$BlogRSDURL$>
Şanlı Bahadır Koç, 26 Ağustos 2008
Demokrat Başkan adayı Barack Obama yardımcılığı için tecrübeli senatör Joe Biden’ı seçmiş olmasına birkaç açıdan bakılabilir. Başkan adayları yardımcı tercihlerini yaparken siyasi, coğrafi ve kişisel değişik faktörleri dikkate alabilirler. Bir kısmı seçimi kazanmaya yardım edecek, bazıları seçildikten sonra yönetme konusunda kendilerine katkı yapacak, başka bazıları da bir iki konudan oluşan portföyü dışında fazla ayak bağı olmayan ve resmi törenlere ve cenazelere katılmakla yetinen bir yardımcı isteyebilirler. Clinton’ın yardımcısı Al Gore Rusya, çevre, teknoloji gibi konularda koordinatörlük yaparken genel politika sürecine de katkı yapan bir yardımcı olmuştu. Ardından gelen Dick Cheney ise başkan yardımcılığı kurumu ile ilgili tüm geleneğin dışına çıkarak özellikle dış politika sürecine neredeyse tamamen hakim bir performans sergiledi. Bunun yeni bir geleneğin başlangıcı mı olduğu yoksa Başkan Bush’un yetersizliği ve ayrıntılara olan ilgisizliği, Cheney’nin bürokratik yetenekleri ve ihtirasları, 11 Eylül’ün yarattığı atmosfer ve Irak Savaşı’nın merkeziliği gibi tekrarlanması güç faktörlerin sonucu mu olduğunu söylemek zordur Ama muhtemelen Obama Biden’ın yeni bir Cheney olmasına izin vermek istemeyecektir. Biden özellikle dış politika karar alma mekanizmasının önemli bir unsuru olabilir ama Cheney gibi bu süreci kontrol etmesini beklemek doğru olmayabilir. Obama Biden’ın kendi fikrini söylemekten kaçınmayacak, karar alma sürecine değişik bir perspektif getirecek olmasını önemsemiş olabilir. Ayrıca Biden’ın yaş itibariyle geleceğe dönük bir siyasi ihtirasının olmayacağını düşünmek de Obama’yı rahatlatmış olabilir.
Yardımcılarının seçimi kazanmaya katkısı bazen adayın zayıf olduğu düşünülen bir yanı güçlü olması veya beraberinde “çeyiz” olarak önemli bir eyalet ya da bölgenin oylarını getirmesi şeklinde olabilir. Amerika’daki partiler birer koalisyon olduğundan yardımcıların başkan adayının mensup olduğu grubun dışındaki alt bir gruptan gelmesi de parti tabanının o kısmını mutlu etmeye dönük olabilir. Kuzeyli adaylar siyasi ve kültürel açıdan önemli farklılıkları olan Güney’den oy almalarına yardım edeceğini düşünerek bu bölgeden yardımcı seçmeye çalışırlar. Kennedy-Johnson ortaklığı bunun klasik bir örneğidir.
Biden’ın temsil ettiği değil ama doğum yeri olan Pennsylvania son birkaç seçimde olduğu gibi bu kez de yarışın yakın geçeceği düşünülen en büyük eyaletlerden biridir. Ama Obama’nın Biden tercihinde ise coğrafi mülahazalardan çok dış politika alanındaki açığını kapatma isteği etkili olmuş görünmektedir. Bu kararda bir ihtimal son Kafkas krizinin de rol oynamış olması mümkündür. Biden bir yandan mantıklı bir seçim gibi değerlendirilebilir ama öte yandan da Obama’nın dış politika konusunda yetersiz olduğunun kendisi tarafından da kabulü şeklinde yorumlanabilecektir. İşin ilginci Obama aslında kendisinden çok daha tecrübeli olan McCain’e göre dış politika ve güvenlik alanındaki muhakeme gücünün daha üstün olabileceğine dair bir çok örnek sundu bile. En son Gürcistan krizinde de McCain’in saldırgan ayılabilecek üslup ve önerilerine kıyasla daha ölçülü, nüanslı ve akl-ı selim bir çizgi tutturdu. Bu konuda başka bir paradoks da Irak konusunda yaşanıyor. Amerikan halkının önemli bir kısmı aynen Obama gibi savaşın bir hata olduğunu ve Amerikan askerlerinin çekilmesi gerektiğini düşünüyor. Buna rağmen aynı Amerikan halkı savaşı başından beri –bazılarına göre Başkan Bush’tan bile fazla- hararetle destekleyen ve “Amerikan askerlerinin gerekirse 100 yıl bu ülkede kalabileceğini” söyleyen John McCain’e Irak konusunda daha fazla güvendiklerini belirtiyor.
Joe Biden’ın hem Obama’nın işini zorlaştırabilecek hem de Türkiye’de olumsuz şöhrete sahip olmasının nedenlerinden biri de, Irak’ta işlerin Washington açısından iyice umutsuz göründüğü dönemde New York Times’ın eski yazarlarından ve Council on Foreign Relations’da da başkanlık yapmış olan Leslie Gelb’le beraber Irak’ın gevşek bir federasyon şeklinde üçe bölünmesiniSurge adı verilen Irak’ta asker artırımı ve Sünni aşiretlerle güvenlik alanında yapılan uzlaşmalardan sonra yaşanan düzelmeden sonra ise bu konuyu pek gündeme getirmedi. Şimdi McCain ekibi “Biden Irak’ta yenilgiyi kabullenmişti. Biz ise sonuna kadar mücadele edilmesini savunuyorduk ve haklı çıktık” söylemini kullanacaktır. önermiş olması. Biden
Biden’ın tecrübesi, “Washington hayat bilgisi”, işçi sınıfı kökleri, mücadeleci ve hatta kavgacı karakteri ve üslubu, bazılarınca fazla elitist, ”kibar” ve yumuşak bulunan “çaylak” Obama’nın bu özelliklerini dengeleyebilir. Öte yandan gaf yapmaya meyilli oluşu, çok da uzak olmayan bir zamanda söyledği “Obama’nın henüz Başkan olmaya hazır olmadığı” yolundaki sözleri problem yaratabilir. Delaware senatörünün Katolik oluşunun ise Obama’ya nispeten mesafeli duran bu kesimi kazanma konusunda getirisi olabileceği gibi, bazı Protestan seçmenlerin de bu siyah-Katolik ortaklığına biraz uzak durmalarına neden olabilir. Ayrıca bir görüşe göre de Biden’ın başkent tecrübesi de Obama’nın “Washington’da siyaset yapma yönetimini değiştirme” yönünde verdiği “değişim” mesajını zayıflatabilir. Başka bir açıdan bakıldığında ise Biden’ın tecrübesi ve gelenekselliği Obama’nın bazılarına korku veren “yeniliğini” dengeleyebilir.
Bu noktada en önemli ve cevabını şu an bilmemiz mümkün olmayan soru Obama’nın yardımcısı olarak Hillary Clinton’u seçmemiş olmasının kendisine seçimlere ne kadar oya mal olacağıdır. Şu anda yapılan kamuoyu yoklamaları Clinton taraftarlarının azımsanmayacak bir kısmının McCain’e yönelebileceğini göstermektedir. Clinton’un Demokrat Parti konferansında yapacağı konuşma Obama’yı ne ölçüde sahipleneceği ve bunu sözlerin ötesinde vücut diliyle ne kadar destekleyeceği önemli olabilir. Öte yandan başka bir yoruma göre ise ön seçimlerde Clinton’ı destekleyenlerin önemli bir kısmı bunu sadece Clinton’ı beğendikleri için değil Obama’yı kendilerine çok uzak gördükleri için yapmışlardır. İyimser bir değerlendirme ise seçim yaklaştıkça ve özellikle ekonomik konularda iki parti arasındaki farklar belirginleştikçe bu kesimlerin de istemeye istemeye de olsa sonuçta Obama lehine oy kullanacakları yönündedir.
Obama yardımcı olarak Clinton’u seçse Demokrat Parti seçime çok daha güçlü bir birliktelik içinde girebilirdi. Ama Illinois senatörü ve ekibi muhtemelen bu tercihin seçimi kazandıktan sonra başlarına problem olacağını düşündüklerinden ve seçimi Clintonlar olmadan da kazanabileceklerini hesapladıklarından Biden’ı seçtiler. Obama Clinton’u seçse gözlemciler belki de kendini zayıf hissettiği düşüneceklerdi. Ayrıca bu tercihi kamuoyu yoklamalarının bazılarında McCain’e karşı geri düştüğü bir anda yaptığı için seçimi kazansa bile bunda Clinton’un önemli bir rolü olduğu düşünülecekti ve Obama bunun otoritesi ve hareket serbestisini kısıtlayabileceğinden endişe etmiş olabilir. Cumhuriyetçilerin geleneksel olarak güçlü olduğu bir çok eyalete de göz dikmiş olan – ve bu nedenle bazı seçim stratejistleri tarafından eleştirilen- Obama yardımcısı olarak eğer Virginia Valisi Tim Kaine, Kansas Valisi Kathleen Sebelius veya Indiana Senatörü Evan Bayh gibi nispeten daha az tanımış isimlerden birini seçseydi bunun ulusal çapta çok sınırlı olumlu bir etki yapacağını düşünmüş gibi görünmektedir.
Obama’nın özellikle Orta Doğu’ya yönelik sahip olduğu düşünülen vizyonu ile Türkiye’nin çıkarları ve eğilimleri arasında aslında önemli bir paralellik mevcut gibi görünmektedir. Obama’nın amaçları arasında yer alacak gibi görünen, Irak’tan kontrollü, sorumlu ve başarılı bir şekilde çekilme, İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye barışı, İran’la savaş yerine diplomatik çözüm, Kafkaslar’da istikrar, terörle askeri yöntemler dışında da mücadele, İslam dünyası ile barışma, Orta Doğu’da demokrasiyi güçle değil başarılı örneklerle ve zamana yayarak teşvik etme, alternatif enerji enerji hatları geliştirme, Afganistan’a öncelik verme ve yumuşak gücün daha etkili kullanılması gibi adımların Türkiye’nin desteği ile çok daha kolay ve etkin bir şekilde atılabileceği açıktır. Ancak bu müspet görüntü Obama Yönetiminin ilk aylarında çok ciddi ve belki de kolayca onarılamaz bir şekilde yara alabilir. Yeni yönetimlerin genelde görevlerinin ilk aylarında gaflar ve hatalar yaptıkları tecrübeyle sabittir. Obama seçilirse onun ilk hatalarından bir olmaya aday konulardan biri de Kongre’den Ermeni konusunda Türkiye aleyhine çıkabilecek bir karara karşı yeterince güçlü bir şekilde tavır almaması olabilir. Hem kendisinin Ermeni lobisine taahhütleri, hem de Biden’ın kariyerinde -danışmanları arasında Tony Blinken gibi Türkiye’yi yakından bilen kişiler olmasına rağmen- Türkiye konusunda tutarlı şekilde sergilediği menfi yaklaşım dikkate alındığında bunun ciddi bir risk olduğu görülmektedir.
Bu kurumdaki tecrübesi düşünüldüğünde Biden’ın Yönetimin Kongre ile ilişkilerinin en önemli ismi olması sürpriz olmaz. Biden’ın Ermeni tasarısı gibi konularda Obama’ya, a) sınırlı siyasi sermayemizi bu konu için harcamayalım, b) karar çıksa da bir şey olmaz, Türkler bize zarar verebilecek bir adım atmaya cesaret edemezler, veya c) ancak karşılığında Türkiye’den bir şey alırsak engellemeye çalışalım türünde telkinlerde bulunması beklenebilir. Tarih akıllıca olmayan tercihler, kaçırılan fırsatlar ve gereksiz çatışmalarla doludur. İşin ilginci bunların önemli bir kısmının müsebbibinin de akıllı, kültürlü ve tecrübeli liderler oluşudur. Türkiye’nin şimdiden üzerinden düşünmesi gereken konu bu tür bir kararın ikili ilişkilerin geneli ve özelde de İncirlik konusunda çok ciddi ve potansiyel olarak geri çevrilemez sonuçları olacağı mesajını yeni yönetimin en iyi anlayacağı şekilde nasıl iletileceğini tasarlamak olmalıdır. Ankara’nın beraber bir çok iş yapabileceği bir Amerikan yönetimi ile gereksiz bu tür bir kaza yaşamaması için yaratıcılık ve kararlılığı harmanlaması gerekecektir.
ABD dış politikası, Orta Doğu, Türkiye ve Ötesi
Şanlı Bahadır Koç,