Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 29 Mart 2004
Ulusal Güvenlik Konseyi
Richard Clarke’ın iddiaları ve 11 Eylül Komisyonunun çalışmaları ABD’deki “ulusal güvenlik sürecinin” mercek altına alınmasına neden olmuştur. Bu sürecin en merkezi kurumu 1947’de kurulan Ulusal Güvenlik Konseyi’dir. Başkan’ın hemen yanında yer alan, ortalama elli civarında uzmandan oluşan ve başlıca görevi değişik güvenlik kurumları arasında koordinasyonu sağlamak bu kurumun ağırlığı zaman içinde değişmiştir. Kissinger ve Brzezinski gibi Güvenlik Danışmanları zamanında profili yükselen Konsey, Reagan döneminde daha az önemli olmuştur. Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın en önemli görevlerinden biri değişik kurumlardan süzülüp gelen istihbarat, bakış açısı ve politika tercihlerinin Başkan’a doğru bir şekilde ve zamanında sunulmasını sağlamaktır. Güvenlik danışmanı ayrıca, her zaman Powell ile Rumsfeld arasındaki kadar olmasa da, genelde hep varolan Dışişleri/Pentagon arasındaki rekabetin belli bir düzeyi aşmasını engellemek durumundadır. Danışman ayrıca Başkan’a diğer önemli dış politika oyuncularından daha yakın olmanın verdiği avantajı kullanarak konular hakkında kendi kişisel görüşlerini özel ortamlarda sunmak gibi bir avantaja sahiptir. Condi Rice’ın ise, Bush ile yakın bir ilişki geliştirmesine rağmen, kendisinden çok daha tecrübeli dış politika aktörleri karşısında etkisiz kaldığı ve politikanın oluşturulması ve uygulanması sürecine ağırlığını gerektiği kadar koyamadığı iddia edilmektedir (bkz. ‘Bush Yönetimi’nin Personel Problemleri’, 13 Ekim 2003).
Her ne kadar ABD gibi başkanlık değil parlamenter sistem ile yönetiliyorsa da, ulusal güvenlik konseyi sistemi Türkiye için çekici bazı unsurlar içermektedir. İç, dış, güvenlik ve ekonomi politikaları arasındaki farkın bulanıklaştığı; hız, kriz yönetimi, kurumlar arası koordinasyon, bilgi, medya ve kamuoyunun öneminin arttığı, dış politikanın sivilleştiği ve sınırlı da olsa düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin siyasetteki girdisinin arttığı bir dönemde dış politikanın merkezinin siyasi kontrolün altına, Başbakanlık’a gelmesi daha doğru olabilir. Milli Güvenlik Kurulu’nun bıraktığı boşluğu doldurabilecek bu yeni birim, koordinasyon, ortak hafıza, uzun vadeli stratejik planlama, bilgi ve medya hizmetleri, konuşma yazma, istihbarat üretici ve tüketicilerini buluşturma ve yönlendirme gibi fonksiyon ve unsurları içerebilir (bkz. ‘MGK ve Türk Dış ve Güvenlik Politikalarının Sivilleşmesi’, 8 Ağustos, 2003). Böyle bir kurum Başbakan tarafından bürokrasiden ve dışarıdan atanmış bürokrat, asker ve siviller uzmanlardan oluşabilir. Bu kurum, politikanın oluşturulması sürecinde değişik kurumların katkılarının daha sağlıklı ve düzenli olmasına ve dış politikanın gerçek sahibinin Başbakan olduğu gerçeğinin benimsenmesine katkıda bulunabilir. Her sistem sonuçta onu oluşturan bireyler kadar iyidir. Eğitimli, yüksek profesyonel standartlara sahip ve çalışkan personel olmadan bir sistemin başarılı olması zordur. Ama Amerikan ulusal güvenlik konseyi sisteminin uyarlanması Türk dış politikasının modernleşmesine, demokratikleşmesine ve bazı kurumsal problemlerinin aşılmasına katkıda bulunabilir (bkz. Türk Dış Politikasının Modernleşmesi Üzerine Düşünceler, 10 Nisan 2003). (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)