Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 15 Mart 2004
Kürt Sorunu Üzerine Notlar
İran ve Suriye’den gelen haberler Irak’ta yaşananların Orta Doğu genelinde bir Kürt hareketlenmesi yaratabilecek olduğunu düşündürtmektedir. Olayların ne kadar kendiliğinden yerel dinamiklerle, ne kadar provokasyon, ne kadar “kaza” sonucu çıktığı konusunda net konuşmak mümkün değilse de, Kürt hareketinin sınır aşırı karakteri ve harekete geçirebileceği dinamikler hakkında bir fikir sahibi olmaktayız. Demokrasi bazen ifade edildiğinin aksine her şeyin çözümü değilse ve hatta bazen gereksiz komplikasyonlar ve zorluklar yaratsa da, İran ve Suriye’nin Kürt bölgelerinde yaşanan olayların en azından şu aşamada Türkiye’de yaşanmıyor olmasında, başka şeylerin yanında, Türkiye’nin demokratik olarak bu ülkelerden çok daha ileri oluşunun ve daha da ilerliyor olmasının da payı vardır. Türkiye’nin AB sürecine şüphe ve eleştiriyle bakanlar bile bu sürecin yarattığı umut ve beklentilerin sorunun pasifizasyonuna katkısı olduğunu kabul etmelidir. PKK terörünün sona ermesinde şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri alanda kazandığı başarının önemli bir payı vardır. Ancak, bu kurumu genelde eleştirmeye meyilli olanların -bir yandan maliyetini sorgulamaya devam ederek de olsa- kabul etmeleri gereken bu başarının ne mutlak ve nihai olduğu, ne de tek başına yeterli olacağı yanılgısına düşülmemelidir. Bu askeri başarı Öcalan’ın yakalanması ve Türkiye’nin AB süreci ile birleşerek Türkiye’ye zaman kazandırmıştır ama bu sorunu ilelebet çözmüş değildir. Burada sorulması gereken soru, 1) AB sürecin devam edip etmeyeceği ve ne şekilde sonuçlanacağı ve 2) bu sürecin bazen endişeyle ifade edildiği gibi, yaratığı yeni “demokratik” istek, beklenti ve ihtiyaçların Türkiye’nin birliğini tehlikeye atacak boyuta gelip gelmeyeceğidir.
“İdeolojik hapları” bir kenara bırakmalı, dünyanın ders kitaplarında anlatıldığından daha karmaşık ve acımasız olabileceğini unutmamalı, daha dürüst bir tartışmaya başlamalı ve demokratik açılımların bir yandan pasifleşmeye katkı yaparken öte yandan da karşılanması her zaman mümkün olmayabilecek yeni istek, beklenti ve ihtiyaçlar yaratabileceğini kabul etmeliyiz. Bazen bu durum “kronik bir orta-yolculuk” olarak görülmeye müsait olsa da gerçeğin ve doğru politikaların tek bir yaklaşım ve paradigmanın tekeline girmeyecek kadar kaprisli olduğunu kabul etmeliyiz. Türk siyasetindeki tartışmaların çeşitlenmeye ve daha fazla oranda hibrid argümanlara ihtiyacı vardır. Bir iki yazısını okuduktan sonra başka bir çok konudaki düşüncesini önceden tahmin etmenin çok kolay olacağı bu kadar çok yazara sahip olmak zenginlikten çok hayal gücü fukaralığına işaret etmektedir. Örneğin iç politikada liberal açılımlara yakın olmak, ne bunun risklerine karşı duyarsız olmayı, ne de dış politikada şahin pozisyonlara tamamen kapalı olmayı gerektirir. Türkiye’nin AB sürecinin herhangi bir nedenle kesintiye uğramasının, Irak’ta yaşananlarla birleşerek şiddeti tekrar geri getirmeyeceğinden emin olamayız. Bu noktada dikkat çekilmesi gereken konulardan biri de, ABD’nin PKK’ya karşı hala süren ve sona ereceğine dair hiçbir somut emare gözükmeyen müsamahakar tutumudur. Bu tutum ne yazık ki bir-iki şikayetten sonra kabullenilmiş gibidir. ABD, PKK’ya karşı kararlılığını ortaya koymayarak ve daha önce burada ifade edilen [bkz. 19 Ocak 2004, 4 Ekim 2003, 15 Eylül 2003] türden ve iddia edilenin aksine aslında Washington için sadece sınırlı maliyet, risk ve zorluklar içeren önlemleri almayarak, bu örgütün terörü nihai olarak reddetmeye zorlama fırsatını kaçırtmaktadır. Bu durum, Türk basınında yer alan Washington’un pozisyonu konusunda fazla “anlayışlı” bazı yazılara rağmen aslında kabul edilmez bir durumdur ve haklı olarak Kürt sorunu konusunda olumsuz spekülasyonlara kaynaklık etmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)