ABD ile İlişkiler ÜzerineWashington’un Türkiye’de hükümet ile ordu arasındaki farklılıkları ve güvensizlikleri kullanma konusunda oldukça başarılı olduğu görülmektedir. Bu iki aktör aralarındaki mücadelede Washington’u yanlarına çekmeye çalışmaktadır. ABD bu durumu Türkiye’den talep ettiği bazı kazanımları elde etmede kullanmaktadır. Bunu İncirlik örneğinde çok yakından müşahade etmek mümkün olmuştur.
Washington, askerin İncirlik konusunda kendi yanında olduğu şeklinde bir izlenim yaratarak hükümetin bu konuda direnmesine ve İncirlik’i ittifak içi ilişkide bir pazarlık unsuru olarak kullanmasına imkan vermemiştir. İlişkinin en önemli kalemi haline gelen Irak’ta somut bir şey elde etmeden verilen ödünler ABD karşısında giderek daha az enstrüman ile kalmamıza neden olmaktadır. Hükümet ilk başta, belki de sonuçları üzerinde pek düşünmeden, Washington üzerinden meşruiyet kazanma ihtiyacı içindeymiş gibi davranmıştır. Hükümetin bu konuda çok hatalı olduğuna şüphe yoksa da, aldığı oya rağmen ülke içinde onu kendini rahat hissettirmeyenlerin de bunda katkısı olduğu iddia edilebilir. Ankara dış politikasını tasarlar ve uygularken bütün kurumları ile bir olmalıdır. Sayısı ve etkisi zaten sınırsız olmayan ABD ile pazarlık kozları, kurumlara arasındaki güvensizlikler nedeniyle yok yere heba edilmemelidir. Medya ise bu iki yerli aktörün birbiriyle ABD konusunda rekabet etmesinden anlaşılması güç bir zevk duyar gibidir. Türkiye’nin bazı önemli kalemleri Ankara’nın Washington’un isteği ve izni dışında attığı her adımı daha başlangıçta boğmaya çalışmaktan kaçınmalıdır.
“Türk dış politikasının sınırları Washington’un istekleri, onay verdikleri ve destekledikleri ile sınırlanmamalıdır”. Türkiye Orta Doğu’da kendi yanlışlarını yapabilmelidir. Yapılması gereken, bağımsız olma yönünde atılan her adımı küçümsemek ve lanetlemek yerine bu adımları verimli ve sonuç alıcı hale getirmenin yollarını tartışmak olmalıdır. Bağımsızlık isteği karikatürize edilmemelidir. Günümüzün dünyasında bağımsız olmanın güçleştiği doğrudur ama bunun gereğinin azaldığı doğru değildir. Hükümet, bölge ile ilgili olarak, üzerinde yeterince düşünülmemiş ve otomatiğe bağlanmış izlenimi bırakan “dostlar alışverişte görsün” türünden gezi ve zirvelerin ötesine geçmenin yollarını aramalıdır. Ankara güney komşuları ile içeriği daha ayrıntılı düşünülmüş ve planlanmış girişimlerde bulunmalıdır. Ankara son dönemde bölge ülkeleri ile uzun bir aradan sonra tekrar aşina hale gelmiştir ve bu önemli bir kazanımdır. Ancak artık bunun ötesinde somut ikili ve bölgesel projeler, söylemler ve hedefler üretmek gerekmektedir. Ortak amaçlar için görev bölümü yapmak, “bedavacıları” uyarmak gerekir. Bölge ülkeleri Irak konusunda ne yapabileceklerini artık göstermelidir. Bu ülkenin toprak bütünlüğünün sağlanması için ortak kasaya ne konacağı biraz daha netleşmelidir. Eğer bu yapılmayacaksa, tamamen Amerikan yanlısı dış politikayı savunanların eleştirileri haklı çıkabilir ve Türkiye “bir hiç için” ABD’yi karşısına almış duruma düşebilir. Ankara, komşularına, kendileri ile konuşmanın ve “görülmenin” Türkiye için bedelleri olduğunu hatırlatmalıdır. Hükümet muhataplarına belli bir dönem sonunda tutulacak muhasebede gelir kaleminde tokalaşmalar ve grup resimleri dışında birşeyler olması gerektiğini hissetirmelidir. ABD, 50 yıl boyunca Orta Doğu’da pasif kalmış ve büyük ölçüde Washington’a tabi olmuş Ankara’nın kendi insiyatifi ile yeni işlere girişmesinden elbette rahatsız olacaktır. Washington’un bu tür adımları önce küçümsemesi, sonra da cezalandırarak caydırmaya çalışması şaşırtıcı değildir. Bağımsızlık yönünde atılan ilk adımlar en iyi şartlarda bile meyvelerini hemen vermezler. Bu nedenle bu girişimlerin kısa vadede “açık vermesi” belki de kaçınılmazdır. Bağımsızlık bir derece, zaman ve mücadele olayıdır. Ama bağımsızlığın soyut bir “diklenme” dışında anlamı olması gerekir.
Türkiye, vazgeçemeyeceği ama aynı zamanda sıkı ve akıllıca pazarlık etmek zorunda olduğu Washington ile nasıl oynayacağını bilemez durumdadır. Başbakan’ın somut ne gibi getirileri olacağı belli olmayan Washington gezisini gerçekleştirmek için adeta herşeyi yapmaya hazır görüntüsü durumu daha da zorlaştırmaktadır. Başbakan’ın İsrail’e gitmesi değilse bile bunu bir tehdit sonucu yapmış olması yanlış bir intiba yaratabilir. Bilindiği gibi bizzat İsrail devletinin en temel politikalarından biri “kesinlikle ateş ve tehdit altında müzakere etmemektedir”. Türkiye’nin Washington’a “kolu bükülerek” yola getirilen bir ülke görüntüsü vermemesi ziyadesiyle önemlidir. ABD ile sürekli diyalog içinde olmak elbette önemli ve faydalıdır. Ancak bu görüşmeler için “ücret” ödenecekse Oval Ofis’e yapılan gezilerin hiç gerçekleşmemesi daha doğru olabilir. Washington sırf konuşmak için ortaya bazı önkoşullar koyarak daha konuşmaya başlamadan istediğinin çoğunu almaktadır. Ayrıca Başbakan, Bush ile daha önce yaptığı üç görüşmeyi yeterince iyi değerlendirememiştir. Bu görüşmelerde önemli bazı konuların unutulmuş veya yeterince vurgulanmamış olması Amerikan tarafına Türkiye’nin öncelikleri konusunda yanlış sinyaller vermiş olabilir.
Kısa tutulması ve tarihinin uzun süre belli olmaması muhtemel bu görüşmeden de farklı bir sonuç çıkacağını düşünmek için pek bir neden yoktur. Hatta bu şartlarda yapılacak bir görüşmenin yarardan çok zarar getirmesi dahi mümkündür. ABD’nin bu görüşmelerde verdiği sözleri yerine getirmemesinin Washington’a bir bedeli olmamıştır. Washington Ankara’yı, tutulması gerekmeyen sözler verilen ve pek bir şey vermeden çok şey istenebilen bir başkent olarak görmeye tekrar başlamamalıdır. Türkiye’nin önde gelen kurumları aralarındaki mücadelenin Türk dış politikasını zayıflatacak boyutlara gelmemesi konusunda en üst dikkati göstermek zorundadırlar. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin sağlığının göstergesi “aramızın iyi olması” değil, ilişkinin Türkiye’nin somut çıkarlarını koruması ve geliştirmesi olmalıdır. The Economist dergisinin kullanmaktan hoşlandığı bir tabirle belirtmek gerekirse, ABD ile ilişkiler iyileşmeden önce bir parça daha kötüye gidecek gibidir.