Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 10 Mayıs 2004
Irak’ta Güvenlik
Weekly Standard gibi yeni muhafazakar yayınlar Rumsfeld ile aralarına daha önceden koydukları daha da derinleştirme ihtiyacı duymaktadırlar. Kristol ve Kagan gibi yazarlar Savunma Bakanı’nı zaten uzun süredir Irak’taki güvenlik durumunun ciddiyetini kabul etmedikleri ve daha fazla Amerikan askeri gerektiğini reddettikleri için eleştiriyorlardı. Bu arada bu iki yazar Irak’taki seçimlerin yılbaşına bırakılmadan Eylül’de yapılmasını önermektedirler. Bunun çok açık güvenlik zorlukları olduğunu kabul etseler de mevcut durumdan çıkmak için tek yol olacağını savunmaktadır. İkili, seçim havasına girilmesinin grupları silahlı direnişten siyasi propaganda yapmaya yönelteceğini ve ABD üzerindeki askeri ve siyasi baskının hafifleyeceğini ummaktadırlar. Özellikle Sünni bölgelerinde askeri direnişin devam etmesi durumunda, seçimin bu bölgeler için geçersiz sayılacağı ve Sünnilerin yeni Yönetim’de hiç temsil edilmeyeceği tehdidi ile bu bölgenin yola getirilebileceğine inanmaktadır. Şimdiye kadar bu çevrelerin ürettiği pek çok fikri uygulayan Beyaz Saray’ın bu fikre nasıl bakacağı bilinmez ama Irak’taki zorlukların Bush’u yeni muhafazakarlardan bir parça soğutmuş olması yüksek bir ihtimaldir. Yine de Beyaz Saray Kasım’daki seçimlere Irak’ta seçim yaptırmış ve egemenliği Iraklılar’a devretmiş olarak girmeyi isteyebilir. Ancak burada belirleyici olan ve aslında pek de umut vermeyen şey, bu kadar kısa bir süre de seçimin yapılabileceği kadar bir güvenliğin sağlanıp sağlanamayacağı ve Bush Yönetimi’nin bir fiyasko ile sonuçlanarak seçilme şansını sona erdirebilecek böyle riskli bir girişime cesaret edip edemeyeceğidir.
Burada daha önce de sık sık tekrar edildiği gibi, ABD Irak’ta son dönemde sayıları iyice artan ve zaman daraldığı için telafisi de mümkün olmayabilecek hatalar yapmaktadır. Örneğin Felluce’de bir yandan kararlılık göstermek öte yandan da iki taraftan ve sivillerden çok sayıda kayba neden olabilecek büyük çaplı harekattan kaçınmak isteyen ABD sonuçta bu hedeflerin ikisine de ulaşamamıştır. Uzayan kuşatma ve müzakere süreci şehri ele geçirmeye yetmediği gibi, AC 130 uçakları ile yapılan saldırılar Amerika’ya büyük tepki, direnişçilere ise sempati duyulmasına neden olmuştur. Çözüm olarak getirilen Saddam’ın eski generali, bunun kısa süre sonra değiştirilmesi, alandaki generaller ile Washington’un yaptığı açıklamalar arasındaki çelişkiler ABD Yönetimi’nin bir tür kararsızlık ve hatta panik içinde olduğunu düşündürtmektedir. Abu Ghraib il ilgili gelişmeler bu izlenimi daha da güçlendirmektedir.
Sonuç olarak ABD Yönetimi başta reddettiği hemen her tercihe (BM, asker sayısını arttırma, Sistani ile daha yapıcı diyalog, Baas’tan arındırmayı sınırlı tutma, Yönetici Konsey’e temsil gücü olan kişileri alma) dönüş yapmak istemektedir. Ama bundan bir yıl ya da altı ay önce doğru olabilecek bu tercihler şu anda bir güçsüzlük ve çaresizlik imajı oluşturmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 06 Mayıs 2004
Abu Ghraib ve Ötesi - 2
Savunma Bakanı Rumsfeld Kongre’deki ifadesinde sanki olayların kendisinden değil de kamuoyuna yansımasından rahatsızlık duymuştur. Belki de ilk başta “rüşvetin belgesi olmadığı” gibi işkencenin de olmayacağı düşünülmüş olabilir. Bir görüşe göre Rumsfeld’in 11 Eylül sonrasında başta Guantanamo’dakiler olmak üzere Amerika’nın gözetim altında tuttuğu kişilerin hukuki haklarını kısıtlamaya yönelik eğilimi, direk olarak değilse bile dolaylı olarak bu tür gelişmeleri daha mümkün kılmıştır. Ayrıca, Genel Kurmay Başkanı Myers’ın, olayın ciddiyetinin CBS televizyonu tarafından yayınlanmasını engellemeye çalışacak kadar farkında olmasına rağmen Rumsfeld’e haber verme gereği duymamış olduğuna inanmak zordur. Bu arada Bush Beyaz Saray’ı belki bir yandan Rumsfeld’in istifasının Yönetim’in ve ABD’nin prestij kaybını durduracağını hesaplarken, öte yandan da bu istifanın rakiplerinin iştahını daha da kabartacağından ve arkasının da gelebileceğinden endişelenmektedir. Rumsfeld’i istifaya zorlamak, bir anlamda Bush’un baştan beri yaptığı bir çok şeyin yanlış olduğunun kabulü olarak görülebilir. Ayrıca, düşük bir ihtimal olmakla beraber, görevden alınmayı hazmedemeyecek bir Rumsfeld Yönetim’in işleyişi ile ilgili olarak zarar verecek bazı açıklamalarda bulunmaya kalkabilir. Ancak, önümüzdeki dönemde yapılan kötü muamele ve işkence ile ilgili daha da çarpıcı görüntüler basına sızar, bunların “münferit olaylar” olmanın ötesinde üst düzey yetkililer tarafından teşvik edildiği ya da göz yumulduğu ortaya çıkar ve en baştan beri Savunma Bakanı ile ilişkileri sorunlu olmuş karacı generaller medyaya daha çok konuşmaya başlarlarsa Bush Rumsfeld’den ayrılmasını isteyebilir.
Bunun gerçekleşmesini zorlaştıran başka bir faktörse, istifa etmesi halinde Rumsfeld’in yerine ilk etapta generallerin belki daha da çok tepki duyduğu Wolfowitz’in gelecek olmasıdır. Seçimden önce yeni bir Bakan bulunsa bile bu yeni Bakan’ın Kongre’de onaylanma süreci bir anda Yönetim’in başta Irak olmak üzere güvenlik politikalarının şiddetle eleştirildiği bir medya olayına dönüşebilir ki seçime aylar varken bu Beyaz Saray’ın isteyeceği en son şeylerden biri olacaktır. John Kerry ise bilinçli olarak bu konuyu çok fazla vurgulamaktan kaçınmaktadır. Demokrat stratejistler bunun geri tepebileceğinden korkmaktadırlar. Ayrıca belki de Kerry’nin bu konuyu öne çıkarmasına gerek yoktur, zaten konu medyada çok kapsamlı olarak işlenmektedir. Kerry için bir başka risk de, Rumsfeld’in daha saygın biri ile değiştirilmesinin Bush Yönetimi’nin yıpranmışlığını azaltabilecek olmasıdır. Rumsfeld’in istifasında çok ısrar etmek partizan bir görüntü verebilir. Kerry için en optimal olan şey Irak olayının ve hapishane skandalının yeni ayrıntılar ve başarısızlıklarla, kendi çok karışmadan, gündemde kalmaya devam etmesidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 04 Mayıs 2004
Abu Ghraib ve Ötesi
Amerikan medyasının da büyük ölçüde kabul ettiği gibi Abu Ghraib hapishanesindeki görüntüler Amerika’nın sadece Irak ve Orta Doğu projesini değil genel olarak dünya hegemonyasının moral ayağını ciddi ölçüde zayıflatabilir. Bu görüntülere en çok sevinenlerden biri de herhalde Bin Laden’dir. Bu görüntülerin “münferit hadiseler” olmayıp sistematik bir uygulamanın sonucu olduğu, üst düzey tarafından bilinmesine rağmen üstüne gidilmediği ve hatta üstünün kapatılmaya çalışıldığı şeklindeki mevcut izlenimi doğrulayacak yeni ayrıntılar ortaya çıkarsa, Abu Ghraib’in etkisinin uzun dönemli olacağı iddia edilebilir. Bir süredir belli olan bir şey son olaylarla daha da netleşmiştir: Bush Yönetiminin Orta Doğu’da rejimleri güç kullanarak değiştirme isteği görünür bir gelecek için rafa kaldırılmıştır. Bu durum Bush seçimi kazansa bile değişmeyebilir. Ancak yine de bu olaylar ile ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin “ölü doğduğunu” iddia etmek doğru olmayabilir. Hatta, paradoksal olarak, bu olaylar ABD’yi, Arapların “yara almış onurlarını tamir etmek” ve “gönüllerini almak” için şimdiye kadar atmadığı bazı adımları atmaya zorlayabilir. Bunun küçük bir işareti, başka bazı nedenleri olsa da, Beyaz Saray’ın Şaron’un planına verdiği desteği “kısması” ile gösterilmiştir. Ancak elbette bu, Abu Ghraib ile ilgili gelişmeler üzerine atılmış taktik bir adımdan ibaret olabilir.
“Bu tür olaylar, belki bu kadar ‘ileri’ düzeyde olmasa da, Türkiye dahil başka Orta Doğu ülkelerinde ve Saddam Dönemi Irak’ın da yaşanmıyor mu? O zaman bunlara karşı tavır almayanların şimdi ABD’yi kınama hakları yoktur,” ya da, “en azından Amerikan basını işin üstüne gidiyor, Kongre de işin peşini bırakmıyor” şeklindeki ifadeler kendi başına doğru ise bile, istenmeden de olsa ABD’nin işlediği “suçu” normal karşılama ve rasyonelleştirme gibi sonuçlar verebilir. Olaylar ortaya çıkınca gözaltındaki binlerce tutuklunun serbest bırakma kararının alınabilmesi aslında bu kişilerin büyük ihtimalle masum olduğunun bu muameleler sırasında bile bilindiğini düşündürtmektedir. Yani belki de suçlu olmadıkları bilinen kişilere “her ihtimale karşı” böyle bir muamele yapılmıştır. Burada, 11 Eylül sonrasında Alan Dershowitz gibi hukukçuların tartışmaya açtığı, “çok büyük bir terör eylemini engellemek için işkenceye başvurulabilir mi?” tartışmasından öte bir şey söz konusudur. Burada işkencenin bir “zorunluluk” ya da “görev” olmanın ötesinde sapıkça bir zevkin kaynağı olarak görülmesi, cinsellik unsurunun öne çıkması, ırkçı temalar içermesi, özgürlük getirdiğini iddia eden bir güç tarafından uygulanması, olayın grafik olarak görülmesi, işin içine girenlerin rahatlığı (bazı resimlerde onun üzerinde Amerikan askeri ‘her şey çok normalmiş gibi’ ortada dolanmaktadır- sayısı ve “yüz ifadeleri,” muameleyi yapanlarla buna maruz kalanlar arasındaki din ve ırk farkı, muameleyi yapanların işgalci olması olayı farklılaştırmaktadır. Ayrıca ABD’ye karşı daha ileri standartlar uygulanması da yanlış değildir. Çünkü her şeyden önce ABD kendisi diğer ülkelerden üstün moral standartlara sahip olduğunu iddia etmekte ve daha da ötesi bunu dış politikasının bir unsuru olarak kullanmaktadır. Ayrıca Rumsfeld’in de ifade ettiği gibi, bir işkence haberini okumakla onu “görmek” arasında çok büyük vardır. Bu olayla beraber işkence aleyhtarı hareketin güçlenmesi ve ABD’deki hapishaneler de dahil olmak üzere tüm dünyadaki cezaevlerindeki koşullara daha fazla dikkat edilmesi beklenebilir. Gerçi bu arada bazı baskıcı rejimler, “ABD de yapıyormuş, demek bu o kadar garip değil” diye düşünseler de, işkence dünya kamuoyunun vicdanında çok net bir şekilde lanetlenmiştir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 03 Mayıs 2004
Irak’ta Güvenlik Durumu
Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü yazan Edward Gibbon tarihin “suçlar, budalalıklar ve felaketler” dışında fazla bir şey içermediğini söylerken belki bir parça abartmış olabilir ama insan Irak’ta olanlara bakınca aslında ünlü tarihçinin bildiği bir şeyler olduğunu düşünmektedir. Irak’ta “iyi şeyler de olmaktadır” ama genel trendin olumsuz olduğu artık en iyimser gözlemciler tarafından bile kabul edilmektedir. Güvenlik durumu koalisyon güçleri için en kanlı ay haline gelen “zalim” Nisan’da ciddi derecede bozulurken, ekonomik ve siyasi yeniden inşa süreci yer yer durma noktasına gelmiştir. Çalışanlar işlerine gitmekte tereddüt etmektedir. Uluslararası kurumlar, yabancı yatırımcılar, taşeronlar ve sivil toplum örgütleri ülkeden çekilmek üzeredirler. Bu arada 35 ülkeden oluşan “gönüllüler koalisyonu”nun, aslında “dava”ya inananlardan çok kazananın yanında olmak isteyen ya da onun karşısında durmaktan çekinen “incir yapraklarından” oluştuğu iyice ortaya çıkmıştır. Koalisyonun Anglo-Sakson nüvesi dışındaki üyelerinin Irak’taki asker sayısı toplamın sadece yüzde onu kadardır. Tanımlanması zor ve tartışmalı olsa da, “meşruiyet” denen şeyin, belki savaşı değil ama barışı kazanmak için gerekli olduğu fikri artık daha geniş kabul görmektedir.
Uzun süre güvenlik sorununun ilacı olarak görülen “Iraklılaştırma” ise ilk başta kulağa hoş gelmesine rağmen kesin denebilecek derecede başarısız olmuştur. Son dönemde Irak güvenlik güçlerinin düzeni tesis etmede ciddi bir rol oynamaya teknik, zihinsel ve moral nedenlerle hazır olmadıkları iyice ortaya çıkmıştır. Bu grup büyük kısmı yeterince eğitim almayan, kendileri ve ailelerini güvende hissetmeyen, kendilerine güvenmeyen, işgale karşı karışık duygular besleyen, Amerikalılar tarafından kullanıldıkları, zor görevlere ve ateşin altına sürüldüklerini düşünen kişilerden oluşmaktadır. Son dönemde bunların azımsanamayacak bir kısmının, göreve gitmeme, direnişçilerle savaşmayı reddetme, taraf değiştirme, koalisyon aleyhine casusluk yapma ya da mafyavari bir yapıya dönüşme gibi yollara girdikleri görülmektedir. Koalisyon devriyeleri önce azalmış, sonra Amerikalı askerler sokaklarda nerdeyse tamamen görülmez olmuştur. Amerika’nın güvenlikle ilgili faaliyetleri, istihbarat açısından sorunlu olduğu için çözdüğünden fazla problem yarattığı düşünülen baskınlar ve zırhlı araçlarla hızlı bir şekilde ve seyrek olarak yapılan devriyelerle sınırlı kalmaktadır. Bunun sonucunda sokaklar direnişçilere ve yasadışı mafyavari unsurlara kalmıştır. İşgal sonrasında oluşan karmaşa, direnişe karşı uygulanan ama arada “kurunun yanında yaşın da yandığı” orantısız güçle beraber halkın koalisyona yönelik bakışını olumsuz olarak etkilemiş ve giderek Amerikalıların Iraklıların güvenlikleri ile ilgilenmedikleri ve sadece kendilerini düşündükleri imajının yerleşmesine neden olmuştur. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)