancak, önümüzdeki dönemde yapılan kötü muamele ve işkence ile ilgili daha da çarpıcı görüntüler basına sızar, bunların “münferit olaylar” olmanın ötesinde üst düzey yetkililer tarafından teşvik edildiği ya da göz yumulduğu ortaya çıkar ve en baştan beri Savunma Bakanı ile ilişkileri sorunlu olmuş karacı generaller medyaya daha çok konuşmaya başlarlarsa Bush Rumsfeld’den ayrılmasını isteyebilir.

Bunun gerçekleşmesini zorlaştıran başka bir faktörse, istifa etmesi halinde Rumsfeld’in yerine ilk etapta generallerin belki daha da çok tepki duyduğu Wolfowitz’in gelecek olmasıdır. Seçimden önce yeni bir Bakan bulunsa bile bu yeni Bakan’ın Kongre’de onaylanma süreci bir anda Yönetim’in başta Irak olmak üzere güvenlik politikalarının şiddetle eleştirildiği bir medya olayına dönüşebilir ki seçime aylar varken bu Beyaz Saray’ın isteyeceği en son şeylerden biri olacaktır. John Kerry ise bilinçli olarak bu konuyu çok fazla vurgulamaktan kaçınmaktadır. Demokrat stratejistler bunun geri tepebileceğinden korkmaktadırlar. Ayrıca belki de Kerry’nin bu konuyu öne çıkarmasına gerek yoktur, zaten konu medyada çok kapsamlı olarak işlenmektedir. Kerry için bir başka risk de, Rumsfeld’in daha saygın biri ile değiştirilmesinin Bush Yönetimi’nin yıpranmışlığını azaltabilecek olmasıdır. Rumsfeld’in istifasında çok ısrar etmek partizan bir görüntü verebilir. Kerry için en optimal olan şey Irak olayının ve hapishane skandalının yeni ayrıntılar ve başarısızlıklarla, kendi çok karışmadan, gündemde kalmaya devam etmesidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G-ABD 04 Mayıs 2004
Abu Ghraib ve Ötesi

Amerikan medyasının da büyük ölçüde kabul ettiği gibi Abu Ghraib hapishanesindeki görüntüler Amerika’nın sadece Irak ve Orta Doğu projesini değil genel olarak dünya hegemonyasının moral ayağını ciddi ölçüde zayıflatabilir. Bu görüntülere en çok sevinenlerden biri de herhalde Bin Laden’dir. Bu görüntülerin “münferit hadiseler” olmayıp sistematik bir uygulamanın sonucu olduğu, üst düzey tarafından bilinmesine rağmen üstüne gidilmediği ve hatta üstünün kapatılmaya çalışıldığı şeklindeki mevcut izlenimi doğrulayacak yeni ayrıntılar ortaya çıkarsa, Abu Ghraib’in etkisinin uzun dönemli olacağı iddia edilebilir. Bir süredir belli olan bir şey son olaylarla daha da netleşmiştir: Bush Yönetiminin Orta Doğu’da rejimleri güç kullanarak değiştirme isteği görünür bir gelecek için rafa kaldırılmıştır. Bu durum Bush seçimi kazansa bile değişmeyebilir. Ancak yine de bu olaylar ile ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin “ölü doğduğunu” iddia etmek doğru olmayabilir. Hatta, paradoksal olarak, bu olaylar ABD’yi, Arapların “yara almış onurlarını tamir etmek” ve “gönüllerini almak” için şimdiye kadar atmadığı bazı adımları atmaya zorlayabilir. Bunun küçük bir işareti, başka bazı nedenleri olsa da, Beyaz Saray’ın Şaron’un planına verdiği desteği “kısması” ile gösterilmiştir. Ancak elbette bu, Abu Ghraib ile ilgili gelişmeler üzerine atılmış taktik bir adımdan ibaret olabilir.

“Bu tür olaylar, belki bu kadar ‘ileri’ düzeyde olmasa da, Türkiye dahil başka Orta Doğu ülkelerinde ve Saddam Dönemi Irak’ın da yaşanmıyor mu? O zaman bunlara karşı tavır almayanların şimdi ABD’yi kınama hakları yoktur,” ya da, “en azından Amerikan basını işin üstüne gidiyor, Kongre de işin peşini bırakmıyor” şeklindeki ifadeler kendi başına doğru ise bile, istenmeden de olsa ABD’nin işlediği “suçu” normal karşılama ve rasyonelleştirme gibi sonuçlar verebilir. Olaylar ortaya çıkınca gözaltındaki binlerce tutuklunun serbest bırakma kararının alınabilmesi aslında bu kişilerin büyük ihtimalle masum olduğunun bu muameleler sırasında bile bilindiğini düşündürtmektedir. Yani belki de suçlu olmadıkları bilinen kişilere “her ihtimale karşı” böyle bir muamele yapılmıştır. Burada, 11 Eylül sonrasında Alan Dershowitz gibi hukukçuların tartışmaya açtığı, “çok büyük bir terör eylemini engellemek için işkenceye başvurulabilir mi?” tartışmasından öte bir şey söz konusudur. Burada işkencenin bir “zorunluluk” ya da “görev” olmanın ötesinde sapıkça bir zevkin kaynağı olarak görülmesi, cinsellik unsurunun öne çıkması, ırkçı temalar içermesi, özgürlük getirdiğini iddia eden bir güç tarafından uygulanması, olayın grafik olarak görülmesi, işin içine girenlerin rahatlığı (bazı resimlerde onun üzerinde Amerikan askeri ‘her şey çok normalmiş gibi’ ortada dolanmaktadır- sayısı ve “yüz ifadeleri,” muameleyi yapanlarla buna maruz kalanlar arasındaki din ve ırk farkı, muameleyi yapanların işgalci olması olayı farklılaştırmaktadır. Ayrıca ABD’ye karşı daha ileri standartlar uygulanması da yanlış değildir. Çünkü her şeyden önce ABD kendisi diğer ülkelerden üstün moral standartlara sahip olduğunu iddia etmekte ve daha da ötesi bunu dış politikasının bir unsuru olarak kullanmaktadır. Ayrıca Rumsfeld’in de ifade ettiği gibi, bir işkence haberini okumakla onu “görmek” arasında çok büyük vardır. Bu olayla beraber işkence aleyhtarı hareketin güçlenmesi ve ABD’deki hapishaneler de dahil olmak üzere tüm dünyadaki cezaevlerindeki koşullara daha fazla dikkat edilmesi beklenebilir. Gerçi bu arada bazı baskıcı rejimler, “ABD de yapıyormuş, demek bu o kadar garip değil” diye düşünseler de, işkence dünya kamuoyunun vicdanında çok net bir şekilde lanetlenmiştir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G-ABD 03 Mayıs 2004
Irak’ta Güvenlik Durumu

Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü yazan Edward Gibbon tarihin “suçlar, budalalıklar ve felaketler” dışında fazla bir şey içermediğini söylerken belki bir parça abartmış olabilir ama insan Irak’ta olanlara bakınca aslında ünlü tarihçinin bildiği bir şeyler olduğunu düşünmektedir. Irak’ta “iyi şeyler de olmaktadır” ama genel trendin olumsuz olduğu artık en iyimser gözlemciler tarafından bile kabul edilmektedir. Güvenlik durumu koalisyon güçleri için en kanlı ay haline gelen “zalim” Nisan’da ciddi derecede bozulurken, ekonomik ve siyasi yeniden inşa süreci yer yer durma noktasına gelmiştir. Çalışanlar işlerine gitmekte tereddüt etmektedir. Uluslararası kurumlar, yabancı yatırımcılar, taşeronlar ve sivil toplum örgütleri ülkeden çekilmek üzeredirler. Bu arada 35 ülkeden oluşan “gönüllüler koalisyonu”nun, aslında “dava”ya inananlardan çok kazananın yanında olmak isteyen ya da onun karşısında durmaktan çekinen “incir yapraklarından” oluştuğu iyice ortaya çıkmıştır. Koalisyonun Anglo-Sakson nüvesi dışındaki üyelerinin Irak’taki asker sayısı toplamın sadece yüzde onu kadardır. Tanımlanması zor ve tartışmalı olsa da, “meşruiyet” denen şeyin, belki savaşı değil ama barışı kazanmak için gerekli olduğu fikri artık daha geniş kabul görmektedir.

Uzun süre güvenlik sorununun ilacı olarak görülen “Iraklılaştırma” ise ilk başta kulağa hoş gelmesine rağmen kesin denebilecek derecede başarısız olmuştur. Son dönemde Irak güvenlik güçlerinin düzeni tesis etmede ciddi bir rol oynamaya teknik, zihinsel ve moral nedenlerle hazır olmadıkları iyice ortaya çıkmıştır. Bu grup büyük kısmı yeterince eğitim almayan, kendileri ve ailelerini güvende hissetmeyen, kendilerine güvenmeyen, işgale karşı karışık duygular besleyen, Amerikalılar tarafından kullanıldıkları, zor görevlere ve ateşin altına sürüldüklerini düşünen kişilerden oluşmaktadır. Son dönemde bunların azımsanamayacak bir kısmının, göreve gitmeme, direnişçilerle savaşmayı reddetme, taraf değiştirme, koalisyon aleyhine casusluk yapma ya da mafyavari bir yapıya dönüşme gibi yollara girdikleri görülmektedir. Koalisyon devriyeleri önce azalmış, sonra Amerikalı askerler sokaklarda nerdeyse tamamen görülmez olmuştur. Amerika’nın güvenlikle ilgili faaliyetleri, istihbarat açısından sorunlu olduğu için çözdüğünden fazla problem yarattığı düşünülen baskınlar ve zırhlı araçlarla hızlı bir şekilde ve seyrek olarak yapılan devriyelerle sınırlı kalmaktadır. Bunun sonucunda sokaklar direnişçilere ve yasadışı mafyavari unsurlara kalmıştır. İşgal sonrasında oluşan karmaşa, direnişe karşı uygulanan ama arada “kurunun yanında yaşın da yandığı” orantısız güçle beraber halkın koalisyona yönelik bakışını olumsuz olarak etkilemiş ve giderek Amerikalıların Iraklıların güvenlikleri ile ilgilenmedikleri ve sadece kendilerini düşündükleri imajının yerleşmesine neden olmuştur. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


 
U.S. foreign policy, Middle East, Turkey and Beyond

ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi

Şanlı Bahadır Koç,


If you want to receive it early in the morning subscribe to FPR
TurcoPundit Home
Pre-March 2004Archive

ARCHIVES
March 2004 / April 2004 / May 2004 / June 2004 / July 2004 / August 2004 / September 2004 / October 2004 / November 2004 / December 2004 / February 2005 / May 2005 / June 2005 / October 2005 / November 2005 / December 2005 / January 2006 / February 2006 / March 2006 / April 2006 / May 2006 / June 2006 / July 2006 / August 2006 / September 2006 / October 2006 / November 2006 / December 2006 / January 2007 / March 2007 / April 2007 / May 2007 / June 2007 / July 2007 / August 2007 / September 2007 / October 2007 / November 2007 / December 2007 / January 2008 / February 2008 / March 2008 / April 2008 / May 2008 / June 2008 / July 2008 / August 2008 / September 2008 / October 2008 / November 2008 / December 2008 / January 2009 / February 2009 / March 2009 / April 2009 / May 2009 /

What they have said about Foreign Press Review
"FPR'ın iki "kötü" özelliği var: 1. Alışkanlık yaratıyor, onsuz yapamaz hale geliyorsunuz; 2. Değeri alındığı değil, arada bir de olsa, alınamadığı vakit anlaşılıyor. Bir de sürekli bir kaygıya yol açıyor; 'Ya bir gün kesilir ve onu hiç alamazsam' duygusuyla sürekli yaşamak kolay değil."

Cengiz Çandar


"... fantastic .... an outstanding and unique service, not just for those who follow Turkey closely, but those who follow international trends and ideas. ... selection of material is some of the best anywhere ... coverage of the Turkish press and Turkish issues is truly unsurpassed .... outstanding and intelligent service"

Graham Fuller


"... extremely useful"

Andrew Mango


"FPR olmadan ne yapardım ya da bugüne kadar ne yapmışım bilemiyorum"

Soli Özel


"Güne başlamak için FPR’den daha iyi bir yol düşünemiyorum"

Hasan Ünal


Makaleler


Ankara ve Güneydeki Riskler 29 Aralık 2011
İslamcı Dalga Üzerine 5 Aralık 2011
Ankara’ya Suriye ile İlgili Bazı Tahlil, Tahmin, Uyarı ve Öneriler 2 Kasım 2011
İran ile İlgili Son Amerikan İddiaları ve Türkiye 16 Ekim 2011
Ankara Suriye’de “Rejim Değişikliği” Politikasına Geçerken 28 Eylül 2011
Türk Dış Politika Gündemine Dair 7 Kısa Not 6 Eylül 2011
“Zafer İlan Et ve Kaç:” ABD ve Afganistan’dan “Sorumluca” Çekilmenin Mantığı 23 Haziran 2011
Orta Doğu'da Durum Raporu 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine Notlar 25 Mayıs 2011
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 3 Mayıs 2011
ABD ve Karadeniz Nisan 2011

Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 20 Nisan 2011
Amerika-Sonrası Dünyanın Provası Olarak Libya Krizi ve Türkiye 22 Mart 2011
“Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 10 Şubat 2011
Analiz Üzerine Notlar 14 Ocak 2011
Wikileaks Üzerine Notlar ve Yorumlar 23 Aralık 2010
Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 29 Kasım 2010
Amerikan Travması ve Kongre Seçimleri 23 Kasım 2010
Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 20 Ekim 2010
Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 12 Ekim 2010
"Kürt Devleti" Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler 23 Eylül 2010
Mullen’ın Ankara Ziyareti 7 Eylül 2010
ABD’nin Afganistan’daki Seçenekleri 24 Ağustos 2010
Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 18 Ağustos 2010
İsrail-ABD-İran-Türkiye Dörtgeni 26 Temmuz 2010
Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 16 Temmuz 2010
Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi Temmuz 2010
Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 5 Temmuz 2010
“Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü 02 Haziran 2010
Nükleer Takas: “Savaşı Bitiren Anlaşma” mı, “Acem Oyunu” mu? 20 Mayıs 2010
ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 1 Mayıs 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Normalleşme” Sancıları 22 Nisan 2010
Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 9 Nisan 2010
ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 5 Nisan 2010
Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 19 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010
Ermeni Karar Tasarısı Üzerine Notlar, Yorumlar ve Öneriler 8 Mart 2010 (word)
Bütçe Açığı ve Amerikan Gerilemesinin Ekonomi Politiği 19 Şubat 2010
Cemaat-skeptic 6 Ocak 2010
AKP bir seçim daha kazanırsa burası FC olur 4 Ocak 2010
ABD bu işin neresinde? 29 Aralık 2009
Türkiye-Ermenistan Protokolü Üzerine Düşünceler 3 Eylül 2009
"Obama’nın Savaşı":AfPak Üzerine Notlar 20 Nisan 2009
Obama’nın Ardından 17 Nisan 2009
Obama’nın Türkiye Gezisi ve Türk-Amerikan İlişkileri 19 Mart 2009
ABD ve Orta Doğu Barış Süreci Mart 2009
Obama’nın “Kırkı Çıkarken” Mart 2009

ABD-PKK “İlişkisi” Üzerine Notlar Şubat 2009
Mahşerin Üç Atlısı: Ross, Holbrooke ve Mitchell 5 Şubat 2009
SOFA ABD için Irak’ta “Sonun Başlangıcı” mı? Ocak 2009
Obama Döneminde ABD ve Asya 15 Ocak 2009
Obama’nın Güvenlik Kabinesi Üzerine Notlar 4 Aralık 2008
Yeni ABD Başkanı Obama ve Türk-Amerikan İlişkileri 6 Kasım 2008
ABD Başkanlık Seçimlerinin Türk-Amerikan İlişkilerine Muhtemel Etkileri 30 Ekim 2008
ABD Başkanlık Seçimleri Ekim 2008
Obama’nın Biden’ı Tercihinin Bir Tahlili 26 Ağustos 2008
Amerikan Sağı Üzerine Notlar Ağustos 2008
Gürcistan Krizi, ABD ve Türkiye 11 Ağustos 2008
Obama'nın Dış Gezisi 29 Temmuz 2008
Başkan Bush’un Avrupa Gezisi ve Transatlantik İlişkileri 18 Haziran 2008
ABD Seçimleri (ppt) - 10 Haziran 2008
"Sessiz Tsunami": Global Gıda Krizi (ppt) - 29 Nisan 2008
Amiral Fallon'un İstifası 13 Mart 2008
ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar 22 Kasım 2007
“İçeride Liberal, Dışarıda Şahin”: K. Irak’a Harekat Üzerine Notlar 25 Ekimy 2007
K.Irak'a Ekonomik Müeyyideler Üzerine Sorular 25 Ekimy 2007
Irak "Hamle"sinin Muhasebesi Eylül 2007
Türk-Amerikan İlişkileri - Yeni Dönemin Gündemi Eylül 2007
ABD, K. Irak ve Türkiye Üzerine Notlar ve Sorular Haziran 2007
ABD ve Orta Doğu: "Müflis mirasyedi" mi "stratejik deha" mı? Mayıs 2007
Recommendations for Strengthening U.S.-Turkish Relations February 26, 2007
ABD'nin Irak'taki Seçenekleri Ocak 2007
'Topal Ördek'le İki Yıl Daha: 2006 Kongre Seçimleri Aralık 2006
U.S.: Empire, Gulliver or the “First Among Unequals” (ppt) - ASAM 2023 Conference - October 2006
Türk-Amerikan İlişkilerinde “İkinci Bahar” mı, “Sonun Başlangıcı” mı? Stratejik Analiz - Haziran 2006 -
Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi Avrasya Dosyası - İslam ve Demokrasi Özel Sayısı
Gurur ve Önyargı: ABD İran Gerginliği ve Türkiye Stratejik Analiz Nisan 2006 - (pdf)
Arzın Merkezine Seyahat: ABD Ulusal Güvenlik Konseyi - Journey to the Center of the World: U.S. National Security Council Avrasya Dosyası 2005
Dört Tarz-ı Siyaset: Türk-Amerikan İlişkileri ve Başbakan Erdoğan’ın Washington Ziyareti Temmuz 2005
11 Eylül’den Sonra Türk-Amerikan İlişkileri: Eski Dostlar mı Eskimeyen Dostlar mı? Avrasya Dosyası - 2005
“Dört Yıl Daha”: Yeni Bush Yönetimi ve Dünya Aralık 2004
2004’ten 2005’e Türk-Amerikan İlişkileri Aralık 2004
Türkiye, Iraklı Kürtler ve Statükonun Meşruiyeti Nisan 2004 - eksik
Askerî Alanda Devrim: Askerî Bir Senfoni Ocak 2004
Çirkin Amerikalı’ ile ‘Güven Bunalımı’: ‘Süleymaniye Krizi ve Türk-Amerikan İlişkileri Temmuz 2003 - ( pdf )
The Middle East: A Land of Opportunity and Peril for Turkey - May 2003
Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Notlar: Ataerkil Yapıdan Tüccar Mantığına mı? Mayıs 2003
Türkiye, ABD ve Irak Harekâtı: Hayır Diyebilen Türkiye? - Şubat 2003
Değişim, ‘Sense of Proportion’ ve Tarihin Yararları ile Sınırları Üzerine Nisan 2003
ABD Güvenlik Politikalarında Güç Kullanımı ve Caydırıcılık Ağustos 2002
“Yalnız Kovboy” ya da “Eşit Olmayanlar Arasında Birinci”: ABD Dış Politikasında Tektaraflılık-Çoktaraflılık Tartışmaları Mart 2002
İyi, Kötü ve Çirkin: ABD'nin Orta Doğu Politikaları Ocak 2002
Unilateralism corrupts, absolute unilateralism corrupts absolutely Turkish News, May 21, 2002
ABD ve Afganistan: Çıkış Var mı? Kasım 2001
Realism and Change
Crime and Punishment - Deterrence and its Failure in Theory and Practice 2001
“Tüketebileceğimizden Daha Fazla Değişim” ya da Eskimeyen Dünya Düzeni Ekim 2001
“ABD-AB İlişkilerinde Metal Yorgunluğu” Haziran 2001
It never rains circa. 1991.
.



Powered by Blogger