TurcoPundit
1. Demokrat Parti Başkan adayı John Kerry parti kongresinde dün
yaptığı konuşmada Amerikan halkına şahin bir liberal ve güvenilir bir “başkomutan” olacağı mesajını vermeye çalıştı. Şimdiye kadar kendisi hakkında oluşan imajın aksine zaman zaman duygulu bölümler içeren konuşma genelde beğenilirken yeterince ayrıntılara girmemesi ve Irak konusunda pozitif bir vizyon ortaya koymaması ve bu ülkenin demokratikleşmesi sorununu nasıl çözeceğine değinmemesi eleştirilere neden oldu. Kerry konuşmasında “bir daha barışın nasıl kazanılacağı hakkında bir plan olmadan savaşa girilmeyeceği” sözünü verdi ve Amerika “istediği zaman değil zorunda kaldığı zaman savaşır ” dedi. Kerry kendisi hakkında net olmadığı şeklindeki eleştirilere ise dünyanın karmaşık bir yer olduğu ve basit sloganlarla anlaşılamayacağını ima ederek cevap verdi. Konuşma sırasında Clinton dönemi Hazine Bakanı Robert Rubin’in Kerry’nin eşinin yanında oturması Wall Street’e bir mesaj olarak kabul edildi
2. John Kerry seçilmesi halinde Camp David barışının mimarı eski Başkan Jimmy Carter’ı Orta Doğu özel temsilcisi olarak atamayı
düşünüyor. Cumhuriyetçilerin üçte ikisi Filistinliler’e oranla İsrail’e daha çok sempati duyduklarını söylerken sadece yüzde 8’i Filistinliler’e daha çok sempati duyduklarını belirtiyor. Amerika’daki Yahudi seçmenlerin yüzde 80’i Demokrat Parti’ye oy verirken genel olarak Demokrat Parti seçmeni içinde Filistinliler’e İsrail’le eşit ya da daha fazla sempati duyduklarını söyleyenlerin oranı ise yüzde 54.
3. Pakistan 1998’de Afrika’daki iki Amerikan elçilik binasına karşı düzenlenen saldırılarının anahtar isimlerinden olduğu ileri sürülen üst düzey bir El Kaide yetkilisini
yakaladı. Bundan bir ay önce The New Republic dergisi Pakistan istihbarat kaynaklarına dayanarak Bush Yönetiminin El Kaide liderlerinin seçimlerden önce ve özellikle de Demokrat Parti Kongresine rastlayan Temmuz’un son üç günü içinde yakalanması konusunda baskı yaptığını
yazmıştı. Dergi yakalamanın “birkaç gün önce” yapılmasına karşın bunun duyurulmasının John Kerry’nin konuşmasından sadece saatler önce yapılmasına dikkat çekiyor.
4. Irak Ulusal Konferansı iki hafta süreyle ertelendi. Erteleme önerisinin BM’den yetkililerinden geldiği belirtiliyor. Konferansın ertelenmesinin nedenleri arasında güvenlik probleminin yanında katılacakların seçilmesi sürecinin “kaotik ve adaletsiz” olduğu yönündeki eleştirilerin de olduğu söylenebilir. Ayrıca Irak halkının bu konferansla ilgili yeterince bilgi sahibi olmadığı belirtilmektedir. Irak halkının Geçici Yönetime tanıdığı iyi niyet kredisinin azalmaya başladığı ifade edilmektedir. Bu arada Colin Powell Irak’a sürpriz bir
ziyaret yaptı. Gezi Irak’a Geçici Yönetimi’ne yönelik bir destek jesti olarak kabul ediliyor.
5. Kıbrıs Rum yönetimi, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Kuzey Kıbrıs’taki Türk askeri kuvvetlerinin elindeki ABD yapımı silahların, yasal şekilde Ada’da bulunduğunu açıklamasına nota ile
tepki verdi.
6. ABD 2 ağustos 1990'dan bu yana Irak’a karşı uyguladığı
ambargoları kaldırdı.
7. İsrail-ABD ortak yapımı ve
“dünyanın tek füze savunma sistemi” olarak kabul edilen yapılan Arrow Scud füzesine karşı yapılan denemede başarılı oldu. Scud füzesi savunma sisteminin Yeşil Çam adlı radarı tarafından tespit edilip tanındıktan sonra gönderilen füze ile vuruldu. Bu radarın 7. füzenin ise 12. denemesiydi.
8. İran'a yeni yaptırımların gündeme gelebileceğini ima eden ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ''İran'ın nükleer faaliyet dosyasının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne intikal etmesi olası''
diye konuştu.
9.
Arap-Amerikalıların yüzde 60’ı 11 Eylül sonrası gelişmeler nedeniyle ailelerin geleceğinden endişe duyuyor. Daha önce Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermeye eğilimli olan ve
2000 seçimlerinde yüzde 70’i Bush’a oy veren bu kitlenin bu seçimde Demokrat Parti’ye yönelmesi bekleniyor.
10. Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te ABD ve İsrail elçilikleri ile başsavcılığa yönelik koordine
bombalı saldırılar gerçekleşti.
G- ABD 29 Temmuz 2004
Kerry – Irak Müslümn Barış Gücü
1. Kerry ile Bush arasındaki yöneticilik stili farkı
giderek daha çok dikkat çekmektedir. Hızlı karar veren, sadece genel çizgiye bakıp ayrıntılarla ilgilenmeyen, çok az sayıda danışmanıyla tartıştıktan sonra karar alan, bir kere karar verdi mi bundan kolay dönmeyen ve risk almaya meyilli Bush’a karşılık Kerry’nin her olayı enine boyuna düşünen, nihai kararı mümkün olduğunca erteleyen, opsiyonlarını açık tutmaya çalışan, olabildiğince çok ve çeşitli kişiye danışan, ayrıntılara vakıf olmaya çalışan temkinli bir lider olduğu düşüncesi genel olarak kabul görmektedir. Seçim öncesi yapılan açıklama ve verilen sözlerin seçimden sonra anlamını kaybedebileceği ama kişilik, dünya görüşü ve karar varma yöntem ve tarzlarının iki lider arasındaki esas farkı oluşturduğu belirtilmektedir.
2. Yakın dış politika danışmanları seçilmesi halinde Kerry’nin müttefiklerle bozulan ilişkileri tamir etmeye çalışacağı ve Bush’tan farklı olarak çok taraflı kurumları gözardı etmeyeceğini
belirtmektedir. Kerry’nin ayrıca Amerikan ordusunu daha da güçlendirmek için özel kuvvetlere 40 bin daha ekleyeceği, barış operasyonlarının önemli unsurları olan askeri polis, sivil işler gücü gibi unsurları güçlendireceği belirtiliyor. Danışmanlarına göre Kerry sorunların çözümünde askeri gücün tek enstrüman olmadığının farkında olarak diplomasi, ekonomik güç ve Amerikan değerlerini daha çok kullanmaya çalışacak. Kerry ayrıca ABD’nin dış petrol kaynaklarına bağımlığının problem yaratığının farkında olarak bu bağımlılığı azaltmak için özel bir çaba harcayarak.
3. John Kerry’nin seçimi kazanması halinde Dışişleri Bakanlığı’na Richard Holbrooke’un gelme ihtimalinin arttığı
belirtiliyor. Türkiye’yi iyi tanıyan ve genel olarak sempati ile baktığı bilinen Holbrooke’un Avrupa ile ilişkilerin düzeltilmesi konusunda başarılı olabileceği belirtilmektedir. Holbrooke parlak, tecrübeli, pragmatik ve “enternasyonalist” bir diplomat olarak tanınıyor.
4. Cumhuriyetçi Parti’den bazı grupların Bush’un kazanmasını istemeyebileceği ya da en azından seçimi kaybetmesine çok fazla üzülmeyebilecekleri
iddia edilmektedir. Bunun nedenleri olarak da bu grubun Bush’un tersi tüm söylemine karşın yeterince muhafazakar olmadığını düşünmeleri, devleti küçültmek yerine büyütmesi, Kerry’nin son üç yılda çok yıpranan kendi dış politika gündemlerini daha rahat uygulayabileceğini düşünmeleri, Kongre’de Cumhuriyetçilerin üstünlüğü her halükarda devam edeceği bunun da Demokrat Parti’nin yasama alanında çok büyük değişikliklerde bulunmasına izin vermeyeceğini hesaplamaları ve bir süre muhalefette kalmanın 2008’de kendilerini yenileyerek daha güçlü dönmelerini sağlayacağını düşünmeleri olduğu iddia edilmektedir.
5. Suudi lider Prens Abdullah Colin Powell ile yaptığı görüşmede Irak’taki Amerikan askeri gücünün geri çekilmesi kolaylaştırma amacıyla İslam ülkelerinden bir güç kurulabileceği
önerisinde bulunmuştır. Riyad’ın bir süredir üzerinde çalıştığı ve Irak’a komşu ülkelerin yer almayacağı bu girişime henüz katılan ülke olmakla beraber Pakistan, Malezya, Cezayir, Bengladeş ve Fas’ın katılımının yüksek olduğu iddia edilmektedir. Yetki devrinden sonra ABD’nin Irak politikasını yürüten Dışişleri Bakanlığı olaya olumlu yaklaşmaktadır. Konunun Bush-Abdullah arasında yapılan telefon görüşmesinde de ele aldığı bildirilmektedir. Henüz ayrıntıları netleşmeyen girişime dahil olacak Müslüman kuvvetlerin mevcut BM kararı çerçevesinde mi yoksa yeni bir BM kararı ile Irak’a gelebilecekleri, mevcut koalisyon güçleri ile ilişkileri gibi konular da belli değildir.
5. Suriye Dışişleri Bakanı ABD ile ilişkilerinin gerilmesine rağmen diyaloğun devam ettiğini
açıkladı. Bakan bu diyaloğun sefirler dışında Kongre üyeleri ile gçrüşmeler ve iki Dışişileri Bakanı arasındaki mesajlaşm ile sürdüğünü belirtti.
6. Nixon Center’de Türk-Amerikan ilişkileri üzerine yapılan bir toplantıda ABD’nin eski Ankara elçisi Mark Parris Washington’un, İslam ülkeleri ve AB ile ilişkileri geliştiren AKP’nin dünya görüşü açısından ne kadar büyük bir değişiklik anlamına geldiğini fark edemediğini
belirtti.
7. İran doğalgazının Türkiye üzerinde Avrupa’ya taşınması projesi ile ilgili olarak ABD tarafından Türk basınına yansıyan uyarılar Başbakan’ın heyetindeki bir yetkili tarafından “kamuoyu ve medyayı yönlendirmeye yönelik bir provokatif girişim” olarak
değerlendirildi.
G-ABD 28 Temmuz 2004
Irak, Nato Ve ABD
Irak’ta Perşembe günü yapılacak
Ulusal Konferans Cumartesi’ye ertelenirken Konferansın Başkanı BM’nin yardımına ihtiyaç duyduğunu ve BM’nin kendisinden toplantının ertelenmesini istediğini belirtiyor. Konferansın düzenleneceği yer henüz açıklanmış değil. Ayrıca Kerkük’ten Konferansa katılacak grubun etnik dağılımı konusunda anlaşmazlık yaşanıyor. Önde gelen birçok Sünni ve Şii grubun Amerikan güdümünde olduğu gerekçesiyle Konferansa katılmaması bekleniyor.
Bu arada İstanbul’daki Nato zirvesinin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen ABD hala Iraklı güvenlik kuvvetlerinin Nato ülkeleri tarafından eğitilmesi konusunda Fransa engelini aşmaya çalışıyor. ABD ülke içindeki eğitim misyonunun bir an önce başlamasını isterken Paris bunun için 15 Eylül’de ülkedeki güvenlik durumu ile rapor hazırlayacak ikinci ekibin çalışmalarının beklenmesini istiyor. Eğitimi yapacak Nato gücünün ülkedeki Amerikan kuvvetleri ile ilişkileri, eğitimin şekli ve yapısı ve masrafları kimin karşılayacağı konuları da netleşmiş değil. Ayrıca Irak’ta Nato bayrağının kullanılıp kullanılmayacağı konusu da iki ülke arasında anlaşmazlığa neden oluyor.
John Kerry 11 Eylül Komisyonu’nun 18 ay daha görevde kalması ve yaptığı önerilerin hayata geçirilmesini gözlemlemesini
önerdi. İki Başkan adayı güvenlik konularında ciddi olduklarını kanıtlamak için Komisyon’un önerilerine önem verdiklerini gösterme yarışı içine girmiş görünüyorlar. Seçim öncesinde yeni bir saldırı olması halinde bu konuda yeterince ciddi görünmeyen aday sandıkta zarar görebilir. Kerry Komisyon konusunda atak davranarak ekonominin aksine güvenlik ve terörle mücadele konularında hala Bush’un gerisinde olan rakamlarını düzeltmek istiyor. Bu arada 11 Eylül Komisyonu’nun özel kaynaklardan finansman sağladığı ve her halukarda önümüzdeki yıl ikinci bir rapor hazırlayacağı bildiriliyor.
Kerry’nin yarın yapacağı konuşmada dış politika konusuna vurgu yapacağı düşünülüyor. Ancak Kerry’nin rakibi Bush’a karşı hedef küçültmek için fazla ayrıntıdan kaçınması ve geniş fırça darbeleri ile dünya ile barışma temasının altını çizmesi bekleniyor. Irak konusunda son dönemde Başkan Bush’un Kerry’nin bir çok önerisini hayata geçirmiş olmasının da Demokrat adayın manevra alanının daralttığı görülüyor. Ayrıca Kerry’nin Vietnam’da savaşmış olmasından ve Bush ve Cheney’nin savaşı desteklemelerine rağmen savaşa gitmekten kaçınmalarından bahsedeceği düşünülüyor. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 27 Temmuz 2004
Üsler, Irak ve Amerikan Siayaseti
NTV’nin bildidiğine göre Washington, Almanya’da konuşlanmış olan “48 adet F-16 uçağını İncirlik üssüne kaydırmak ve bu uçakları kısıtlamasız kullanabilmek istiyor.” ABD’nin denizaşırı askeri üs yapısında yapmayı planladığı değişikliklerin 2005 sonundan itibaren uygulamaya geçeceği düşünülmektedir. Bir devletin kendisine yönelik direk, ivedi ve ciddi bir tehdit yok iken kendi topraklarında başka bir devlete askeri üs izni vermesi çok hassas bir konudur. Bu konu ayrıntılı olarak çalışılmadan bir taahhüde girmemek gerekir. Ancak eğer ABD’nin üslerle ilgili talebi basına yansıyan türden şartsız ve geniş özgürlükler çerçevesinde ise kabul edilmesi yanlış olabilir. Bu konu ulusal güvenliğin de ötesinde ulusal egemenlik ile ilgilidir. Bu kadar önemli bir konuda kamuoyu bilgilendirilmeden ve ayrıntılı bir tartışma yaşanmadan karar vermekten veya taahhütlere girmekten kaçınmak gerekir.
Irak’ta Seçimlerin yapılacağı Ocak ayına kadar Allawi Hükümeti’ni denetleyecek 100 kişilik Ulusal Meclis’in seçileceği Ulusal Konferansın başarısının önünde terör saldırısı ihtimali, kilit siyasilerin boykotu, anlaşmazlık sonucu tıkanması veya dini partilerin hakimiyet kurması gibi riskler bulunuyor. Konferansın başarısızlığı ya da ertelenmesinin ABD’nin geçiş stratejisini zora sokabileceği belirtilmektedir. Sürecin başarılı olması ise Irak harekatının başarısız olduğunu düşünen Amerikalı seçmenlerin sayısını azaltabilir.
Amerikan toplumu NY Times’da muhafazakar yazar
David Brooks’un da dediği gibi çok hızlı ve hareketli geçen Bush Başkanlığı sırasında belki yoruldu ve biraz daha az hareketli bir dönem istiyor olabilir. Kerry oturaklı tavırlarıyla tam da bu dönem için uygun bir Başkan olabilir. Çifte açıkları (ticaret ve bütçe) açıklarını kapatacak, müttefiklerle barışacak, ülkeyi Bush’un vaad ettiği ama -11 Eylül’den hemen sonraki dönem hariç- gerçekleştiremediği şekilde birleştirecek, bilgili, tecrübeli, güven veren akıllı-uslu bir politikacı. Belki heyecan verici değil ama kavgacı da değil. Amerika yeni muhafazakarları arasında bazı bölünme işaretleri görülmektedir. Başını Irving Kristol’ün çektiği Weekly Standard ekibi ile American Enterprise Institute (AEI) ekibi arasında çatlaklar olduğu ve Çelebi olayı patladığında AEI’nin kendisini desteklemesine rağmen Weekly Standard’ın bu konuda sessiz kaldığı ve sonradan da Paul Bremer ile ilgili olumlu yazılara verdiğine
dikkat çekilmektedir. Kristol ekibinin Kerry’nin seçimleri kazanması halinde de bu yeni Yönetim üzerinde bir etkisi olabilir. AEI ise sadece dış politikada değil ekonomik ve sosyal politikalar aşısından Demokrat Parti’nin çok uzağında olduğu için aynı şansa sahip olmayacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 23 Temmuz 2004
11 Eylül Raporu: Dün açıklanan
11 Eylül Özel Komisyonu Raporu genel olarak kapsamlı, tarafsız, teksesli ve cesur olduğu şeklinde övgüler almaktadır. Rapor El Kaide’nin geçmişini, eylem yöntemlerini, 11 Eylül saldırılarının nasıl gerçekleştiğini, devlet kurumları ve Yönetimlerin hata ve eksikliklerini, aradaki dönemde hangi değişiklikler yapıldığını ve daha neler yapılması gerektiğini anlatmaktadır. Raporda ayrıca örgütün İran ve Irak rejimleriyle ilişkileri de analiz edilmektedir. Seçim yılı olması nedeniyle iki tarafın da kendi avantajına kullanmaya çalışması beklenebilecek rapor sadece Bush değil Clinton Yönetimi de El Kaide tehdidinin ciddiliğini tam olarak kavrayamamakla eleştirmektedir. Rapordaki öneriler
“Ne Yapmalı” ve
“Nasıl Yapmalı” şeklinde ikiye ayrılmış. Büyük ölçüde 1947’deki Ulusal Güvenlik Yasası ile Soğuk Savaş dönemi için dizayn edilmiş olan mevcut kurumlarda değişikliğin şart olduğunu belirten rapor, terörle mücadelede çaba birliğinin (unity of effort) şart olduğunu vurgulamaktadır. Rapor, teröristlere oldukları yerde saldırılması, terörizmin gelişmesini kaynağında engellenmesi, terör saldırılarına karşı korumanın daha etkin olması konusunda ayrıntılı öneriler içermektedir. Bunlar arasında Ortak Karşı-Terör Merkezi Kurulması, tüm istihbarat kurumlarından sorumlu kabine düzeyinde bir direktör atanması da yer almaktadır. Rapopra göre devlet kurumları arasında çok fazla gizlilik olmamalı, bilgi gizlenmek yerine kurulacak şebekeler vasıtası ile paylaşılmalıdır. Kongre’nin istihbaratla ilgili bir çok komiteye dağılmış denetleme görevi daha az komitede toplanmalı ve güçlendirilmelidir. Dış istihbarattan farklı olarak FBI ile ilgili temel bir değişiklik önerilmemektedir.
Bu önerileri ne zaman ve hangi ölçüde hayata geçirileceği muhtemelen seçim döneminin sonrasına da sarkacak tartışmanın konusu olacaktır. Bürokrasinin neredeyse evrensel sayılabilecek “para ve yetkiyi kaptırmama” içgüdüsü önerilen reformları yavaşlatabilir ya da sulandırabilir. Burada siyasi iradenin göstereceği liderlik belirleyici olacaktır. Bu arada
siyasi sistemi ve karşı karşıya olduğu terör tehdidinde farklılıklar olsa da Türk devletinin de bu raporu ayrıntılı olarak etüd etmesi doğru olabilir. Ayrıca Türkiye’de de bilgili, tecrübeli ve prestijli kişilerden oluşan ve ülkenin önemli sorunları hakkında yapılacak tartışmaları zenginleştirecek benzeri partiler-üstü komisyonların kurulması düşünülebilir.
Sırada İran mı Var? Yeni muhafazakarların en etkili kalemlerinden Charles Krauthammer
Washington Post’taki “Şer İttifakı, Bölüm İki” adlı köşesinde İran’ı kastederek “acaba yanlış ülkeyi mi işgal ettik” sorusuna cevap arıyor soruyor. Yazar, Irak’a kıyasla El Kaide ile ilişkisi daha ileri düzeyde olan, bu örgütün militanlarına transit geçiş izini veren ve halihazırda bazı örgüt üyelerini “misafir eden” İran’ın Irak’a nispetle daha güçlü bir orduya sahip olan çok daha ciddi bir devlet olduğunu ve bu ülkeyi işgal etmenin kıyaslanamayacak kadar büyük güçlükleri olacağını belirtiyor. Ancak Bush’un bu ülkeyle ilgili olarak “çok taraflı” çözümleri denediğini ama bu çabaların başarısız olduğunu söyledikten sonra iki yıl önce KİS peşinde olan beş ülke olduğunu, Irak’ın askeri yöntemlerle, Libya’nın korkutularak bu listeden çıkartıldığını, zayıf Suriye’nin İsrail tarafından caydırıldığını, K. Kore’nin ise bu silaha sahip olarak artık dokunulmaz hale geldiğini, sonuçta da geriye İran’ın kaldığını yazıyor. Yazar, “İran’la ilgili ne yapılabilir” sorusuna sadece iki cevap olduğunu, bunlarında alttan gelen bir devrim ya da nükleer tesislerin vurularak yok edilmesi olduğunu belirtiyor. Krauthammer uzun süredir beklenen devrimin gerçekleşmediğini, bunun da geriye ön alıcı askeri harekat dışında bir seçenek bırakmadığını ve bu “kirli işi” İsrail’in yapmasının beklenmesine rağmen mesafenin uzaklığı ile radar ve hava savunma sistemlerinin yirmi yıl öncesine oranla daha ileri olması nedeniyle bu sorunun İsrail’i aşabileceği ve ABD’nin hazır Irak’ta askeri ve uçakları varken bu işi bitirmesi gerektiğini yazıyor.
Bush-Kerry Kafa Kafaya: Los Angeles Times’ın baş siyasi analisti Ron Brownstein ülkenin genel gidişatı ve Bush yönetiminin temel tercihleri ile ilgili hoşnutsuzluğa rağmen seçim yarışının hala başa baş gittiğini
yazıyor. Gazetenin yaptığı
son kamuoyu yoklamasına göre Kerry sadece iki puan önde görünüyor. Yazar, mevcut durumun iyi olmadığını düşünenlerin oranının Kerry için potansiyel imkanlar sağladığını ama bu noktada etkili olacak faktörün Kerry’nin kendisini farklı ve etkili bir lider olacağını anlatmayı başarıp başaramayacağı olduğunu yazmaktadır. Önümüzdeki hafta yapılacak Demokrat Parti Kongresi Kerry için bir çıkış sağlayabilir.
İş Var, İş Var: Morgan Stanley’nin baş ekonomisti
Stanley Roach New York Times gazetesinde ekonomideki büyümenin son dört ayda 1 milyon yeni iş yaratmış olmasına rağmen bunların yüzde 81’nin düşük gelirli işler olduğunun altını çiziyor.
G-ABD 16 Temmuz 2004
ABD, Özbekistan ve Türkiye
ABD Yönetimi Özbekistan’a yaptığı yardımın 18 milyon dolarlık kısmını askıya aldığını
açıkladı. Washington’un geniş Orta Doğu’da demokratikleşme yönündeki vaazlarıyla bu konudaki uygulamaları arasında devam eden çelişkilerin en çarpıcı örneklerinden olan Özbekistan’la ilgili bu değişiklik ilgi çekicidir. Ancak kesilen yardım miktarının mütevaziliği de dikkate alınırsa bu gelişme ABD’nin politikasında keskin bir değişiklikten çok
devamının gelip gelmeyeceği gözlenmesi gereken küçük bir başlangıç olarak kabul edilebilir. Washington kararın nedeni olarak Taşkent’in siyasi özgürleşme süreci ve insan hakları karnesindeki eksikliklerin yerinde durmasını göstermektedir. Kararda 2002 yılında bu ülkeye yapılan yardımı bazı şartlara bağlamış olan Kongre’nin baskısının etkisi olduğu gibi Özbekistan’ın 11 Eylül’den sonra ABD ile kurduğu yakın ilişkileri dengelemek için son dönemde Rusya ile ilişkilerini tamir etme amaçlı girişimlerinin de rolü olabilir.
Bu arada Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları konusunu Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerinin gündeminin üst sırlarına taşıması doğru olabilir. En kaba haliyle söylemek gerekirse bu bölgede demokrasinin gelişmesinde Türkiye’nin insani boyutun ötesinde çıkarları olduğu söylenebilir. 90’ların başında büyük umutlar beslenmesine karşın belli bir noktadan daha ileri gitmeyerek hayal kırıklığı yaratan bölge ile ilişkilerde bir üst safhaya geçmek bu ülkelerde demokratik rejimler olduğunda daha mümkün olabilir. Ankara’nın bu ülkelerle ilişkilerde kısa vadede bazı mahzurları olsa bile bölgede demokratikleşme konusunda daha aktif olması doğru olabilir. Bölge yöneticilerinin çoğunun değişik derecede ve şekil de olsa anti-demokratik ve insan hakları normlarının çok uzağındaki karneleri nedeniyle, Ankara’nın en azından bu liderlere hak ettiklerinden daha fazla ihtimam göstermekten kaçınması gerekir. Reel politik ile insani düşünceler her zaman uyuşmayabilir. Ancak, kısa ve orta vadede bazı maliyet ve riskleri olsa da, Türkiye için Orta Asya konusunun bu genellemenin dışında olduğu iddia edilebilir. Türkiye, ABD’yi son girişimi konusunda yüreklendirmeli ve hızlı bir demokratikleşme için değilse bile özellikle
Özbekistan’ın kaygı verici insan hakları karnesinin düzeltilmesi için daha fazla çaba harcamaya yönlendirmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 14 Temmuz 2004
İstihbarat Raporları
Savaş öncesi Irak konusundaki istihbaratla ilgili olarak Amerikan Senatosu İstihbarat Komisyonu’nun
raporundan sonra İngiltere’de de
Butler Raporu yayınlandı. Rapor, Iraklı ilgili savaş öncesinde elde olan istihbaratın sınırları, muğlaklığı ve çelişkilerin son analizlere yeterince yansıtılmadığını vurgulamaktadır. Ancak, İngiliz basının da belirttiği gibi, rapor yapısal ve kurumsal kültürle ilgili bir çok eleştiride bulunmasına rağmen bunlardan ne Başbakan Blair ve ekibini ne de istihbarat kurumlarının başındaki kişileri açıkça sorumlu tutmaktadır. Böylece Bush’un en önemli müttefiki olan ve daha sert bir raporla Başbakanlıktan ayrılması gündeme gelebilecek olan Blair’in
Hutton raporundan sonra bu engeli de aştığı söylenebilir. Saddam rejimi gibi kapalı rejimlere sızmak kapasiteleri hakkında büyük spekülasyonlar yapılan Batılı istihbarat kurumları için gerçekten zor olmuş görünmektedir. İstihbarat belki de doğası gereği sınırlı, muğlak ve çelişkili olmuş ve genelde ikinci ve hatta üçüncü elden gelmiştir. Irak olayında Batılı istihbarat kurumlarını Saddam’ın bu silahlara sahip olduğunu inandırmak için Çelebi’ninki, gibi bilinçli bazı abartı ve düpedüz uydurmaların da yapıldığı bilinmektedir. Her iki raporun da siyasi otoriteleri başarısızlığın sorumluluğu konusunda yeterince eleştirmedikleri söylenebilir.
İstihbaratla ilgili olarak bu konunun temel metinlerinde vurgulanan bir çok konunun bu iki raporda da yer aldığını görüyoruz. İstihbaratçı karar alıcının sorunlarını ve ihtiyaçlarını bilmeli ya da sezmelidir ama bu ilişki çok yakın olursa bir süre sonra istihbaratçı kendini siyasi patronlarının duymak istediği şeyleri söylerken bulabilir. Bu durumun gerçekleşmesi için
Dick Cheney’nin yaptığı düşünülen türden bir baskı gelmesi bile gerekmeyebilir. Bir başka konu ise kaçınılmaz olarak ileri derecede bürokratik kurumlar olan istihbarat servislerinde farklı, yaratıcı ve geleneksel düşüncenin dışında bakış açılarına sahip analistlerin görüşlerinin üst düzeye ulaşamaması ya da ulaşsa bile bunun oldukça değiştikten sonra olmasıdır. Bunun yanında groupthink denilen küçük gruplar içindeki tartışma ve karar alma dinamiklerinde en ortalama fikrin üstün gelmesi, satisficing denilen eldeki veriler bir açıklamayı destekliyorsa aynı verilerin çok farklı başka analizleri de destekleyebileceğinin unutulması gibi kurumsal, psikolojik ve analitik hatalar da etkili olmuştur. Ayrıca Batılı istihbaratçıların kendilerinden farklı kültürleri anlamada ilave bazı zorlukları olabilmektedir. Bu zorluk bazen kendi değer yargılarını ve bakış açılarını analizin konusu olan kişi ve gruplara uyarlaması sonucunu getirmektedir. “Bu durumda ben veya rasyonel biri nasıl davranırdı” (mirror-imaging) sorusu meşru olmakla beraber genelde yetersiz ve bazen de yanıltıcı olabilmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 13 Temmuz 2004
ABD, PKK ve Kerkük Üzerine Notlar
ABD’nin PKK ile mücadele konusundaki zaaflarını not etmek ve şikayetlerimizi güçlü bir şekilde, değişik kanallardan tekrar tekrar dile getirmenin yanında, kendi ev ödevimizi yaparak Washington’un önüne
“reddemeyeceği tekliflerle gitmek” gerekir. Bu konuda şimdiye kadar olduğu gibi sözler ve yuvarlak ifadeler dışında ciddi bir karşılık görmezsek de artarak büyüyen müeyyidelere başvurmak gerekebilir. Ancak, Ankara’nın başta ABD olmak üzere başka ülkelerden haklı beklentileri olmakla beraber, PKK ile mücadele,
İlker Başbuğ’un da belirttiği gibi, son tahlilde ve esas olarak Türkiye’nin sorunudur. Bu konuda alınacak ilave aktif ve pasif askeri önlemler olabilir. Bunlar arasında değişik zorluk, risk ve maliyetlere rağmen 1) ABD, Irak hükümeti, K. Iraklı Kürt gruplar, komşu ülkeler, AB ve uluslararası kurumlara yönelik gerekli diplomatik adımlar tüketildikten, yeterli istihbarat toplanıp titizce analiz edildikten ve askeri hazırlıklar yapıldıktan sonra PKK kamplarının bombalanması, örgüt liderlerine ve üyelerine karşı sınırlı komando operasyonları ve daha büyük çapta hava indirme operasyonları yer alabilir. 2) Ayrıca sınır güvenliğinin sağlanması konusunda emek-yoğun metotların yanında ek bazı teknik önlemler gelebilir. Sınır güvenliği konusunda elektronik sistemler, radar ve hava kuvvetleri gibi opsiyonları daha yoğun ve etkili kullanmanın yollarını aramak gerekebilir. Türkiye’nin kendi sınırlarını koruması sadece terörle değil, uyuşturucu, kaçakçılık, yasadışı göç ve sınır aşan bulaşıcı hastalıklarla mücadele için de elzem bir konudur. Sınırların uzunluğu, doğa ve coğrafya şartlarının zorluğu bu konudaki zaafların kapatılmasına engel olmamalıdır. Ayrıca hemen değilse bile Irak’ta işler biraz durulunca bu ülkeyle olan sınırın güvenliğinin daha kolay korunmasını sağlayacak değişiklik önerileri yapmak düşünülmelidir.
Bu arada Talabani başta olmak üzere Iraklı Kürtler bir yandan Türkiye’ye uzlaşmacı bir görüntü verip “yerde” fiili durumlar yaratmayı düşünüyor olabilirler. Bu nedenle yaptıkları yumuşak açıklamalara, PKK, Kerkük ve Türkmenler gibi konularda somut eylemlerle desteklenmediği sürece şüpheyle bakmaya devam etmek gerekir. Iraklı Kürt gruplara karşı başarılı bir caydırıcı strateji izlemek için, başka şeylerin yanında, Kürt liderlerin psikolojisini, endişelerini, korkularını ve umutlarını, üzerlerindeki toplumsal baskıyı ve aralarındaki rekabeti ayrıntılı olarak analiz etmek gerekir. Türkiye Kerkük ile ilgili olarak Kürtlerin deneyebileceği oldu-bittilere karşı hava indirme dahil operasyonlar için ayrıntılı planlar geliştirmelidir. Türkiye’nin çizdiği kırmızı sınırların çiğnenmesine izin vermeyeceği mesajı eğer yeterince güçlü ve inandırıcı bir şekilde verilebilirse bu tür bir harekata girişme zorunluluğunun ortaya çıkma ihtimali de azalacaktır. Bu konularda yapılan hazırlıklardan uygun olanların üzerinde ayrıntılı olarak düşünüldükten sonra basına sızdırılması doğru olabilir. Ancak bu tür haberlerin yeterince inandırıcı olması için özen gösterilmelidir. Bu haberlerin farklı ve benzer olmayan kaynaklarda değişik bilgi kırıntıları ile yer alması ve arkasının bazı jestler ile desteklenmesi inandırıcılığını arttırabilir.
Türkiye’nin Kerkük’teki nüfus sayımı ve seçimlerde Kürtlerin çoğunluğu sağlaması ihtimaline karşı zihinsel hazırlık yapılması gerekir. Şehrin içinde değilse bile çevresinde Kürtlerin sayısının çok olduğu ve bu sayının giderek arttığı bilinmektedir. Genel varsayım “Kerkük olmazsa Kürtlerin bağımsızlığa cesaret edemeyecekleri” şeklindedir. Bu düşünce bir ölçüde doğru olmakla beraber tamamen de sağlam değildir. Kürtler Kerkük sorununun zaman içinde kendi lehlerine çözülebileceğini umarak bağımsızlık konusunda adım atmaya tevessül edebilirler. Ayrıca Türkiye’nin yavaş yavaş daha
sıcak bakmaya başladığı Brüksel modeli konusunda daha ayrıntılı çalışma ve tartışmalara ihtiyaç vardır. Bu modelin başarılı ve Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde çalışması için, başka şeylerin yanında 1) şehrin sınırlarının nasıl tespit edileceği, 2) şehrin statüsü ile petrol kaynaklarının kontrolü arasında nasıl bir ilişki olacağı gibi sorulara cevap aranmalıdır. Örneğin Kürtler, Kerkük’ün çevresi –ve dolayısı ile petrol kaynakları- Kürt bölgesinde olması şartıyla şehrin özel bir statüde olmasını kabul edebilirler. Kürtler bu teklife şimdiye kadar bilinen petrol kaynaklarının gelirlerinin paylaşılmasını da ekleyebilirler. Acaba Ankara böyle bir formüle razı olmalı mıdır? Türkiye, Kerkük’teki demografik statükonun korunması ve ancak hukuki süreçler sonunda değiştirilmesi konusundaki pozisyonunu desteklemek için şehre giriş çıkışları gözlemleyecek BM şemsiyesinde ya da bölgesel bir düzenleme için öneriler geliştirmesi doğru olabilir. Ayrıca hepsi değilse bile bir bölümü Saddam tarafından zorla Kerkük’e göçe zorlanan Arapları zorla yeni bir göçe zorlamanın –Türkiye için potansiyel sakıncalarının yanında- ahlaki açıdan da kusurlu olduğu açık olmalıdır. Bunun yerine, zorla göç ettirilen Kürtler ve Türkmenler
yasal süreçlerin sonunda eski mülklerine kavuşurken buradaki Arapların da uygun şekillerde tazmin edilmeleri ve kentte yaşama haklarının ellerinden alınmaması gerekir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 14 Temmuz 2004
Füze Savunması
11 Eylül öncesinin en hararetli tartışma konularından biriyken son dönemde gündemden düşen füze savunmasıyla ilgili deneme faaliyetleri devam etmektedir. Yine 11 Eylül öncesinde Türkiye’ye yerleştirilmesi tartışılan sistemlerin ileri radarlarının yerleştirilmesi ile ilgili olarak ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile görüşmeler yürüttüğü
bildirilmektedir. Daha önce İngiltere ve Danimarka bu projede yer alabileceklerini açıklamışlardı. Zaten Nato’nun Petersburg’un çok yakınlarına kadar gelmesinden rahatsız olan Rusya’nın bu gelişmeden rahatsız olmaması mümkün değildir. Rusya’nın son on yıldır bir çok kez olduğu gibi biraz şikayet ettikten sonra yeni durumu kabullenmesi ciddi bir ihtimal olmakla beraber yine de bundan emin olmamak gerekir. Moskova’nın bu sistemlerin Rusya’nın çok yakınlarına konuşlandırılacak olmasına rağmen esas amacın Orta Doğu’dan gelebilecek füze tehdidine yönelik olarak konuşlandırıldığı argümanını kabul etmesi beklenmemelidir.
11 Eylül öncesinde füze savunması tartışılırken bu projenin üzerinde çalışılmasının ve uygulamaya geçmesinin siyasi, askeri, ekonomik ve psikolojik boyutları ayrıntılarıyla ele alınmış ama nihai bir sonuca varılamamıştı. Projenin kitle imha silahlarının yayılmasını durduracağı/yavaşlatacağını düşünenlere karşı, bu yayılmayı teşvik edeceği/hızlandıracağını, büyük devletler arasında yeni bir silahlanma yol açacağını, sistemin tam olarak çalışmayacağını ve tam çalışmayan bir sistemin de anlamsız olduğunu, programın silah şirketlerine kaynak aktarmak için ortaya atıldığını, kendini fazlasıyla güvende hisseden bir ABD’ye müttefiklerin duyacağı güvenin azalacağını, değerli, ekonomik ve bilimsel kaynakların acil olmayan bu projeye yönlendirilmesindense terörle mücadele gibi konulara harcanması gerektiğini savunanlar arasındaki tartışmalar yaşanmıştı. Programı eleştirenler onu tehlikeli ve pahalı bir fantezi olarak görerek Maginot Hattı’na ve “mermiyi mermiyle vurmaya” benzetiyorlardı. Bu tartışmalar bundan sadece üç-dört yıl önce yaşanmış olmasına rağmen son dönemde dünya siyasetinde yaşanan olayların dramatik gücü nedeniyle kulağa çok daha eski gibi gelmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 12 Temmuz 2004
ABD Seçim Notları
Amerikan seçimlerinde henüz karar vermemiş ve iki partiye de özel bir gönül bağı olmayan seçmenleri cezbetmenin mi, yoksa partilerin kendi tabanlarını ne ölçüde sandığa çekmeye başarabileceklerinin mi daha önemli olduğu sorusu tartışılmaktadır. Bu arada, şimdiye kadar ancak komplo teorileri konusunda uzmanlaşmış sitelerde bahsi geçen terör saldırısı bahanesiyle seçimlerin ertelenebileceği şeklindeki spekülasyonlar
Newsweek gibi yayınlarda da yer almaya başlamıştır. Seçimin sonucunu etkileyecek faktörler içinde tarafların “negatif kampanya” yapmaktaki maharetleri de önemli olabilecektir. İki tarafın toplam 150 milyon dolar harcadığı son reklam kampanyalarında Demokratlar Bush’u inatçı, saldırgan ve saygınlığını kaybetmiş bir lider olarak göstermeye çalışırken Cumhuriyetçiler de Kerry’i gerektiği kadar cesur olmayan, kararsız ve aşırı liberal olarak sunmak istemektedir. Beklenenin aksine, Ohio gibi ortada gözüken ve seçimin sonucunu belirleyeceği düşünülen kilit eyaletlerde Demokratlar ve müttefikleri Cumhuriyetçiler’e göre
iki kat reklam harcaması yapmıştır.
Dünkü yazısında Ergin Yıldızoğlu’nun da belirttiği gibi Dick Cheney’nin Bush için bir problem yarattığını düşünen –ve bunu yüksek sesle telaffuz eden Cumhuriyetçilerin sayısı artmasına rağmen, Bush kampının bu konuda bir değişiklik yapmak ve ikna edici şekillerde anlatabilmek için biraz geciktiği söylenebilir. Henüz kamuoyu yoklamalarına yansımasa da – bunun biraz zaman alması beklenebilir- Edwards’ın, umulduğu gibi
Güney eyaletlerinde sonuc yansıyacak olumlu bir etkisi olmasa bile enerjisi ve sosyal ve ekonomik mesajları ile Kerry kampanyasına güç kattığı ama Cheney’nin parti tabanındaki etkisine rağmen ortadaki seçmene giderek daha antipatik geldiği söylenebilir. Edwards’ın seçilmesi ile kendi hep aksini iddia etmesine rağmen 2008 seçimleri için istekli olduğu söylenen Hillary
Clinton’un hesapları da etkilenmiş olabilir. Bu seçimi Demokratların kazanması Clinton’un şansını oldukça azaltacaktır. Demokratlar kaybetse bile, kampanyada gösterdiği performansa göre Edwards 2008 için zorlu bir rakip haline gelecektir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 09 Temmuz 2004
Irak İstihbarat Raporu
Senato İstihbarat Komisyonu’nun Irak istihbaratı ile ilgili
raporu Bush Yönetimi’nin savaş öncesindeki en önemli iki argümanının (kitle imha silahları ve El Kaide bağlantısı) yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Gerçi Dick Cheney hala tersini iddia etse de bu iddiaların doğru olduğunu düşünenlerin sayısı zaten oldukça azalmıştı. Rapor Amerikan istihbaratının El Kaide ile Irak rejimi arasında ciddi bir ilişki olmadığı şeklindeki pozisyonunun ise doğru olduğunu belirtmektedir. Rapor Bush Yönetimi’nin CIA’e istediği türden analizler getirmesi için baskı yaptığı iddialarını ise desteklememekte ve istihbarat başarısızlığının nedenleri arasında kurumsal kültür, insani istihbarat ve analitik metotlardaki kusurları göstermektedir. Yönetim’in istihbarat konusundaki performansı ile ilgili rapor ise seçimden sonra yayınlanacaktır. Şu anda Bush’un önündeki önemli kararlardan biri de CIA reformu ve yeni bir direktör atama işini seçim sonrasına bırakıp bırakmamak konusunda olacaktır. Bunu hemen yapmamak Bush’un tekrar seçilmesiyle ilgili olarak kendisine duyduğu güvenle ilgili soru işaretlerin doğmasına yol açabilecekken, bu konuda acele etmek de istihbarat konusu ve Bush’un rolünün kamuoyu önünde daha fazla tartışılmasını beraberinde getirebileceği için Yönetim için risklidir. Tüm istihbarat kurumlarının şimdi olduğu gibi sadece kağıt üzerinde değil gerçek anlamda tek bir kişinin altında toplanması ve ona da Kabine düzeyinde bir pozisyon verilmesi tartışılan öneriler arasındadır.
Bir çok kişinin de belirttiği gibi Irak’la ilgili olarak “şimdi bilinenler o zaman da bilinseydi savaşa izin verilmezdi.” Ama acaba Yönetim yanlış ve eksik nedenlerle savaşa gittiği için seçmenler tarafından cezalandırılacak mı? Aslında denebilir ki, seçmenler eğer Bush’u cezalandıracaksa bu kendilerini yanılttığından çok başarısız olduğu için olacaktır. Eğer şu anda Irak’ta işler iyiye gitseydi savaşın yanlış nedenlerle ya da kendilerine açıklanandan farklı amaçlarla yapılmış olması seçmenleri o kadar çok ilgilendirmeyebilirdi. Bu başarısızlık belki gerçekte mutlak ve geri çevrilmez değildir ama Amerikan seçmenlerinin algılaması giderek bu yönde oluşmaktadır. Başka şeylerin yanında Bush’un tekrar seçilmesinin anahtarı olarak tasarlanan Irak savaşı tam tersi sonucu verecek gibi görünmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 07 Temmuz 2004
Pakistan, ABD ve “Yüksek Değerde Hedefler”
Bush’un terörle mücadele konusunda Kerry’den daha iyi olduğunu düşünen Amerikalıların oranı azalmakta ve hatta bazı kamuoyu yoklamalarında bu konuda Kerry öne geçmektedir. Yakın zamana kadar Bush’un seçimlerdeen büyük kozu olan bu konuda üstünlüğü kaybetmesi halinde seçimleri kazanması çok güç olacaktır. Bu arada Amerikan Yönetiminin son dönemde Pakistan’a Bin Laden, Zavahiri ve Molla Ömer gibi bu ülkede olduğu düşünülen “yüksek değerde hedefleri” Amerikan seçimlerinden önce ve hatta -Demokrat Parti Kongresinin yapılacağı- Temmuz sonunda yakalaması konusunda baskı yaptığı
iddia edilmektedir. Pakistan’a, ileri düzeyde Amerikan silahları alma hakkı veren “Nato-dışı önemli müttefik” statüsünün verilmesi, İran, K. Kore ve Libya’ya nükleer konularda bilgiler verdiği ortaya çıkan fizikçi A. Han konusunda Müşerref’e Amerikan Yönetimi tarafından fazla eleştiri yapılmamış olması ve bu ülkeye üç yıl için 5 milyar dolarlık bir yardım paketi konusunda Kongre’nin zorlanmasının da bu istekle ilişkili olduğu iddia edilmektedir. Hatta bir ihtimal bu “pakete” Pakistan’ın çok istediği F-16 uçaklarının da dahil edilebileceği düşünülmektedir.
Ayrıca Pakistan’ın “yüksek değerde hedeflerden” birini ABD’ye teslim edemezse Han ve nükleer sırların yayılması konusunda Bush Yönetiminden ve bu konularda daha fazla müdahil olması beklenen muhtemel bir Kerry Yönetiminden ciddi baskı görebileceği endişesi vardır. Yakın zaman kadar Türkiye’de olduğu gibi Pakistan’da da Washington’da Cumhuriyetçi bir yönetimin olmasının daha iyi olduğu düşüncesi genel kabul görmektedir. Pakistanlılar Demokratların genel olarak Hindistan’a daha yakın olduğunu düşünmektedirler. Örneğin Clinton döneminde ABD Hindistan’a yaklaşırken eski müttefiki Pakistan’dan uzaklaşmıştır. Bu iddiaların doğruluk derecesi belirsizse de – Demokratlar Bin Laden’in yakalanma ihtimaline karşı ön alıyor olabilirler- Müşerref’in son dönemde Afgan sınırındaki dağlık bölgelerde askeri faaliyetleri tüm askeri ve iç siyasi risklere rağmen arttırmasını kanıt olarak görmek isteyenler olacaktır. Benzer iddialar Suudilerin petrol fiyatlarının düşmesine katkıda bulunarak Bush’un seçilmesine yardım edecekleri şeklinde de yapılmıştı ama ekonomi ve güvenlikle ilgili diğer gelişmeler Suudilerin bu sözleri tutmasına imkan vermemişti. Kerry’nin dış politika konusunda yaptığı konuşmalarda petrol olan bağımlılığın azaltılması ve Suudi Arabistan ile daha mesafeli bir ilişki kurulmasına vurgu yaptığı görülmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 06 Haziran 2004
Kerry, Irak ve Edwards
Son dönemde Başkan Bush dış politikada yumuşak adımlar atarak Kerry ile arasında özellikle Irak konusundaki farklılıkları azaltmaya çalışmaktadır. Bir anlamda seçimler ve Kerry’nin pozisyonları Bush’un Irak’la ilgili politika tercihlerini etkilemektedir. Bu durumun Bush’un tekrar seçilmesine yeteceği ise şüphelidir. John Kerry, Irak konusunda uluslararası bir komiser atanması, komşularla bölgesel bir konferans toplanması ve müttefiklerin petrol ve ihale pastasından pay verilerek katkı yapmaya teşvik edilmesini
önermektedir. Kerry Avrupalı müttefiklerin de buna karşılık Irak’tan alacaklarından vazgeçmeleri ve yeniden inşa sürecine katkı yapmaları gerektiğini söylemektedir. Kerry komşuların Irak’ın içişlerine müdahale etmeme sözü verirken Iraklı liderlerin de -muğlak bir şekilde Türkmenleri de çağrıştıracak bir şekilde- azınlık haklarının korunması konusunda taahhüt vermelerini istemektedir. Kerry, bütün bunlardan sonra, biraz da iyimser bir şekilde, Nato’nun Irak’ta uzun süre gerekli olacak barış gücüne önemli bir katkı yapması için kapısının çalınabileceğini ve Nato gelirse bunu başkalarının da takip edeceğini söylemektedir. Bu noktada denebilir ki, Kerry ile Bush arasındaki fark bu noktadan sonra yapacaklarında değil –her ne kadar Kerry savaş için Senato’da zorunlu olarak evet oyu kullanmış olsa da- şimdiye kadar yaptıklarındadır. Kerry için bir çok eleştiri yapılabilir ama Başkan olsa onun da Irak’ı bu şekilde ve o zamanda işgal edeceğini söylemek adil olmaz.
Bu arada yardımcı John Edwards’ı seçmesi ve ay sonundaki Demokrat Parti Kongresi spotların kendi üzerine çevrilmesine neden olacaktır. Bush kampından kısa vadede dramatik bir açılım ya da başarı gelmezse
Kerry on puan gibi ciddi bir farkla öne fırlayabilir. Edwards, sadece bir dönem senatörlük yapmış olması ve ulusal güvenlik konularında tecrübesiz olması gibi bazı dezavantajları olsa da, enerjisi ve karizması ile kampanyaya renk getirebilir ve Kerry’nin bu konudaki açıklarını kapatabilir. Cumhuriyetçiler, Kerry seçilirse, ölüm, istifa ya da azil sonucu görevi devralabilecek Edwards’ın milli güvenlik açısından 11 Eylül sonrasında daha da önemli hale gelen bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını iddia etmektedirler. Buna karşılık Demokratlar da, Edwards’ın her ne kadar esas ilgi alanı iç politika ise de İstihbarat Komitesi’nde görev alması ve İç Güvenlik’le ilgili bazıyasa tasarılarında ol oynaması nedeniyle, 2000 yılında Bush’un sahip olduğundan çok daha fazla güvenlik tecrübesine sahip olduğunu belirtmektedir. Edwards’ın Cumhuriyetçilerin hakim olduğu ve 2000 seçimlerinde 13 eyaletin tamamını aldığı Güney’den eyalet çalması zor görülse de, Bush’u burada biraz zorlayarak daha fazla kaynak ve zaman ayırmak zorunda bırakması beklenebilir. Edwards’ın popülist ve dış ticaret konusunda korumacılığa yakın eğilimlerinin Kerry kampanyasına ne ölçüde taşınacağı da önemlidir. Edwards’ın seçilmesi Kerry kampanyasının Amerikan ölçülerinde bir parça “sola” kayması olarak görülebilir. Nitekim Amerikan Ticaret Odası Edwards’ı yardımcı olarak seçilmesi halinde tarafsızlıklarını bırakarak Bush kampını destekleyeceklerini açıklamıştı.. Yardımcı adayların seçimi kazanmaya yetmediği ama yanlış yardımcı tercihlerinin seçimin kaybedilmesine neden olabileceği söylenebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 02 Temmuz 2004
İran’ın Nükleer Programı ve ABD
Nükleer kapasiteye ulaşmasına iki yıl kaldığı iddia edilen İran’a
karşı olası bir ABD-İsrail ortak askeri harekatı Türkiye açısından da önemli sonuçları olabileceği açıktır. ABD’nin kısa vadede bu tür harekata geçmeyeceğini düşünmek bazı nedenler vardır: 1) Irak’la beraber Amerikan kamuoyunda ön alıcı/önleyici savaş doktrininin geçerliliğinin ciddi olarak sorgulanması; 2) Irak’la ilgili istihbarat skandallarından sonra Amerikan istihbaratının inanırlılığının yara alması; 3) Böyle bir harekattan sonra
Irak içinde kartlara sahip İran’ın bu ülkeyi karıştırabileceği ve/veya Orta Doğu’daki Şiilerin daha da radikalize olabileceği endişesi, 4) Hedefi kesin vuran silahların varlığına rağmen İran’ın – Irak tecrübesini de dikkat alarak- nükleer programını coğrafi olarak dağıtması, yoğun hava savunma sistemleri ile koruması ve kısmen yer altına gizlemesi gibi nedenlerle harekatın tam olarak başarılı olamayabileceği riski; 5) ABD önümüzdeki muhtemelen giderek daha yüksek sesle iflas ettiğini iddia edeceği AB’nin İran siyasetinin, önemli bir siyasi sermaye harcanarak ve risk alınarak oluşturulması nedeniyle kolay vazgeçilmesinin zorluğu; 6) İsrail’in nükleer silahlarının çifte standart görüntüsü vermesi ve İran için bir neden veya bahane oluşturması . Çoğu yorumcu Amerikan seçimlerinin Bush Yönetimi’nin bu tür bir askeri harekata girmesini imkansız hale getirdiğini iddia ederken, Bush’un kamuoyu yoklamalarında iyice geriye düşmesi halinde İran’a karşı “Ekim sürprizi” bir saldırı deneme riskini göze alabileceğini düşünenler de vardır.
Seçilmesi halinde Kerry’nin Bush’tan ne kadar farklı politikalar izleyeceği sorusuna cevap arayanların takip edeceği konulardan biri de İran olacaktır. Kerry’nin ekibine girme şansı yüksek olan isimler “önleyici savaşın” politikanın kendisi olmasına karşılarsa da, bir enstrüman olarak bundan tamamen vazgeçmeye de razı değillerdir. İran’ın nükleer silah edinme isteği Türkiye’ye karşı korkulardan kaynaklanmıyorsa da
nükleer bir İran’ın Türkiye’ye karşı önemli bir psikolojik üstünlük yakalayacağı ve Türkiye’nin güvenliği açısından komplikasyonlar yaratacağı açıktır. Bazı Batılı uzmanlar İran’ın bu silahlara ulaşması halinde Türkiye ve S. Arabistan’ın bu silahları edinme yoluna gidebileceğini düşünmektedirler. S. Arabistan’ın nükleer silah üretmesi çok uzak bir ihtimal olmakla beraber
Riyad’ın satın alma veya bu silaha sahip Pakistan ve Çin gibi devletlerle askeri ittifaka girebileceği yönünde spekülasyonlar yapılmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
G-ABD 01 Temmuz 2004
Türkiye, AB ve ABD
Washington’un Türkiye’nin AB süreci ile ilgili yaklaşımı değişik spekülasyonlara neden olmaktadır. En genel şekliyle ABD’nin bu sürece olumlu baktığına inananlarla buna inanmayanlar arasında bir tartışma yaşanmaktadır. İlk görüşü savunanlar, Türkiye’nin Batı kampına demirlenmesi, demokrasisinin garanti altına alınması ve ülkenin genel bir istikrar trendine girmesi için AB perspektifinin elzem olduğunu ve bunların hepsini kendine çıkarlarına uygun gören ABD’nin
Bush’un konuşmasında olduğu gibi bu sürece verdiği desteğin samimi olduğunu düşünmektedir. Konuya bir parça daha farklı yaklaşanlar ise ABD’nin desteğinin Türkiye’nin kendisi ile ilgili düşüncelerden çok, Washington’un kendisine karşı orta ve uzun vadede – bazılarına göre halihazırda- rakip olabilecek AB’nin olabildiğince büyüyerek sulanması ve gevşemesini istemesiyle ilgili olduğunu düşünmektedirler. Bu düşünceye göre ABD Türkiye’nin üye olmasıyla İngiltere ve yeni yeni Polonya’nın olduğu gibi AB içinde –anlamı tam olarak tanımlanmayan- bir “Truva atı” olabileceğini ummaktadır. Ankara böyle bir role razı olmasa bile Türkiye’yi hazmetme sürecinin AB’nin enerjisinin önemli bir bölümünü tüketeceği umuluyor olabilir.
İkinci ve giderek daha çok taraftar bulmaya başlayan –ama belki hala azınlıkta olan- görüşe göre ise Washington, tersi söylemine rağmen, aslında Türkiye’nin AB üyeliğini arzu etmemektedir. Ancak a) bunun zaten mümkün olmadığını düşündüğü için, b) bu üyeliğe açıkça karşı durmanın “şık olmayacağını” ve bu durumun Türkiye’nin kendisine bakışını olumsuz etkileyebileceğini düşündüğü için, veya c) bu süreci durdurmanın mümkün olmadığına kanaat getirdiği için bu arzusunu açıkça ifade etmekten kaçınmaktadır. Hatta bir başka görüşe göre Washington d) Türkiye’nin üyeliği konusunda yaptığı ısrarlı ve belki de abartılı çağrı ve jestlerin için için ters tepmesini ve AB üyelerinin konuya bakışını olumsuz etkileyerek bu üyeliği engellemesini ummaktadır. Bu noktada 1) ABD’nin ve hatta Bush Yönetiminin içinde farklı bakış açıları olabileceği, 2) Aslında ABD’nin bu konuda net ve değişmez bir politikası olmadığı; 3) Böyle bir politika varsa bile bunun Washington tarafından umulan türden bir sonuç vermeyebileceği ihtimalleri de yok sayılmamalıdır. Örneğin Türkiye’de Clinton tarafından bu konuda verilen desteğin hem daha “samimi” olduğu hem de belki de bu yüzden olumlu anlamda daha etkili olduğu (Helsinki) düşünülmektedir. Bush Yönetimi’nin “gerçek fikirlerini” dışarı olduğu için daha rahatlıkla telaffuz ettiği düşünülen Richard Perle ve Bernard Lewis gibi isimlerin Türkiye’nin AB üyeliğini onaylamadıklarını ve ABD-İsrail çizgisinde kalmasını tercih ettiklerini belirtmeleri bu konuyu anlamaya çalışan kişilerin dikkate almamazlık edemeyecekleri bir nokta olmuştur.
Son olarak denebilir ki, belki -gerçekleşmesi halinde- üyelikten sonra Türkiye AB içinde Washington’un umduğu türden roller oynayacaksa bile, üyelik konusunda iyimser olmakla tanınanların dahi on yılı aşabileceğini tahmin ettikleri müzakere süreci boyunca Türkiye’nin stratejik tercihlerini AB’ye ve bunun içinde de üyeliği ile esas kararı vereceği düşünülen Fransa ve Almanya’nın başı çektiği gruba yaklaştırması yüksek bir ihtimaldir. Türkiye’nin ABD’nin Irak harekatına karşı daha önce düşünülemeyecek kadar eleştirel pozisyonun ve 1 Mart olayının arkasındaki bir çok faktörden birinin de AB perspektifi olduğu iddia edilebilir. İleride Türkiye “Avrupalılığını” kanıtlamak için dış politikasını ve bazı önemli ihale, yolcu uçağı gibi büyük yekun tutan ticari tercihlerini ve hatta silah alımlarının en azından bir kısmında AB ülkelerine öncelik verebilir. Kısacası, ABD’nin Türkiye’nin üyeliği konusunda söyledikleri ile gerçek niyetleri arasında olduğu kadar, hesap ve beklentileri ile yaşanacaklar arasında belli bir fark olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)