G-ABD 20 Eylül 2004
ABD, İran ve Türkiye
Önümüzdeki dört yılın Amerikan dış politika gündeminde çok önde bir yer tutmaya aday olmasına rağmen İran ABD seçim kampanyasında şaşılacak kadar
az yer tutmaktadır. İki adayın da İran konusunda ne yapacakları konusunda ikna edici bir planının olduğu söylemek güçtür. ABD’nin Irak harekatının amaçlarından birinin İran’a karşı somut bir caydırıcılık sağlamak olduğu ifade edilmekteydi. Ancak bunun istenilen sonucu verdiğini söylemek şu an için zordur. Belki önümüzdeki yıl iyice tırmanması beklenebilecek gerginlikte “Irak emsali” İran rejimini bazı ekonomik ve askeri garantiler almak karşılığında geri adım atmaya itecek faktörlerden olabilir. Ama şu an görünen, Irak harekatının, 1) İran rejiminin nükleer silah sahibi olma konusundaki tereddütlerini ortadan kaldırdığı, 2) ABD’yi, derecesi kolayca abartılmaya müsait olsa da, Irak’ta İran ile bir tür karşılıklı bağımlılık ilişkisine soktuğu ve opsiyonlarını kısıtladığıdır. ABD bir yandan Irak’taki askeri varlığı ile İran’a coğrafi olarak yaklaşmıştır ama öte yandan da Irak’ta İran’ın karşı darbelerine açık hale gelmiştir. ABD’nin Kasım ayında seçilecek Başkanını en çok meşgul edecek sorulardan biri, eğer ABD İran’a karşı tek başına veya İsrail ile bir askeri harekat düzenlerse ya da kendi sınırlı desteği ile İsrail’in buna yapmasına izin verirse, bunun sonucunda başta Irak olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde İran destekli terör dalgasına hedef olmaktan ne derece çekinilmesi gerektiği olacaktır. İran’ın özelikle Irak’ı ABD için tahammül edilemez bir cehenneme çevirebileceği iddiaları ne ölçüde gerçeği yansıtmaktadır? Yeni Başkanın ayrıca askeri bir harekatın tamamen başarılı olmaması, ABD ile Avrupalı müttefikleri ile tekrar karşı karşıya getirmesi ve İsrail’in harekata dahil olması durumunda bunun Orta Doğu’da yaratacağı karmaşa gibi ihtimalleri de değerlendirmesi gerekecektir.
Türkiye açısından bakılacak olursa, İran’a askeri müdahale konusunda neredeyse kesin olarak Ankara’nın kapısının çalınacağını, ortak harekat önerileceğini, bu olmazsa da üslerini açmasını ya da en azından hava sahasından geçiş izni istenmesini bekleyebiliriz. Şu anda görülen Türkiye’nin bu tür taleplere olumlu cevap vermesinin çok uzak olduğu şeklindedir. AB süreci Türkiye’nin bu tür konulardaki tercihlerini muhtemelen “eski” Avrupa’nınkine daha çok yaklaştıracaktır. Müzakerelerin başlaması durumunda Türkiye’nin bölgesel konularda yaşanacak transatlantik tartışmalarda istese dahi çok fazla ABD yanlısı pozisyonlar alamayacak olması beklenmelidir ki bu durum
ABD’nin gerçekten Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini inanmayı güçleştirmektedir. Bu arada Yasemin Çongar’ın seçim kampanyasında etkili olan ama Bush’un mu yoksa Kerry’nin ekibinde olduğu belli olmayan birinin ağzından Alman Büyükelçisi aracılığıyla dolaylı olarak aktardığı
aşağıdaki sözler anlamlıdır: “AB'den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye'yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak'a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz.” Acaba Türkiye’nin AB üyeliği süreci ABD için Türkiye’yi K. Irak’tan uzakta tutmak gibi önemli ama geçici bazı faydalar sağlamakta olabilir ve tahminen önümüzdeki bir-iki yıl içinde bu gereklilik ortadan kalktıktan sonra ABD Türkiye’nin AB sürecini engelleme işini kaldığı yerden devam etmeyi planlıyor olabilir mi? (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)