Türk-Amerikan İlişkileri / Transatlantik Balayı 22 Şubat 2005 Şanlı Bahadır KOÇ
Son dönemde ABD tarafından Türk kamuoyu ve hükümetine yönelik programlı ve kapsamlı bir etkileme kampanyası uygulandığı hissedilmektedir. Bu kampanya ile Türkiye’nin kendisini haksız, güçsüz, yalnız ve mantıksız hissetmesi amaçlanıyor gibidir. ABD’nin –ve başka konularda AB’nin- Türkiye’ye yönelik her tutum ve davranışını haklı gören, hep Türk tarafının yanlışlarını ve çelişkilerini sıralayan ama Washington’u eleştirmekten kaçınan ya da bunu tali konularla sınırlayan ve medyadaki konumları nedeniyle Türk Hükümetinin politikalarını da etkileme imkanına sahip bazı “Amerikan muhipleri” bu kampanyanın hazır işçileri gibidir. Bu kişilerin yaklaşımı, Türkiye’nin çıkarlarının Amerika’nın politikaları ile belli bir uyumu gerektirdiği şeklinde özetlenebilecek, görünüşte haklı meşru bir savın çok ötesine geçmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ile eşit – ya da eşite yakın- bir ilişki geliştirmesini, sıkı pazarlık yapmasını ve hakkını aramasını zorlaştırmaktadır.
Türkiye’deki Amerikan aleyhtarlığının kısmen kemikleşmiş ideolojik pozisyonlarla ilişkili olduğu doğrudur. Ancak bazı Amerikan politikalarına karşı çıkmanın realpolitik açıklaması vardır. İnsan, “doğuştan” Amerikan aleyhtarı olmadan da, Amerikan politikalarına karşı çıkabilir. Çünkü tersi bazı örneklere rağmen son dönemde Amerikan politikaları Türkiye’nin meşru ve vazgeçilmez bazı çıkarlarını dikkate almayan bir çizgi izlemektedir. Bu noktada Ankara, ideolojik takıntılar, insani refleksler ve somut milli çıkarları arasında rasyonel bir öncelik hiyerarşisi oluşturabilmelidir. Eğer Türkiye’nin ABD’ye karşı kullanabileceği kozlar sınırsız değilse, bunların somut milli çıkarlar için harcanması gerekir.
Transatlantik Balayı mı?
Irak ve Filistin’de seçimler, İsrail’in Gazze’den geri çekilme kararı, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmekten bahsetmesi ve nihayet Bush’un Avrupa gezisinde verdiği yumuşak mesajlar transatlantik ilişkilerinin düzelme yolunda olduğunu düşünenleri arttırmıştır. Bush ilk dönemdeki hatalarından dersler çıkardı ve “
olgunlaştı” mı? Avrupa ile yakınlaşmanın önemli olduğuna gerçekten inanıyor mu? Bunun için gerekli adımları atabilecek mi? Buna olayların gidişatı ve “alandaki durum,” kendi gururu ve danışmanları izin verecek mi? Dil, tarz, sembollerin arkasını somut girişimlerle doldurabilecek mi?Ya da, başka bir şekilde söylemek gerekirse, Avrupalılar bu geziden sonra hangi somut adımları görürlerse Bush’un değiştiğine ikna olacaklar?
Bu sorulara şu aşamada net cevaplar vermek zor görünmektedir. Bush’un gezide sarfettiği güzel sözler “sert gerçeklerle” test edilecektir. ABD, İran konusundaki diplomatik girişimlere muğlak ve isteksiz desteği netleştirecek mi? Barış görüşmelerinde İsrail’e baskı uygulayabilecek mi? Washington, Irak’taki seçimleri bu ülkede ardarda yaptığı hataları telafi etmek için bir fırsat olarak mı görecek, yoksa “baştan beri hep haklı olduğunu” mu iddia edecek?
ABD, uzattığı bu zeytin dalından sonra sıranın Avrupa’da olduğunu ve karşı tarafın da bir adım atması gerektiğini savunabilir. Halbuki, Avrupalılar son yıllardaki Amerikan girişimlerine yönelik tutumlarının hem ahlaki, hem de pragmatik açıdan doğru olduğundan büyük ölçüde emindir. Avrupalılar, Irak savaşının hukuk ve ahlak dışı olmasına rağmen, bazı olumlu sonuçları olabileceğini kabul edebilirler. Ancak bu kabulün ABD’nin hareketini meşrulaştırmasından ve yenilerini teşvik etmesinden endişe etmektedirler.
Bush’un gezisi gerçek bir diyalog için bir “iyi niyet kredisi” yaratmıştır. Ayrıca ilişkilerdeki kötü havanın dağılması için bütün problemli konularda ortak bir noktada buluşulması gerekli ve mümkün değildir. Transatlantik ilişkilerinin eski düzeye değilse bile belli bir yakınlığa dönmesi için Ukrayna krizindekine benzer yeni “ortak başarı” öykülerine ihtiyaç vardır. Aslında İran konusu potansiyel olarak bu tür bir başarıya açıktır. Eğer ABD, bir çok uzmanın şüphelendiğinin aksine, Avrupa’nın Tahran ile yürüttüğü diplomatik sürecin başarısız olmasını beklemeden bu sürece somut katkı yapmaya başlarsa, Irak’ın yarattığı tahribat belki bir ölçüde giderilebilir.